Türkiye de artan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, özellikle Suriyeli mültecilere karşı utanç verici boyutlara ulaşmış.

Sığınmacılara yönelik artan saldırılar, linç etmeler, aşağılamalar artık günlük yaşamın bir parçası haline gelmiş gibi gözüküyor.

En son Bursa'da 17 yaşında ki Suriyeli bir gencin Suriyeli bir kadına yapılan tacizi engellemek isterken dövülerek öldürülmesi, İstanbul'da metro turnikelerinin önünde Uygur bir kadının tekmelenmesi buna bir örnek.

Buna karşın toplumun geniş kesimi duyarsız. Sanki olağanmış gibi bir kanıksama var. Bu iki şeye işaret ediyor, ya toplumun geniş bir kesimi ırkçılığa onay veriyor, ya da ırkçılık virüsünü taşıdığının farkında değil. Belki üçüncü bir neden olarak, halkın kendi dertlerinden başını kaldıramayacak kadar derin bir kriz içerisinde bulunuyor olması da sayılabilinir.

Sonuç olarak, kaygı verici ırkçı-milliyetçi saldırganlıkların artması gerçeği var ortada. Bunun böyle olmasına aslında şaşırmamak gerekir. Çünkü, hemen hergün milyonlara ırkçılık, milliyetçilik ve dincilik içerikli yayın bombardımanı yapılan bir ülkede, insanların insanlık duygusunu geliştirmeleri, farklı dil, din ve kültürden halkları tanımaları ve onlara karşı hoşgörülü olmaları beklenemez.

Daha kendi içinde Alevi-Sünni duvarını aşamamış bir Türkiye'de diğer halklara karşı hoşgörü beklemek biraz saflık olsa gerek.

Günde 5 kez ezanla camilere çağrılan milyonlarca insana aktarılan, " kâfir düşmanlara karşı milletimizi, bayrağımızı, vatanımızı korumak." öğretisi, milyonlarca insanın Türklük ve İslam'dan başka varlık tanımayan bir inancın içselleşmesinde çok önemli yer tutuyor. Ve kendi dışında herkesi düşman gören bu din soslu ırkçı- milliyetçi propagandaya bir de, resmi tüm devlet okullarında, " Ne mutlu Türküm diyene..." ile başlayan, ve Türk'ten başkasına mutluluğu dilemeyen şovenizmin buna eklenmesi var.

İnsan beyni, bilgisayarda ki hafızalar gibi. Hangi türküyü yüklersen onu dinlersin, hangi bilgi ve inancı yüklersen ona göre ilişki ve davranışları görürsün.

"Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur." inancını aşıladığın insanlar, Türklerin de düşmanı olan Tayyip çetesinin ülkeyi talan etmesine ilk önce kafa yormaz. Onun yerine Yunan, Rus, Ermeni, Yahudi düşmanlığına odaklanır. Çünkü hemen hergün beynine akıtılan zehir budur. Ta ki, tesadüfen iyi bir Yunan ile,  iyi bir Ermeni ile, iyi bir Rus ile karşılaşana kadar bu düşmanlık dolu önyargısını ve mesafesini taşır.

İçinde bulunduğu düşünce ve inanç sistematiğinden çıkıp, diğer farklı dil, din, mezhep, kültür ve düşünceden insanlarla tanışmadığı sûrece, ya da ona ulaşmadığı sürece sadece duyduklarına inanmakla yetinecektir.

Burda belirleyici olan, düzeni elinde bulunduran ve yöneten sınıfların insanlar arasına ördükleri duvarların aşılıp aşılamamasıdır. Duyduklarına değil, gördüklerine inanan insanlar çoğaldıkça, belli bir düşünce ve inancın esiri olmaktan kurtulanlar da çoğalacaktır.

İşte burda bize düşen görev, insanları kendi çıkarları için bölerek, onları arka bahçesi haline getirenlerin duvarlarını yıkmak, farklı dilden, din ve kültürden gelen insanların birbirlerini daha yakından tanıma fırsatlarını yaratmak.

Bu başarıldığı sürece herkes, herkes gibi aynı insan özelliklerine sahip olduğunu anlayacaktır.