Erdoğan, kendisinin yöneteceği Türk devletini Osmanlı Türk-İslam imparatorluğu olarak tasarlamaktadır. Erdoğan amacını gerçekleştirmek için tasarladığı bu sistemle, kendisini belli oranda sınırlandıran ayak bağlarından kurtulmak, bütün güç ve karar süreçlerini kendi eline almak ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir rahatlıkla yoluna devam etmek istemektedir. 

Uzun süredir bu amaçla gerekli gördüğü stratejik düzenlemeleri yapmaktadır. Bu değişikliklerin önemli olanlarından birisi “cumhurbaşkanlığı sistemi” diye topluma sunulan ve dayatılarak kabul ettirilen sistemdir. Yeni sistemin en belirgin özelliklerinden birisi cumhurbaşkanının da halkoyu ile seçilmesidir.  

Yeni sistemle Erdoğan iktidarın güç ve olanaklarını önemli ölçüde elinde toplayabilmiştir. Ancak buna rağmen henüz her şey Erdoğan’ın istediği gibi değildir. Şu an Erdoğan’ın kişisel iktidar arzusunu ilgilendiren sorunların önemli bir kısmı, bundan kaynaklanmaktadır.

Yeni sistem Erdoğan’ın hesaplarını bozan önemli bir sorunu ortaya çıkartmıştır. Birincisi, bu sistem hilesine, hurdasına ve hırsızlığına rağmen Erdoğan’ı iktidara taşımış, ama istediği düzeyde bir güç birikimi ve iktidarda kalma garantisi sağlayamamıştır. İkincisi bu nedenle Erdoğan, mafya gibi gayri meşru olanları da dahil olmak üzere küçük ortaklara muhtaç olmuştur. Bu sistem, cumhurbaşkanlığı seçiminde bütün partilerin birbirleriyle ittifaklar geliştirmelerini zorunlu kılan bir sonuç yaratmıştır.

Mevcut durumda Türk siyasal sisteminin iktidarı/hâkim gücü ile muhalefeti şöyle şekillenmektedir.  

Sistemin hakim unsuru Erdoğan, “hazır ol”da bekleyen küçük ve daha küçük ortakları MHP ve Vatan Partisi ile onların yanında mafyası ve dini cemaatleriyle kurduğu “cumhur ittifakı”yla yoluna devam etmektedir.

Bunun karşısında ise CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi ve AKP de ayrılan diğer partilerden oluşan “millet ittifakı” bulunmaktadır.

Demokratik muhalefet ise bu iki gücün dışında ve esasını HDP’nin oluşturduğu kesimlerden ibarettir. HDP’nin halklarda özellikle Kürt halkında, Alevilerde ve toplumun ezilen diğer kesimlerinde yarattığı güven ve umut ve elde ettiği kitlesel destek, dengeleri değiştirmektedir.   

Ortaya çıkan tablo şudur; bir yanda “cumhur ittifakı”, bir yanda “millet ittifakı.” bunların ikisinin de dışında demokratik- devrimci güçler ve HDP. HDP bazı sorunlarda örneğin cumhurbaşkanlığı gibi yüzde elli oy alınmasını gerektiren konularda tek başına hareket edememektedir. Bu durumda HDP ne yapmalıdır? 

HDP’nin bu ittifaklara nasıl yaklaşacağını belirleyecek olan belirtilen siyasal yapıların Kürt sorununa yaklaşımıdır. “Cumhur ittifakı”nın “en son mermiye kadar savaş” yöntemini kullandığı ve bundan ısrar ettiği ortadadır.  İktidar partisine ortaklarına karşı en kararlı ve en etkili mücadeleyi sürdüren HDP’nin “cumhur ittifakı”yla bir ortalığı olamaz.

Peki HDP, “millet ittifakı”yla nasıl bir ilişki içinde olmalıdır?  “Millet ittifakı”ndaki hiçbir partinin ise Kürt sorunu konusunda “cumhur ittifakı”ndan farklı bir projelerinin ve programlarının olmadığı defalarca test edildi ve görüldü. Açık ki Kürt sorununun demokratik çözümünü varlık gerekçesi yapan HDP’nin yeri “millet ittifakı” da olamaz. Bu partilerle yapılacak hiçbir iş birliğinde demokrasi çıkmaz. HDP hem birikimi hem kitle ve kadro yapısı hem de yıllardır elde ettiği yol gösterici tecrübeleriyle en doğru yolu izleyebilecek her olanağa sahiptir. 

HDP, sistemin gereği olarak ortaya çıkan iki seçimli durum dikkate alınarak, İstanbul seçimlerinden olduğu gibi özel ve yaratıcı taktikleri geliştirerek, eğemenler arasındaki çelişkilerden demokrasi adına bazı kazanımlar elde edilebilir. Zaten HDP yetkilileri son açıklamalarıyla bu konuda gayet doğru bir politik hat belirlediklerini ortaya koymuşlardır.   

 Bugün Kürt halkının örgütlü yapısı, ulusal demokratik bilincinin gelişmişlik düzeyi, Alevi toplumunun yarattığı örgütlü güç ve imkânlar, kadınların, gençlerin ve emekçilerin mücadelesi, ekolojik mücadele gibi çok yönlü mücadele dinamiklerinin varlığı ve bu dinamiklerin Kürt özgürlük hareketiyle geliştirdiği yakınlıklar demokrasi güçlerinin sahip olduğu en büyük değerdir. Kazanmak için bu değerlere sahip çıkmaktan ve mücadeleyi daha çok yukarıya taşımaktan başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktur.   Demokratik muhalefetin sahip olduğu olanaklar ve mevcut siyasal koşullar bundan önceki dönemlerden olduğundan çok farklıdır ve bugün özgür geleceği kazanabilmek için, önemli imkânlar, fırsatlar ile uygun siyasal koşullar bulunmaktadır. Bundan önceki bütün demokratik mücadele dönemlerinde demokrasi güçleri, kendi hedeflerini gerçekleştirecek olanaklara sahip olmadıkları gibi dönemin koşulları da yeterince kolaylaştırıcı değildi.

HDP, bu coğrafyanın ezilenlerinin makus talihi değiştirmeye adaydır ve bunu yapabilecek yegâne güçtür. Kürt halkının, demokrasi güçlerinin ve tüm ezilenlerin ortaya koyduğu bu mücadele, Türk devletinin bütün hesaplarını bozmakta, etkilemekte, değiştirmektedir. Az çok gelişmeleri takip eden herkes bilir ki, HDP ve aldığı 6,5 milyon oy olmasaydı, Erdoğan’ın planı tıkır tıkır işliyor olacaktı. HDP’nin varlığı ve kitlesiyle birlikte ortaya koyduğu direniş, devletin de Erdoğan’ında kimyasını bozmaktadır. 

 Bu nedenle iktidar partisi AKP/MHP ve en küçük ortak, HDP’ye karşı her türlü ahlaksızca saldırıyı sürdürmektedir. İktidar dışı blok ise hem bu saldırılara katkı sunarak hem sessiz kalarak hem de gerektiğinde bu saldırıları kolaylaştırarak demokratik muhalefete düşmanlıklarını sürdürmektedirler. Böylece her iki blokta esasında HDP’yi ve demokratik muhalefeti tasfiye ederek oylarını alabilmeyi hesaplamakta ve bunun için her yola başvurmaktadırlar.

Ancak HDP ne bu saldırılara boyun eğecek kadar iradesiz, ne bu saldırılarla ezilecek kadar güçsüz ve ne de bu Osmanlı/Bizans oyunlarına gelecek kadar tecrübesizdir. HDP gibi sorunlara doğru teşhisler koyabilmiş, doğru çözümler üretebilmiş, bunları büyük bedeller ödeyerek pratiğe aktarmaya çalışmış ve çok yönlü düşünme kapasitesi olan bir partinin bunca doğrularından/emeklerinden kopuk politik bir hat izlemesi, istese de çok kolay, hatta mümkün olmayacaktır.   Ödenen bunca bedelden sonra halklar, kazanmaya mahkûm ve mecburdurlar.  Sorumluluk sahiplerinin bu gerçeği bilmeleri, herkesin görevini yapması ve rolünü oynaması kazanmanın garantisidir.  Çünkü zafer altın tepside sunulmayacak, herkesin elinden geleni kan revan içinde yaptığı bir sürecin sonunda, kopartılıp alınacaktır.