ŞP: Uludere konusunda büyük bir fikir ayrılığı var Türkiye'de. Siz de mutlaka takip etmişsinizdir. 34 masum vatandaş hayatını kaybetti. Hükümetten resmi bir özür gelmedi. Üzerinden beş ay geçti ama hava saldırısının emrini kimin verdiği hala bilinmiyor. Çok gergin bir ortam var. Sizin değerlendirmeniz nedir? Bir sonraki raporunuzda yer alacak mı Uludere?

MS: Henüz bir şeyler söylemek için çok erken. Ben de raportör değilim. Ama bu kadar önemli ve bizi de ilgilendiren bir olayın Avrupa Birliği'nin Türkiye ile ilgili raporlarından birinde yer alacaktır şüphesiz. Sivillerin askeri operasyondan etkilendiği bir durum. Eğri oturup doğru konuşalım Uludere bir felaket. Türkiye'nin içişlerine karışmak bana düşmez ancak mağdurların yakınları adına söylenecek şeyler gerilimin düşürülmesine katkıda bulunur.

ŞP: Siz 'İçişlere müdahale etmek istemeyiz' diyorsunuz ama BDP bu meseleyi Uluslararası Adalet Divanı'na, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıyor. Bu Avrupa Birliği'ni de ilgilendiren bir konu haline gelmiyor mu?

MS: Herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın. Soruya yanıt vermekten kaçınıyorum gibi anlaşılmasın. İçşilerine karışmak bana düşmez derken bir yargıda bulunmamın mümkün olmadığını kastediyorum. Yeterli bilgim yok. Mutlaka bana gerekli bilgiler sağlanacaktır. Bu bilgi ulaştığında görüşlerimi açıklarım. Bir konuyla ilgili önceden yargıda bulunmamak benim kurallarımdan biri. Terörle mücadele çok ciddi bir meseledir. Her ülke halkın güvenliğini savunma hakkına sahiptir. Sivillerin yaşam hakları da teröristlerce ihlal ediliyor. Bu nedenle tam olarak ne olduğunu bilmek durumundayız. Ancak şunu tekrarlamak isterim. Sorumluların belirleyecek somut gerçeklerden bağımsız olarak söylüyorum bunu. Masum sivillerin öldürüldüğü bir durum varsa her hükümet mağdurların ailelerinin çektiği acıyı gözönünde bulundurmalıdır.

ŞP: Meclis bünyesinde de bir alt komisyon kuruldu bu meselenin soruşturulması için. Ancak Türk silahlı kuvvetleri bu komisyona yeterli bilgi ve belge sağlamadı. Muhalefetten de tepki geldi. Siz sayın Çiçek ile bul konuyu görüştünüz mü? Meclis başka nasıl bir sorumluluk üstlenebilir?

MS: Bu konu Türkiye içersinde çok tartışılan bir konu şu aşamada. Konuyu Sayın Çiçek ile yaptığım görüşmede gündeme getirmedim. Hiçbir muhalefet lideri de bu konuşu benimle yaptığı görüşmede gündeme getirmedi. Çünkü benim ziyaretimin odağında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ndeki rolü ve ilişkiler vardı. Ama şunu itiraf edeyim. Milletvekilleri görüşümü sormadı ama meclis dışından pek çok kişi sordu. Ben de burada yaptığım gibi görüşümü beyan ettim. Ama mecliste yaptığım temaslar, hükümet yetkilileriyle yaptığım görüşmeler ya da yaptığım konuşmalarda bir gündem maddesi değildi.

ŞP: Yıllardır Avrupa Parlamentosu'ndan Türkiye ile ilgili gelen raporlar ve ilerleme raporlarını takip ediyoruz. insan hakları her zaman bu raporlarda öne çıkan konu olmuştur. Siz mevcut durumu nasıl görüyorsunuz? Hangi alanlar sorunlu sizce?

MS: Bu soruya yanıt vermek zor. Ben uzun zaman önce Türkiye'nin gümrük birliği sürecinde görev alan üç raportörden birisiydim. Benim alanım insan haklarıydı. 1995 yılıydı. İnsan hakları açısından 17 yıl öncesini ve şimdiyi kıyaslarsam gelişme gösterilen alanlar da var hala sorunlu alanlar da.. Yapılması gereken çok şeyin olduğu kanatiindeyim. ifade özgürlüğü basın özgürlüğü ve din özgürlüğü gibi alanlarda, avkutaların ve sivil toplumdaki insan hakları temsilcilerinin rolü ve özellikle İslamcı bir partinin mecliste çoğunluğu elinde tuttuğu bir ülkede din özgürlüğü ve ateistlere ilişkin ciddi bir tartışma var. insan hakları alanında ilerleme olmadı demek yanlış. İlerlemenin olmadığı alanları belirlemek gerek.

ŞP: Cezaevine konulan gazetecilerin sayısı artıyor. Sivil toplum hükümete neden içerdeler diye sorduğunda terörist oldukları iddia ediliyor. Ancak ortarda henüz bir kanıt yok yagılanma sonuçlanmış değil. Ama hükümetin gözünde teröristler. Bu konuyu cumhurbaşkanı ile ya da riğer liderlerle yaptığınız görüşmede gündeme getirdiniz mi?

MS: Öncelikle bu tartışmanın temelinde teröristin nasıl tanımlandığı yatıyor. Bu konu buraya ne zaman gelsek konuşulur. O yüzden sorunun kaynağında net olmayan bir terör tanımı var. Eğer yorum açık bir tanım varsa ortada o zaman polisin ya da savcının pek çok kişiyi içeri atma hakkı oluyor. Evet konuyu Abdullah Gül ile değil de Başbakan Erdoğan ile yaptığım görüşmede gündeme getirdim. Brüksel'e gelip pek çok kişinin ülkedeki durumdan yakındığını söyledim kendisine ve o da reddetti.

ŞP: Peki tutuklu vekiller konusunu da gündeme getirdiniz mi?

MS: Evet. Meclis Başkanı ve grup başkanları ile yaptığım tüm görüşmelerde konuyu gündeme getirdim. Bu Meclis'te çot büyük bir çatlat yaratan bir mesele. Muhalefetteki gruplar vekillerin cezaevinde bulunmasından ya da Zana gibi bazı vekillerin yeniden cezaevine konulması olasılığından rahatsız. Meclis'in çoğunluğununsa bu konuda içi rahattı.

ŞP: Muhalefet biraz umutsuz. Vekiller cezaevinde kalacak diye düşünüyorlar. Siz de yaptığınız görüşmeler sonrası aynı hissi paylaşıyor muszunuz?

MS: Zor görünüyor. Arkadaşları cezaevinde bulunan vekillerle görüştüm. Nasıl dışarı çakırılıp Meclis'teki görevlerine başlayabilirler benim de hiçbir fikrim yok. Durum umutsuz mu bilemiyorum ama şunu biliyorum. Bir başka vekile daha ceza verilmesi ya da yeniden 10 yıllığına bir vekilin cezaveine gönderilmesi halinde uluslararası bir tepki dalgasının olacağından eminim.

ŞP: Türkiye'de şu sıralar kürtajın yasaklanması meselesini konuşuyoruz. Toplumsal cinsiyet alanında ciddi sorunlar var. Başbakan bu konularda tutumunu sertleştiriyor. Bazıları kendisini cumhurbaşkanlığa hazırladığını bazıları da ortadoğunun lideri olmaya soyunduğunu söylüyor. Siz nasıl görüyorsunuz. avrupa birliğine üye olmak isteyen bir ülkenin lideri olarak mı yoksa ortaoğunun yeni lideri olarak mı görüyorsunuz.

MS: Başbakan Erdoğan'la çok açık ve net bir münasesitimiz var. Dün kendisiyle bir buçuk saat görüştüm. Samimi bir fikir teattisi oldu. Bence Başbakan'ın pozisyonu çok açık. Bir Avrupalı olarak İslami bir partinin liderinin Batıcı ve liberal bir programı olmasını beklemem. Her zaman kendi seçmenin seslendiğini onlara hitap ettiğini gözönünde bulundurmak gerekiyor. Bir parti liderinin ve başbakanın konuşması arasında bazen fark olabilir. Başbakan'ın parti liderini daha fazla şeyi hesaba katması lazım. Kendisini bir Başbakan olarak her zamanki gibi ülkesine yarar sağlayacak avantaj ve fırsatları kolluyor. Avrupa Birliği ile bağın avantaj getireceğine de inandı bugüne kadar. Ama bir yandan da bir başka seçeneği yani Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgeyi de hesaba kattı. Dün sayın Erdoğan ile bu konuyu uzun uzun konuştuk. Bana net bir şekilde şöyle söyledi: Bölgedeki diğer ülkelere bakın. Mısır tunus ve arap baharının diğer ülkelerine ve bir de bana bakın.. Kimi tercih edersiniz. Bizim modelimiz Afrika'nın Kuzey'i için bölgesel kalkınma açısından ilginç bir model. Avrupa Birliği'nin demokratik değerleri ile çoğunluğu Müslüman olan bir ülke diğer yanda da AKP'den kısmen daha radikal olan siyasi partiler. Durumu değerlendirdiğini ve analiz ettiğini gördüm. Bir başbakan olarak ülkesi için fırsat ve avantajları kolluyor, parti lideri olarak da aynı şeyi partisi için yapıyor.


(BB)