Emek çok yüce bir değerdir. Emeğin nerede ve nasıl ortaya çıkacağına, dışarıdan değerlendirmeler yaparak karar verilmemelidir. Emeği bir insanın, metanın üretimi için harcadığı beden ve kafa gücü olarak kısaca betimlersek yanılmış olmayız. Bu cümleyi daha detaylandırmak mümkündür.

Emeğe ilişkin bir değerlendirmede bulunurken, dikkat etmemiz gereken husus, emek nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıkmıştır ve nasıl icra edilmiştir, özenle incelenerek değerlendirmeye tabii tutulmalıdır.

Emek bazen, yerin binlerce metre derinliğinde, yeryüzünde yaşayan insanların hayatını kolaylaştırmak için, maden ocaklarında ortaya çıkabilir. Burada harcanan insan enerjisi ve alın terini önemle değerlendirebiliriz. Emek bazen de, büyük fabrikaların, devasa pres makinelerin dişlileri ve akort için dönen bantların peşin koşarak ortaya çıkmaktadır.

Emek bazen de, toprağı işleyen, tarlada, bahçede, tarım alanlarında, elleri nasırlanmış köylülerin ve çiftçilerin, güneşin karşısın alın terlerini akıtarak çıkabilir. Emek bazen de, duvarlarımızdaki asılı tuvallerde ve resimlerde yoğunlaşmış olabilir. Emek bazen hiç beklemediğimiz anda TV ekranlarında evlerimize misafir olan insanlar tarafından sunulan bir obje olabilir. Lokantalarda tabağımıza konan yemekte, çatal kaşıkta, yolculukta, ulaşımda yanı başımızda oturan kaptan koltuğunda veya verilen hizmetin sunucusu olabilir.

Emeği, hayatımızın her alanında farklı-farklı dönemlerde, yaşamımız kolaylaştırarak devam ettirilmesinde görebiliriz. Öyleyse, bizlere düşen görev, emeğe saygılı davranmak durumundayız. Tabiî ki, emek sahibi kurumlara, toplumsal gruplara, tek-tek kişilerden oluşsa da, saygılı davranmanın asli görevlerimiz olduğunu gözlerden kaçırmamalıyız.

Son günlerde sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle, birçoğumuz toplumsal ve sosyal gelişmelere ilişkin yorumlarda bulunurken, emeğe saygı göstermeyi önemsemez durumdayız. Bazıları, sosyal medya üzerinde mesajlarında, emeğe saygıyı, 'kendileri gibi inanıp-inanmamaya' indirgemektedir. Veya kendisiyle, 'aynı inanca, aynı etnik aidiyete' sahip olup olmamakla, 'aynı dili konuşup, konuşmamayla' eşitlemektedirler.

Birçokları da, 'aynı düşünceleri paylaşmak' aynı politik ve ideolojik çizgide 'saf tutmak' anlamında yorumlamaktadırlar. Eğer birbirlerinin aynısı iseler, 'hiç sorun yok' saygıda kusur etmemeye özen göstermektedirler. Örneğin, kendisi gibi inanmadığı ve düşünmediği için, A. Dilipak'mı, sanatçısı, fikir adamı, devrimci insan Tarık Akan hakkında, 'ileri' geri konuşabilmektedir. Bu aslında emeğe karşı saygısızlığın en bariz örneğidir.

Tarık Akan'dan söz etmişken, konu hakkında bir-kaç sözde ben söylemek isterim. Tarık Akan'la, aynı ideolojik ve politik ortaklığa sahip olmayabiliriz. Ama bu Tarık Akan'ın, devrimci duruşuna, demokrasi mücadelesinde gösterdiği özveriye, harcadığı emeğe 'helal' getirmez.

Bu nedenle Tarık Akan'ın emekleri karşısında saygıyla eğilmekte yarar bulunmaktadır. Onunla ortak olmadığımız, politik ve ideolojik duruşlarımızdan dolayı, 'yargılayarak' emeklerine 'helal' getirmemeliyiz. Bu vb. noktalarda, 'sol' eksenli eleştiri ve yorumlar gerçekçi değildir. Tabiî ki birilerini, yeri ve ortamı oluştuğunda, politik ve ideolojik ayrılıklarımız dolayısıyla eleştirmemiz doğal hakkımız olarak kalmalıdır.

Emeğe saygı soyut bir kavram olmaktan çıkmalı, gerçekten yaşadığımız yerkürede yaşamımızın kolaylaşması ve onurumuzla hayatta kalmamız için, beden ve beyin gücü harcayanları emeklerine saygıyı ciddiyetle ele almalıyız. Hak eden herkesin emeğine saygıda kusur etmemek için çaba harcamalıyız!

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere,

18 Eylül 2016