Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Valilik ve Belediye ziyaretinin ardından Dumlupınar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde düzenlenen Akademik Yıl açılışına katıldı. Açılışta konuşan Arınç, şunları söyledi:

"Türkiye'de şu anda 168 üniversitemiz var. 3 üniversitemiz de kuruluş aşamasındadır. Dolayısıyla 170'i aşan, 103'ü devlet, kalanı vakıf üniversitesi olmak üzere büyük bir zenginliğimiz var. Artık Türkiye'nin her ilinde en az bir devlet üniversitemiz var. Iğdır'da, Şırnak'ta, Hakkari'de, Türkiye'nin 81 ilinde en az bir üniversitemiz olduğunu biliyoruz ve bundan gurur duyuyoruz. Üniversitelerin olduğu yerde bilgi, üretim, kalkınma ve refah var. Üniversitesi-sanayi iş birliği bunlardan biridir. Üniversitenin sahip olduğu imkanların, elbette o ilin ve o ülkenin gelişmesine büyük katkılar sağladığını biliyoruz. Üniversiteler ürettiği bilgi ve birikimle şehirlere, hatta tüm insanlığa huzur ve refah kazandırırken, bilhassa gençlerimizin hayatlarını ve geleceğini şekillendirmektedir."

Konuşmasını hazırladığı metinden okuyan Arınç, daha sonra metni bırakarak, "Ben böyle ters bir adamım. Çok güzel bir konuşma hazırlıyorum ama yazıya bağlı konuşunca işin keyfi kaçıyor'' diyerek yazılı metni elinden bıraktı ve konuşmasını doğaçlama olarak sürdürdü.

Ülkenin kalkınması için önemli unsurlara gerek duyuduğunu ifade eden Arınç, şunları söyledi:

"Üniversiteler ülkemizde bilgiyi üreten ve insanımıza nitelikli eğitim vermek suretiyle bu bilgiyi çoğaltan bunun teoriden pratiğe dönüşmesini sağlayan ve insanımızı güçlendiren bir unsurdur. Bence bir ülkenin kalkınması için iki önemli unsura ihtiyaç var. Birincisi; bilgi ve hikmet, ilim dediğimiz şey. Çin'de bile olsa onu arayıp bulmak ve onu kazanmak zorunda olduğumuz bilgi. İkincisi de gençlik. İkisini birbiriyle birleştirebilirsek pek çok sorunu, pek çok zorluğu aşabiliriz. Bilgi dediğimiz şeye ulaşmak bugün daha da kolaylaştı ama internete girip tıklamakla olacak bir şey de değil. Mutlaka bunu kitaba, laboratuvara, hoca-öğrenci ilişkisine dayalı bir yönü var. Yani pratik bilgileri edinmek çok kolaylaştı. Global dünyada elinizde ipad, bilgisayarlar, internet erişimleriyle Google amcaya ne sorarsanız, bir şeyler öğrenebiliyorsunuz. Ancak bu, o anda sizin ihtiyacınızı gideren bir şeydir. Bilgi, hikmet, bunun kökeni, bunun insana kazandıracağı nosyon, felsefe ayrı bir şeydir. Dolayısıyla bilgiyi bütünüyle çok iyi kavramak, anlamak ve kaynaklara dönmek zorundayız. Bunu üniversiteler sağlayabilir. İkinci unsur; genç nüfus. Bu bakımdan çok zenginiz. Birçok Avrupa ülkesinden çok daha öndeyiz ve zenginliğimiz çok büyük. Neden? Çünkü 75 milyon nüfusun yarısından fazlası 30 yaşında altında, bu 30 yaşın altındaki nüfusun da 18 milyonu eğitim çağında olan bir ülkeyiz. Gençlik bir servettir. Çünkü dinamiktir, idealisttir, bilgiye açıktır ve hele iyi yetiştirilirse o ülkenin geleceğinin en büyük teminatıdır. Dolayısıyla Avrupa'da yaşlanan bir nüfus varken, Türkiye de genç nüfusunu hala muhafaza ediyor ve geliştiriyorken, Sultan Alparslan'ın Malazgirt'te Anadolu'nun kilidini açtığı günden bu yana bin yıl geçecekse, bin yıl sonra Türkiye'nin hedefleri de mutlaka büyük olmalıdır. Büyük bir devlet ve büyük bir milletiz, küçük işlerle uğraşmak bize yakışmaz. Önümüzdeki hedefler, boyumuz kadar olmamalı. Bu hedefler çok büyük olmalı, çok daha uğrunda çaba sarf edeceğimiz ama iftihar edeceğimiz hedefler olmalı. Dolayısıyla üniversitelerimizde milyonlarca öğrencimiz varken ve üniversite sayısı da 170'i geçmişken bu kinetik enerjiyi mutlaka değerlendirmemiz gerekiyor. Bunlar için üniversiteler en iyi ortamlardır."

ÜNİVERSİTELERDE HERKES DÜŞÜNCESİNİ RAHATLIKLA SÖYLEYEBİLMELİDİR

Düşünce ayrılıkları olmasına rağmen herkesin düşüncesini rahatlıkla söyleyebilmesi gerektiğini belirten Arınç, şunları söyledi:

"Şüphesiz üniversitelerde dışlayıcı, kısıtlayıcı, standart bir anlayış olamaz. Üniversitelerde herkesin düşüncesini, ifadesini rahatlıkla ortaya koyması, kaynaklardan rahatlıkla istifade etmesi, ayrımcılığın şu veya bu şekilde hiç yaşanmaması lazım. Bu ayrımcılıklar bize yıllarımızı kaybettirdi. Bizi birbirimize düşman ettiler. Düşünce ayrılıkları elbette olacaktır. En çok beğendiğim bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı var. Düşünce ve ifade özgürlüğünü içine alan bu mahkeme kararı, 'İfade özgürlüğü, bütün özgürlüklerin bir bileşkesidir. Çünkü o, hepsini içinde toplayan bir özgürlüktür' diyor ve tarif ediyor; 'Sizin hoşunuza giden, alkışladığınız, 'Aman ne güzel konuşma' diye tasvip ettiğiniz şeyler ifade özgürlüğüne girmez. Bu zaten işin doğasında vardır. Ancak sizin nefret ettiğiniz, yüzünüzü buruşturduğunuz, 'Bu kadar da olur mu canım, nereden çıktı bu?' dediğiniz her şey ifade özgürlüğünün içine girer. Peki bu özgürlük sınırsız mı? Hayır, sınırsız değil. Böyle bir hayvanlar aleminde yaşanabilecek özgürlüğün insanlar için söz konusu olmaması lazım. Bunun da üç evrensel standardı var. Birincisi; suç işlemeye tahrik etmeyecek. İkincisi; ifade özgürlüğünü kullanırken dayatmacı olmayacak, şiddeti, silahı tercih etmeyecek. Üçüncüsü; kişilik haklarına saygı gösterecek. Bu üç sınırlamaya dikkat ettiğiniz zaman her aykırı şeyi söyleyebilir, kitabını yazabilir, karikatürünü çizebilirsiniz. Bütün bunların ülkemizde günden güne daha da güçlendiğini görüyoruz."

YUH ÇEKEBİLİRSİNİZ AMA BİR SINIRI OLMALI

Ürniversite açılışlarında protestolarla karşılaştıklarını ifade eden Arınç, herkesin istediğini belli sınırlar içerisinde söyleme hakkının olduğunu söyledi. Arınç, şöyle konuştu:

"Bazı üniversitelerin açılışlarına gidiyoruz. Her yerde olabilir ve doğaldır. Herkesin her şeyi beğenme mecburiyeti yok. Beğenmediğinizi tepkilerinizle ortaya koyabilirsiniz. 'Yuh' çekebilirsiniz, pankart asabilirsiniz ama bütün bu gösterilerin bir sınırı olmalı. Orada bin kişi varsa, bin kişinin huzurunu bozacak şekilde bunu yapamazsınız. Üç dakika bağırırsınız, iki afişinizi gösterirsiniz, ondan sonra da 'Ben işimi yaptım' deyip çeker gidersiniz. Ancak saatler boyu onu, bunu fırlatarak, toplantının, organizasyonun güvenliğini tehlikeye atacak tarzda, insanı darbetmeye yönelik bir şeyi kanunlar müdafaa etmiyor. Esasen insanlar protesto hakkını bireysel olarak kullanabilir ama bunu bir kadro olarak yapanlar da var. Türkiye'de kadrolu nümayişçiler var. Onları bir gün Dumlupınar Üniversitesi'nde görürsünüz, ertesi gün Manisa Celal Bayar'a giderler, öbür gün Bursa Uludağ'da olurlar. Seyyardırlar, mobil halde gezerler ve onları herkes tanır. Kamera kayıtlarına bakıyoruz bazen, Muğla Üniversitesi'nde kim varsa üç gün sonra Uludağ'da onlar karşımıza çıkıyor. Bir şey yaptıklarını zannediyorlar. Kendilerince haklı olduklarına inanıyorlar. Bize göre haklı değiller ama onlar kendilerini böyle inandırmış. Gel kardeşim, protestonu yap ama insani bir şekilde, demokrasinin içinde yap. Benim ne kadar konuşma özgürlüğüm varsa senin de o kadar dinleme özgürlüğün, beğenmediğin bir şeyi protesto etme özgürlüğün var. O zaman üç dakika yap da ondan sonra millet dinlesin, biz konuşalım. Demokrasi dediğimiz böyle bir şey. İşte demokrasinin en erdemli görüntülerinden biri de bu kadar üniversite içinde Dumlupınar Üniversitesi'nde. Sizi ayrıca kutluyorum."

ÖĞRETİM ELEMANLARIMIZIN MAAŞ VE ÖZLÜK HAKLARINDA GELİŞMELER OLACAK

Üniversitelerin sayısının arttığını ancak nitelik ve niceliğin önemli olduğunu vurgulayan Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Öğretim üyelerimizin sayısını artırmamız lazım. Öğretim görevliliğini, araştırma görevliliğini cazip hale getirmemiz lazım. Yani onların özlük haklarını, maaşlarını, sosyal imkanlarını da bir öğretim üyesi olmaya aday, bu işi severek yapan, tez, araştırma gibi konularda üniversitede öğrenciyle karşı karşıya gelecek tüm arkadaşlarımızın bugünkü imkanlardan daha da ileride olması lazım. Bunu takip ediyoruz, bunun bir eksiklik olduğunu biliyoruz. Özellikle öğretim elemanlarımızın maaş, özlük hakları ve sosyal imkanları konusunda gelişmeler yaşanacaktır. Maliye Bakanı olsaydım belki daha rahat rakam verebilirdim ama şimdilik şu kadarını söyleyeyim; işin üstündeyiz, buna hakkınız var, hakkınızı da en güzel şekilde zaman zaman ifade ediyorsunuz. Bunu gözardı edemeyiz. İnanıyorum ki öğretim elemanı, öğretim üyesi olmak için arkadaşlarımız bundan sonra yollarına daha rahat bir şekilde devam edecek. Onları takdir ettiğimizi en azından bunu gerçekleştirmek suretiyle göstermiş olacağız."

ÖĞRENCİ HARÇLARINI KALDIRDIK

Harçların kaldırılmasının Osmanlı döneminden itibaren alınan en radikal karar olduğunu sözlerine ekleyen Arınç, konuşmasını şöyle tamamladı:

"Son bir karar aldık ve üniversitelerde harçların, katkı paylarının kaldırılmasına karar verdik. Bu özellikle birinci öğretim ve açık öğretim için geçerli. Miktar yaklaşık 3,5 milyon öğrenci olarak aklımda kaldı. Bunların her birinden aldığımız katkı payını, Bakanlar Kurulu yetki verdiği için esasen son yıllarda artırmıyorduk, bu kez tamamen kaldırdık. Sadece ikinci öğretimde 500 bin civarında öğrencimizin öğrenim ücretleri söz konusu olduğu için bu bir yasal düzenlemeyi gerektiriyor. Hükümet olarak bunu söyledik. 'Şimdilik uygun görmüyoruz' dediler. Ancak 3,5 milyon öğrencimizin 1,3 milyar lira tutan harçlarını Hükümet olarak kaldırdık ve öğrencilerimizin, ailelerinin bütçesine bir katkı yapmak istedik. Bu son yıllarda, hatta Osmanlı döneminden bu yana alınan en radikal karardır. Çünkü bu harçların karşılığı üniversitelerin ihtiyaçları için harcanıyor. Üniversiteler bu harçtan mahrum olduğu için şimdi onların mahrum olduklarını Hükümet olarak bütçeden karşılamak gibi bir mükellefiyetimiz oldu. Olsun, her şeyi göze alıyoruz. 2002 yılında üniversiteler de dahil olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı'na ayırdığımız bütçe 7 milyar lira civarındaydı. 10 yıl sonra geldiğimiz nokta 41 milyar liradır. Eskiden Milli Savunma Bakanlığı bütçesi TBMM'ye gelir, otomatikman geçerdi. Birinci sırada, Milli Savunma Bakanlığı'na ayrılan pay olurdu. Çok şükür 6 yıldan bu yana Milli Eğitim Bakanlığı'na ayırdığımız pay, bütçenin birinci sırasındadır."



OK(KA/SS)