1980’li yılların ikinci yarısında Yazın Dergisi yeni yazarların katılımıyla sürerken şu eleştiriyle karşılaşırdık: “Bu derginin geleceği yok. Şimdi ikinci kuşak var, iyi olmasa da Türkçe biliyor, üçüncü kuşak ise Alman olacaktır.”

Türkçe bilenin neredeyse bulunmadığı yerde ise Türkçe derginin anlamı olmayacaktı.

O yıllarda bu anlayış doğru gibi görünüyordu ama doğru bile olsa 15-20 yılımız daha vardı ve derginin yayınını sürdürdük.

1990’lı yıllarda önemli gelişmeler oldu. Uydu teknolojisinin kullanılmaya başlanmasıyla birlikte iletişimde büyük gelişme oldu. Uydu televizyonların ardından cep telefonları çıktı. Bir binada ne kadar Türkiye’den gelmiş aile oturduğunu artık çanak antenleri sayarak anlayabilirdiniz. Türkçe evin içine girdi, Almanya’da Türkçenin geleceği konusu da kapanmadı ama küllendi diyelim.

Birinci ve ikinci kuşak için anadilden söz edilirdi, üçüncü kuşak için ise –Almanya’da doğmuş ve en azından ilkokula gitmişlerdi- “birinci dil” kavramı gündeme girdi. Anadil Türkçe ya da Kürtçe iken birinci dil Almanca idi. Okulda Almanca gören evde ise saatlerce açık televizyondan Türkçe dinleyen insanlarda iki dilin karışımı başka bir dil gelişecekti. Duruma göre bazen Türkçe ya da Kürtçe bazen da Almanca kullanılıyor, bazen da iki dilin karışımı konuşuluyordu.

Yıllardan beri dil bir halkın belirleyici özelliği olarak görülürdü ama pratikte bunun değişmesi gerektiği görüldü. Türk bayraklı tişörtler giyen, bozkurt işareti yapan ama Almanca konuşan gençler çıktı ortaya.

Dördüncü kuşakta Almanca doğal olarak daha ağır basıyor. Eğitim düzeyi yükselmesi kaçınılmaz olarak bu sonuca yol açacaktı.

1990’lı yıllarda Almanya’da yayınlanan çok sayıda Türkçe dergi giderek yayın hayatını terk etti. Bazıları 2000’li yıllarda da yayınını sürdürdü ama sonuçta yayınlarına son verdiler. Bunu esas olarak okur sayısının azlığına bağlamak doğru olmaz, bu sayı eskiden de azdı. İletişim imkanlarının çoğalması, internet ve Facebook’un ortaya çıkması eskiden kağıttan okuyan bir bölüm insanı da basılı yayından uzaklaştırdı. Yayın dünyası epeyce farklılaştı ve bu farklılaşmayla birlikte kalite de azaldı. Eskiden de kalite pek yüksek değildi ama en azından kendini belli ediyordu. Mesela şiir yazıyorsanız, bunu yayınlatabilmeniz için gönderdiğiniz derginin kalite düzeyine uygun olması gerekiyordu. İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte bu durum ortadan kalktı. Kurarsınız bir blog, şiirlerinizi de oraya koyarsınız, merak eden okur. Aynısı başka tür yazılar için de geçerlidir. Bu gelişme interneti kaçınılmaz olarak çöplük haline getirecekti ve nitekim de öyle oldu. İnsanlar sanal alemdeki yayınlarda da kaliteyi arar oldular.

Ne Türkçenin ve de başka bir dilin o dilin asıl ülkesinin dışında ortadan kalkması artık mümkün değildir. Ancak bir dilin yaşamasıyla, gelişmesi birbirinden farklı şeylerdir. Bir dil yoksullaşarak da yaşayabilir. Bunun kaçınılmaz sonucu önemsizleşmedir.

Bir dili asıl yaşatan o dilde yapılan kaliteli üretim ve iyi çevirilerdir. Herhangi bir konuda dünyada önemli ne varsa o dilde bulunabilmelidir. Herhangi bir ülkede hangi alanda olursa olsun yayınlanan önemli bir yapıt kısa süre sonra İngilizce, Almanca ve Fransızcada da bulunabilir. Bir dil dünyanın bilgisini içerebildiği oranda büyük bir dildir.

Türkçe özellikle son yirmi yılda edebiyat çevirileri konusunda önemli gelişme gösterdi. Eskiden bulunmayan pek çok edebiyat klasiği bu dile çevrildi. Politik bilim, sosyoloji ve felsefe için ise aynı belirlemeyi yapmak mümkün değildir. İyi çeviriler yapıldı ama Türkçe bu konuda halen geriden gelmektedir.

Almanya’da Türkçe okuyanlar için Türkçe yayınları edinmek kolaylaştı. Türkçe kitapçılar tek tük de olsa hala bulunuyor ve Almanya’ya satış yapan Türkçe kitap siteleri de bulunuyor.

Almanya’da Türkçenin yok olması söz konusu olmamakla birlikte buradan iyi bir Türkçenin varlığı sonucuna ulaşmamak gerekiyor.