AKP'nin iktidara geldiği yıllarda IMF'ye olan borcun 23 milyar dolar olduğunu belirten Babacan, "Merkez Bankası'nın toplam rezervi 28 milyar dolardı. IMF'ye olan borcumuz bugün itibarı ile 400 milyon dolara indi. Mayıs ayında da son taksiti ödeyip borcu sıfırlıyoruz" şeklinde konuştu.

AKP hükümeti sağ cepten alıp sola cebe koyuyor


Oysa gerçek hiç de AKP hükümetinin anlattığı gibi değil. Tahvil ihracı ve uluslararası finansal piyasalardan borçlanmaya devam ederek IMF’ye olan borcunu azaltmaya çalışan hükümet, aslında sağ cepten alıp sola cebe koymaktan başka bir şey yapmıyor.

2002 yılı sonunda Türkiye’nin dış borcu 130 milyar dolar yani milli gelirin yüzde 56’si iken, Hazine’nin yayınladığı bilgilere göre, 2012 yılında Türkiye’nin brüt dış borç stoku katlanarak 326 milyar dolar ulaştı. Bunun 101 milyar doları kamu borcu, 7 milyar doları Merkez Bankası borcu, 217 milyar doları ise özel sektör borcu olarak hesaplandı. Buna göre, özel kesim borcu 2002’ye göre dört kat, toplam borç ise bir buçuk katı artmış oldu.

Artan borçlara AKP makyajı: Kamunun değil, özel sektörün ve bankaların borcu hızla yükseliyor
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, AKP’li yıllarda kamunun yerine bankalar ve özel sektörün borçlanması. 2012 yılının ilk 9 ayında kamu borcu sadece 6,7 milyar dolar artarken, özel sektörün borç stoku 21 milyar dolar büyüdü. Böylece hükümet toplam borcun GSYH içindeki payının azalmasına sağlayarak ekonomik propagandasını güçlendirmeye çalıştı.

Öte yandan, ucuz faizle borç bulabilecek bir pozisyonda olan AKP hükümeti, kamunun uzun vade ve ucuz faiz ile borçlanmasını sağlarken, özel sektörün ise kısa vadeli borçlanması artıyor. 2002-2012 yılları arasında özel sektörün uzun vadeli borçları yüzde 371 artarken, kısa vadeli borçları ise yüzde 540’a ulaştı.

Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş’ın yaptığı incelemeye göre, Türkiye’nin 2002 yılında brüt dış borç GSYH'nin yüzde 56,2'si kadar bir büyüklüğe sahip iken, bu oran üç yıl boyunca geriledi ve 2005'te yüzde 35,4’e indi. Sonraki yıllarda dalgalı bir seyir izlemekle birlikte yeniden artış eğilimine giren borcun GSYH'ye oranı, 2009'da uzun bir aradan sonra yüzde 40 sınırını bir kez daha aştı ve yüzde 43,7 oldu.

Borcun GSYH'ye oranı geçen yıl ise az da olsa bir gerileme göstererek yüzde 39,7’ye indi.

Aktaş’a göre, özel sektörün 2002 sonunda toplam 43,1 milyar dolar dış borcu bulunurken, bu borcun 13,9 milyarı kısa vadeli, 29,2 milyarı uzun vadeli borçtan meydana geliyordu. Ancak aradan geçen on yılda özel sektörün dış borcu 5'e katlandı. Özel sektörün toplam dış borcu 2002 sonundan 2012 sonuna kadar geçen 19 yılda yüzde 425 artış gösterdi. Bu dönemde kısa vadeli borç yüzde 540, uzun vadeli borç yüzde 371 arttı.

Öte yandan, on yıllık dönemde bankaların toplam dış borcunda da 1 katlık bir artış yaşandı. Bankaların 2002 sonunda 3 milyar dolar olan uzun vadeli kredi borcu 2012 sonunda 40 milyara ulaştı. Kısa vadeli borç ise 9 kat artışla 5,9 milyar dolardan 58,5 milyar dolara çıktı. Buna göre, bankaların toplam borcu 10 kat artışla 8,9 milyar dolardan 98,5 milyar dolara yükselmiş oldu.

Emekçiler tehdit altında
On yıllık iktidarı boyunca Cumhuriyet tarihinin en yüksek borç oranını yaratmış olan hükümet, iktidara geldiğinden bu yana, ülkenin IMF’ye olan borcunun azaldığını öne sürerek geniş halk kitlelerini buna ikna etmeye çalışsa da, uluslararası derecelendirme kuruluşları her fırsatta artan dış borç yükünün AKP’nin yumuşak karnı olduğunu dile getiriyor.

Son olarak S&P yaptığı değerlendirmede, Türkiye'nin yüksek dış borcunun yarattığı riske dikkat çekmişti. Bir dönem Başbakan Erdoğan’ın hedef tahtasına koyduğu S&P, Türkiye'nin notu değiştirilmemekle beraber, pozitif olan kredi notu görünümü durağana çevirirken, dikkate aldığı en önemli göstergelerden biri dış borçlar olmuştu.

Bu bağlamda, her ne kadar AKP hükümeti popülist politikalar ile kamunun borç yükünü görece hafifleterek ekonomik propagandasını yapmaya devam etse de, özel sektörün hızla artan dış borcunun yarattığı risk bütün emekçileri tehdit altında bırakıyor. Dolayısıyla kurlarda yaşanacak en ufak bir artış ve ortaya çıkacak panik havası söz konusu bu politikasızlığın bedelinin emekçi halka ödetilmesi anlamına gelecek.

soL Portal