Ortadoğu’da bulunan, ama hiç bir zaman Ortadoğulu olamayan »ikiz devletler« Türkiye ve İsrail ilişkilerindeki »normalleşme« eğilimi, Türkiye’deki burjuva medyasında kimilerinin kafasını hayli karıştırmış besbelli. Tescilli Yahudi düşmanı siyasal İslam, Türkiye-İsrail »yakınlaşmasına« İslami hülle arayadursun, biz bu gelişmenin arka planına bakalım.

Aslında Türkiye ve İsrail egemenleri arasında, emperyalizmin öncelikli stratejik partneri olma rekabeti ve bölgesel hegemonya çelişkileri dışında herhangi bir düşmanlık hiç bir zaman söz konusu olmamıştır. AKP rejiminin »Mavi Marmara« ve Gazze söylemleri toplumsal tabanına yönelik egemenlik aracından başka bir şey değildir. Karşılıklı olarak hamaset söylemini kullanan Türkiye ve İsrail hükümetleri, çıkarlar söz konusu olduğunda hemen ortaklaşabilmektedirler.
İki tarafın »yakınlaşmasının« temel nedeni doğal gaz ve petrol nakliyatı ile su tedariki konularında olan ortak çıkarlarıdır. İsrail, Doğu Akdeniz’deki Levante Havzasında çıkardığı doğal gazı ve 1967’den beri işgal ettiği Golan Tepelerinde kısa bir süre önce bulunan petrolü Türkiye üzerinden pazarlamak istemektedir. Bunun için Golan Tepelerinden ve Suriye topraklarından geçerek, inşası uzun zamandır planlanan Kerkük-Rojava-Ceyhan boru hattına Kilis yakınlarında bağlanacak bir boru hattı planlanmaktadır. Aynı zamanda bu doğal gaz ve petrol boru hattına paralel olarak, Türkiye Kürdistan’dan İsrail’e su taşıyacak bir hat daha planlanmaktadır.
Türkiye ve İsrail’in doğal gaz, petrol ve su nakliyatı planlarının önündeki tek engel Suriye devletidir. Esad rejimi bu nedenle alaşağı edilmeye çalışılmakta, Suriye iç savaşı bu nedenle körüklenmektedir. Rojava’nın özerkliğini tanıyan demokratik ve federatif bir Suriye bu nedenle engellenmek istenmektedir. Türkiye ve İsrail’in planları, gerek emperyalist güçlerin, gerekse de Suudi Arabistan ve Körfez despotlarının uzun vadeli stratejik hedefleriyle örtüşmektedir. AKP rejimi, Netanjahu hükümeti, bölgedeki diğer despot rejimler ve emperyalizm – aralarındaki tüm çıkar çelişkilerine rağmen – bölgedeki enerji ve su kaynakları ile nakliyat yollarını kontrol almaya çalışan stratejik ortaklar olarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmişlerdir. Erdoğan-Netanjahu-Barzani ortaklığının Rojava düşmanlığının nedenleri bu ortak hedeflerdir.
Ancak Türkiye-İsrail »yakınlaşması« olarak nitelendirilen adımların dikkate alınması gereken bir başka noktası daha var: Türkiye ve İsrail, aynı Polonya ve Macaristan’ın olduğu gibi, mezhepçi/dinci-muhafazakâr milliyetçiliği manivelası hâline getiren otoriter-neoliberal güvenlik rejimlerinin laboratuvarları olmaları. Türkiye’de Sünni-muhafazakâr milliyetçi otoritarizm inşa edilirken, İsrail saf »Yahudi devleti« adı altında Apartheid rejimini anayasal çerçeveye oturtmak istiyor, Polonya ise »katolik Leh devletini« oluşturuyor.
Türkiye, İsrail, Polonya ve Macaristan’a bakarak, »normalleşmekte« olanın neoliberal güvenlik rejimleri ve mezhepçi/dinci-muhafazakâr milliyetçiliğin devlet aklı hâline gelmesi olduğunu söyleyebiliriz. Kapitalist sömürü ve emperyalist yayılmacılığın 21. Yüzyıl’daki asıl gereksinimi olan bu rejimler alaşağı edilmeden ne demokrasi, ne de barış olanaklıdır.