DAVRANIŞ KALIPLARININ DEĞİŞMESİNİN ZAMAN ALACAĞI AŞİKAR


Panelde ilk konuşmacı olan Azize Sibel Gönül, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın, kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını tanımladığı 17. maddesinin, "Herkesin yaşama hakkını garanti altına almayı ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağını" taahhüt ettiğini dile getirdi. Kadına şiddetin, bu anayasal hakkın ihlali anlamına geldiğini vurgulayan Gönül, "Bu ihlalin önlenmesi için devlete önemli sorumluluklar düşmektedir" dedi. Gönül, kadına yönelik şiddet sorununun ne Türkiye ile başladığını, ne de Türkiye'ye özgü olduğunu söyleyerek, "Sadece en iyi kanunu yapsanız bile bir takım davranış kalıplarının değişmesinin zaman alacağı aşikar. Bunların bir anda değişmesini beklemek de çok gerçekçi olmayacaktır. Dolayısıyla bu noktada, toplumun her bireyine büyük sorumluluklar düşmekte" diye konuştu.


KANAAT ÖNDERLERİNİN SÖYLEMLERİNE DİKKAT ETMELERİ GEREKİYOR


Melda Onur da, Türkiye'de şiddetin sadece kadına dönük bir şey olmadığını belirterek,  "Çocuğa dönük şiddet var. Erkeğin erkeğe, erkeğin kadına, kadının kadına, kadının çocuğa, erkeğin çocuğa, bütün herkesin hayvanlara şiddet" dedi. Kanaat önderlerinin söylemlerine dikkat etmeleri gerektiğine işaret eden Onur, şöyle konuştu:


"Siyasiler, herhangi bir Ahmet bey, Mehmet bey değildir. Onlar başka birileridir ve onların ağızlarından çıkan şey kelebek etkisi şeklinde toplumun bütün katmanlarına yayılıyor. Azize Hanım'dan özür dileyerek bir şey söyleyeceğim. Ülkenin Başbakanı, 'Bazı bayanlar ekranlarda kadın-erkek eşitliği diyor. Bu eşitlik, haklar konusunda eyvallah ama diğeri yaradılışa ters' dediği zaman, ben onun iyi niyetine inanıyorum. Fakat şimdi bu cümle aşağı doğru bambaşka bir dalgalanma şeklinde gittiğinde, insanlar pembe otobüslere, kızlar ve erkekler arasına cetvel koyma noktasına kadara gidebilir. O yüzden siyasilerimiz, özellikle Başbakan gibi toplumun bir kesiminin çok sevdiği bir liderin böyle bir cümleyi kurması, arkasında ne olursa olsun, açıkçası farklı da olabilir, bir noktadan sonra tabanda farklı algılamalara neden olabiliyor."


 


KADINDAN BOŞALAN ALANI ERKEKLER DOLDURMUŞLAR


Gültan Kışanak ise, kadınların yaşadığı problemlerin, politika dışında bir konu olmadığını ifade ederek, "Biz kadınlar, bu konuyu tartışırken tabii ki kadın olmaktan kaynaklı yaşadığımız sıkıntıları gündeme getirirken, bu işin politik yönü bazen önümüze engel oluyor, bazen ön açıcı oluyor. Hele hele bizim gibi ülkelerde politika böyle olumsuz algılanan ülkelerde kadınların sorununu politik bir sorun gibi sunduğumuzda bu bir engelleyici durum olabilir. Yani bizim gibi ülkelerde politika öyle çok da sevimli bir şey değil. Kadınların yaşadığı problemler, buna şiddet de dahil, aslında politik bir sorundur ve bu böyle bakılıp değerlendirilmezse doğru çözümlerde bulunulamaz" dedi.


Türkiye'deki kadın hareketinin oldukça iyi bir yerde durduğunu söyleyen Kışanak, şöyle konuştu:


"Kadın hareketi aslında yapması gerekeni büyük ölçüde yapıyor. Ama çözemiyoruz. Kadına yönelik şiddet de dahil olmak üzere kadınların cins kimliklerinden kaynaklı sorunları aslında politik bir durumdur. Çünkü kadınlar hayattan dışlandıkça, bir sosyal grup, bir etnik grup, bir cins grubu, bir alandan dışlandıkça diğerleri kendilerine fazla yer açıyorlar ve yerin nimetlerini ellerinden bırakmak istemiyorlar. Kadın cinsi, egemenlik sistemi içerisinde kadın giderek güçsüzleştirilmiş ve kadından boşalan alanı erkekler doldurmuşlar ve bu bir nimete dönüşmüş ve burayı terk etmek istemiyorlar."


Bir zihniyet devrimine ihtiyaç olduğunu ifade eden Kışanak, "Kadını ikincil görmeyen bir bakış açısına ihtiyacımız var. Bu konuda Türkiye'nin giderek kötüye gittiğini düşünüyorum. Çünkü yanlış yerlerde tartışıyoruz konuyu" dedi.


DG-YK (MK) (FOTOĞRAF)