En son Dolar'ın zirve yapması, ardından sert düşüşü ve tekrar yükselişe geçmesi, ekonomide dikişlerin bir türlü tutmayacağının göstergesi. Yönetenler de, yönetilenler de derin bir kriz yaşıyor. Sermaye'nin fraksiyonları da bölünmüş durumda.

TÜSÌAD açıkça gidişatdan hoşnut olmadığını belirten açıklamalar yaparken, AKP iktidarından beslenen MUSİAD, "Reislerinin" arkasında duran mesajlar veriyor. İşsizlik ve sefalet had safhada, halkın öfkesi de öyle ama sokaklara dökülen bir patlama henüz yok. Bunun nedeni; Tüm halkın güvenini kazanmış bir muhalefetin olmayışı, var olanlar ise etnik, mezhepsel ve milliyetçi kalıpları, dar görüşlü çapsızlıkları yüzünden tüm halk kesimlerini kucaklayan bir hareket geliştiremiyor.

Toplum, Türkçülük, Kürtçülük, İslamcılık şeklinde bölünmüş gibi. Bu üç akımı temsil eden siyasi parti ve örgülenmeler, aslında ülkenin tümüne düşmanlık eden akımlardır. Milliyetçilik ve dincilikten beslenen kitleler, asıl sorunlarını dile getiren bir mücadele yerine, birbirlerine karşı konumlanan bir bölünme içindeler, Bu da her türlü pisliği ve zorbalığı gündemden düşmeyen AKP çetesinin ömrünü uzatmaya hizmet ediyor.

Türkçüler; Anadolu'nun kadim halklarına Türkçülüğü dayatmakla bölücülüğün ilk adımını atanlar oldu. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında motivasyon amaçlı söylendiği açıklanan "Ne mutlu Türk'üm diyene..." cümlesini bile anlamadan Türk ırkçılığına savrulan doktrinler üretildi. Oysa bu cümle, 600 yıllık Osmanlı döneminde hala Türklüğünü keşfedememiş, üstelik aşağılanmış Türklere bir özgüven aşılama amaçlıydı. Yani ailede veya mahallede adam yerine konulmadığı için kendi özgüvenini yitirmiş, aşağılık kompleksi içine düşmüş birine, "Sen, değerli ve zeki bir varlıksın. Sende diğerleri gibi başaracak kadar yeteneklisin. Kendinden utanma, kendinle gurur duy." gibi bir cümle ama bunu ırkçılığın temeli haline getirmek, gerizekalı Türkçüler'in işi oldu.

Bunun, engelli öğrencisine moral ve özgüven aktarmak, onu motive etmek isteyen bir öğretmenin; "Sen çok değerlisin. Kendinle gurur duy !" cümlesinden ırkçılık üretmekten bir farkı yok.

Mustafa Kemal'i anlamayan Kemalistler'in papağan gibi; "Ne mutlu Türküm diyene.!" cümlesini tekrarlamaları, sanki, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez olmak bir mutsuzluk kimliğiymiş gibi bir algı yarattı. Doğal olarakda, Türk olmadığı için mutlu olmayı hak etmemişler olarak, dışlanan, ötekişleştirilen ve aşağılanan bir duygu yaratıldı. Kürtçülük, işte bu duygudan beslenen bir tepki hareketi oldu ve kendi kimliklerini Türkçülüğün karşısına koyarak; " Biz de varız.!" dediler. Yani; etki-tepki refleksi.

Resmi tarihte; "Anadolu'nun Türkleşmesi" diye anlatılan şeyler, gerçekte Anadolu'da Türk olmayan halklara uygulanan zorla asimilasyon politikalarıdır. PKK ve Kürtçülük işte bu politikaların geri tepen sonuçlarıdır. Bu tıpkı soğuk olmaz ise, sıcak olmaz karşıtlığı gibidir. Türkçülük olmasa idi, Kürtçülük olmayacaktı. Bu durumda, bölücülüğün ilk adımı atan Türkçülük, ikinci adımı atan Kürtçülük olmuştur.

Günümüzde İP, AKP, MHP, CHP'nin bir kanadı, Perinçek güruhu gibileri Türk milliyetçiliğinin değişik tonları olurken HAK-PAR, PKK gibi oluşumlarda (kısmi de olsa HDP) Kürt milliyetçiliğinin limanları olmuştur ve her iki tarafta, kendi tabanlarını bir diğerine karşı düşmanlaştıran bir çizgi izlemiş ve bundan beslenmiştir.

Genelde hem Kürtlerde, hem Türklerde bölünme isteği yok. Pratikte de mümkün değil zaten. Çünkü 1000 yıla yayılmış bir iç-içe geçmişlik var. 40 yıldır, onca çatışma ve 50 binden fazla insanın öldürülmesine rağmen, Türkiye bir Yugoslavya olmadı. Buna aslında sevinmek gerek ama diğer taraftan halkları birbirine karşı düşmanlaştıran ırkçı-milliyetçi taraflara karşı mücadele etmek gerek. Devletin, insanların diline, dinine, kültürüne ve tercihine karışmadığı bir düzende ortaklaşmış bir yurtseverlik, ortaklaşmış kader ve sevinç, ve de acı etrafında birleşmekten başka çare yok.

Amerika, Kanada, Brazilya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerde farklı dil, din, kültürler nasıl bir ulus olmayı başardıysalar, bu Türkiye için de geçerli olabilir. Bunun önündeki üç büyük engel yani; Türkçülük, Kürtçülük ve İslamcılık aşılmadan, onların toplumsal tabanı eritilmeden modern ve demokratik Türkiye uluslaşmayı başaramaz ve ezilenlerin açlığına, sefaletine karşı, devleti ele geçirmiş AKP faşizmine karşı mücadele etmek için tam bir birlik sağlanamaz.

Çağdışı ve geri olan, milliyetçilik ve mezhepçilik belası, gerçekte ezilenlerin düşmanı, ezenlerin dostudur.

Bu gerçeği görmeyen her halk, yenilmeye mahkumdur...