Gaye Yılmaz

Eleştirel İktisatçı




Gelinen noktada daha çok "pasif direniş" görünümü arz etse de, bu sönümlenmenin sınavların ardından gelen yaz tatili, Ramazan ayının yavaşlatıcı etkisi ve Gezi Parkı ile ilgili hukuki sonuçlardan etkilenmediğini söylemek mümkün değil.



Bu etkileri yok sayamayız zira ''Haziran Direnişi'' Türkiye toplumuna az bildiği bir şeyin aslında ne kadar değerli olduğunu öğretti: Demokrasi için haklar için mücadele etmek.

Yine bu bağlamda bundan sonra doğa, özel yaşam ya da emek konularında atılacak adımların toplum tarafından her zamankinden çok daha büyük bir ilgi ve dikkatle izleneceği, gerektiğinde tepkilerin verileceği tespitini yapabiliriz.

Bu tespiti kolaylaştıran en temel olgu ise 'park forumları'ndaki tartışmalar ile oluşturulan çalışma grupları ve atölyelerin hem bilgi paylaşımı hem de direnişin arka planındaki dinamiklerin bilince çıkarılmasını sağlıyor olması.


Örneğin ilk bir ay boyunca "özel hayatıma, yatak odama dokunma" diyen eylemcilerin bugün "nüfus politikaları kadın bedeninin kontrolü üzerinden yedek işçi ordusunu genişletmeyi amaçlayan bir yatak odası politikasıdır" önermesini tartışıyor olması çok önemli bir bilinç sıçramasıdır.

Parklarda oluşan siyaset, güvencesizlik ve medya gibi atölyeler de direnişin bundan sonrasına dair öngörülerde dikkate alınması gereken adımlar.


Park forumları, "gaz-duman" arasında muğlaklaşan sınıf analizleri açısından da önemli ipuçları içeriyor.

Başlangıçta özellikle ana akım medyada "orta sınıf", "a-politik gençlik" ya da "90'lar kuşağı" şeklinde etiketlenen Gezi Gençliği'ne ilişkin gördüğüm en sağlıklı analiz Abbasağa Parkı Güvencesizler Atölyesi'nin çağrı metninde geçen şu tespit:


''Bu kuşağı çuvala sığdıramıyorsunuz farkındayız, ama hiç uğraşmayın çünkü sığmayız! Çünkü kuşaklar sizin sandığınız gibi bir biyolojik doğum ya da yaş meselesi değildir. Kuşaklar biyolojik yaşlarından dolayı değil, ortak sorunlarını aşmak ve yaşadıkları toplumları dönüştürmek adına ortak davranışlar gösterdiği için tarihselleşir. Biz direnişçilere "Gezi Parkı Gençliği" adını verdiniz; böylece düzeninizden şikâyetçi olanlar sadece 20'li yaşlardaki gençlikmiş de geri kalan tüm yaş grupları hayatlarından çok memnunmuş gibi göstermeye çalıştınız. Yine yanıldınız! Çünkü biz 20, 30, 40, 50, 60 yaşlarındayız…''

Haziran Direnişi'ni yalnızca 'park'la sınırlamayıp, tüm Taksim'i, tüm Gazi Mahallesini, İstanbul'u düşündüğümüzde Ankara'sından İzmir'ine Eskişehir'inden Antakya'sına, Antalya'sına otobanları trafiğe kapatan, köprüleri aşarak bir kıtadan diğerine yürüyen yüzbinleri bir bütün olarak aldığımızda analiz farklılaşıyor.


'78 kuşağı unutulmamalı'

Gençlikle sınırlandırılan her analiz, bu gençliği büyüten ve son derece politik bir kuşak olan 78 kuşağını unutuyor örneğin.


Ama 78 kuşağı, hükümetin "anneler çocuklarınızı parktan çekin, marjinalleri bize bırakın" çağrısının ardından Taksim meydanını doldurarak ne denli politik bir kuşak olduğunu gösteriyor.

''Genciyle, yaşlısıyla, orta yaşlısıyla bu öfkenin patlamasının nedeni neydi'' sorusunun yanıtına gelince direnişe biraz daha yakından bakmak gerekiyor.


Kadınlar çoğunluktaydı ve LGBT Onur Yürüyüşü Avrupa'nın şimdiye kadar ki en kitlesel yürüyüşü oldu vb. tespitler gerçekten önemli.

Çünkü her iki toplumsal grup da AKP iktidarı döneminde en fazla dışlanan, en fazla aşağılanan toplumsal grupları temsil ediyor.

Hükümet temsilcilerinin kadınların onurlarını zedeleyen, onları aşağılayan beyanatlarının* yanısıra doğrudan doğurulacak çocuk sayısına ve doğumun hangi biçimler altında yapılması gerektiğine varana kadar uzanan saldırıları öfke patlamasının arka planının yalnızca bir bölümü.


Patlamanın arka planında henüz tam olarak bilince çıkarılmamış ama kadınlar ve LGBT bireyler kadar, belki daha da fazla dışlanan ve saldırıya maruz bırakılanlar ise ücretli çalışanlar.


Her gün işten çıkarılma korkusuyla çalışmak, aldığı eğitimle hiç alakası olmayan işleri yapmayı kabul ettiği halde aylarca, bazen yıllarca işsiz kalmak, iş kazalarında ölmek, meslek hastalıkları yüzünden genç ölmek ama daha da kötüsü bu ölümler karşısında Başbakan'ın "ölüm işçi olmanın kaderinde vardır" şeklindeki beyanatları.


SGK verilerine göre son 10 yılda, yani AKP iktidarı döneminde toplam 10 bin 723 işçi iş kazası adı altında hayatını kaybetti (Milliyet Blog, 2012).

Ve son olarak öğrenciler, yine AKP iktidarınca en fazla hedef alınan, en fazla mağdur edilen bir diğer toplumsal grup.


Parasız eğitim istediği, puşi taktığı için tutuklanan, disiplin cezasına ve okuldan atmalara maruz bırakılan, çoğu okul harçlarını karşılayabilmek için güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalan üniversite öğrencileri.

2. ayını dolduran Haziran direnişi yoluna devam ediyor. Direnişçileri hazirandan daha sıcak bir sonbahar ve kış bekliyor.


Üstelik dünyada ekonomik, siyasal konjonktürdeki değişim dolayısıyla artık AK Parti hükümetinin arkasında uluslararası destek, yabancı sermaye girişi, ya da 10 yıldır "ekonomik istikrar"ın simgesi olarak sunulan istatistikler de olmayacağı için polis şiddetinin daha da artacağını öngörmek yanlış olmayacaktır.


*"Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı" Ayhan Sefer Üstün (AKP milletvekili, İnsan Hakları Kom. Bşk); "Kadın ahlaklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın." İ. Melih Gökçek (Ankara Belediye Başkanı); "Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek" Mehmet Şimşek (Maliye Bakanı); "Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar" Recep Akdağ (eski Sağlık Bakanı); "Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum" Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan); "Flört fahişeliktir" Cemil Çiçek (TBMM Başkanı)