Balıkesir Tabip Odası Başkanı Dr. Şahin Cılız, Genel Sekreter Muhammet Can, Yönetim Kurulu Üyesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Lütfiye Tomak, oda üyesi Dr. Hamdiye Yılmaz ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Yönetim Kurulu Üyesi Nahide Taman, basın açıklaması yaptı.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Lütfiye Tomak, “Başbakan’ın tam olarak ne söylemeye çalıştığını, kişisel görüşünü mü açıkladığını anlayamadık” diye başladığı konuşmasında, sezaryenin nasıl bir nüfus planlama aracı olduğunu ve bir milletin yeryüzünden silinmesinin nasıl mümkün olacağını sordu. Dr. Tomak, meseleye bilimin penceresinden bakarak, yanlışları düzeltmekte yarar gördüklerini belirtti. Doğumlarda sezaryen oranındaki artışın 'Sağlıkta Dönüşüm Programı' ile birlikte olduğuna dikkat çeken Dr. Tomak, “Ülkemiz geçmişte modern yöntemlerle korunamadığı ve sağlıklı koşullarda kürtaj yaptıramadığı için kendi kendine çocuğunu düşürmeye çalışan birçok kadının ölümüne şahit olmuştur. Nüfus artışının teşvik edildiği dönemlerde Sağlık Bakanlığı'nın bünyesinde oluşturduğu komisyonun hazırladığı raporda, sağlıksız koşullarda gerçekleştirilen kürtajların yüksekliğine vurgu yapılmakta ve anne ölümlerinin yüksekliği arasında ilişki kurulmaktadır. Ülkemizde 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Aile Planlaması Yasası'yla üreme hakkı ile ilgili önemli gelişmeler sağlanmış, Türkiye’de kadın sağlığında çok olumlu gelişmeler gerçekleşmiş ve anne ölümleri azalmıştır. Şimdi bu yasanın değiştirilmesi planlanmaktadır. Nüfusu arttırma ve azaltma girişimleri kürtajın yasaklanması veya serbest bırakılması girişimleriyle paralellik taşımaktadır. Tarihte faşizmin hüküm sürdüğü ülkelerde aile planlamasının da engellenmesinin söz konusu olduğunu biliyoruz. Bir sonraki hamlenin bu olacağı kaygısını taşıyoruz” dedi.

SEZARYENİ CİNAYETLE EŞLEŞTİRMEK SINIRÖTESİ MÜDAHALEDİR

Kürtajı yasaklama girişiminin kadını birey olarak görmeyen bir anlayışın sonucu olduğunu kaydeden Tomak, “Türkiye’de sezaryen oranları 1988’de yüzde 5.7, 1998’de yüzde 21 ve 2010 yılı itibariyle yüzde 45’in üzerinde olup gerçekten de dünyada en önde gelen yüksek oranlar arasındadır. Bu artış ne tesadüftür ki sağlıkta dönüşüm programına denk gelmektedir. Sağlıkta dönüşüm programının, hastayı müşterileştiren, müşteri memnuniyetini öne koyan, performans puanları, ciro endeksli talebi kışkırtan, ameliyat sayılarının artışıyla övünen, özel hastane patlaması yapan süreciyle ilişkisi değerlendirilmelidir. Ancak sezaryen uygulamasını cinayetle eşleştirmek sınır ötesi müdahaledir. Çünkü tıbbi gereklilikle uygulanan sezaryen doğumlar annenin ve bebeğin yaşamını kurtarmak için eldeki en önemli olanaktır. Sağlık hizmetini talep, kar üzerinden değil, gereksinimler üzerinden kurgulanmadıkça sorunları çözmek olanaksızdır. Başbakan haksız yere hekimleri hedef göstermekte ve sağlıkta artan şiddeti daha da arttıracak bir söylemin baş aktörü olmaya devam etmektedir” dedi.

NE BİZ CANİ OLACAĞIZ NE DE HASTALARIMIZ

Sezaryen, kürtajla gebeliğin sonlandırılması ve yaşamın değerine dair tartışmaların Tıp Etiği alanında da sürdüğünü kaydeden Tomak, “Tartışmaya herkes katılabilir, fikrini söyleyebilir. Katılanlar belli makamlardaki kişilerse, beklenti, bilgiye dayalı ve sorumlu bir yaklaşımla tartışmaya dahil olmalarıdır. Bilinmelidir ki istenmeyen gebeliğin sonlandırılması bir sağlık hizmetidir. Çünkü anne ölümlerini ciddi biçimde azaltır. Bu nedenle biz hekimler bu hizmeti sunmaya yasalar çerçevesinde devam edeceğiz. Bunu yaptığımız için ne biz cani olacağız, ne de hastalarımız. Hiçbir bilimselliği olmayan 'üç çocuk-beş çocuk' söylemiyle kadınları istemleri dışında çocuk doğurmaya zorlamak, zaten dezavantajlı konumdaki kadınları daha da güçsüzleştirmek, sağlıksızlaştırmak anlamına gelmektedir. Hastalarımızın haklarını ve hekimlik onurunu savunmaya devam edeceğiz. Bizlere ve gebeliğini sonlandıran kadınlara cani diyerek, “milleti ortadan kaldırıyorlar' diyerek, Uludere’deki katliamı unutturamazsınız” dedi.