Tarihte bireyin rolü hep tartışılagelmiş. Tarihi birey mi yapar, birey mi tarihi yapar, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar sorusu gibi.

Yıldız futbolcular vardır, ayaklarını çok iyi kullanırlar ama ayaklarından daha çok kafalarını kullanırlar, ayak yapmanın ustasıdırlar ama yerli yersiz çalım yapmazlar, bilirler ki sürekli çalım yapan, topu kaptırır, hem de öyle istenmeyen yerde ve zamanda kaptırır ki, kendi kalesine gol atar veya attırır. Takım ruhuyla oynayan, taraftarın büyük coşkusuyla oynayan büyük futbolcular, taraftarı mutlu ederse kendinin de mutlu olacağını bilir, sahada artistlik yapmaya yeltenmez, fırsat gelse bile makul davranır, takımın ve taraftarın mutluluğunu hesap eder, ona göre oynar. Aklıyla oynayan futbolcular, taraftarı, takımı ve topu takip eder, en olmayacak yerde bir küçük dokunuşla topu kazanır, en beklenmedik yerde küçük, şık bir ayak hareketiyle topu ağlara takar, yıldız olur, efsane olur.

Liderlik yıldız futbolcu olmak gibidir.

Tarihte büyük liderler gördük, en umulmadık yerde tarihin akışını değiştiren, küçük bir dokunuşla büyük destanlar yazan liderler.

Mesela Rus Komünist Lenin o isimlerden biridir. Bolşevik Partisinin lideridir. Bolşevik Partisi adı gibi büyük değildir aslında, asıl büyük Parti Menşeviklerdir. Bolşevikler kadar büyük, yani kitle desteği olan başka hareketler de vardır, örneğin Anarşistler.

Ama Lenin liderdir, hayatı, zamanı iyi okuma ustasıdır. Devrim yaptığı gece bir söz söyler, der ki 'Bu gece, ya Devrim ya ölüm.' Evet tüm tarihin dönüm noktasının o gecede olduğunu farketmiştir ve hemen harekete geçer, hükümete el koyar. Küçük bir grupla büyük bir devrim yapmıştır.

Mao da öyle büyük bir liderdir. Japon işgalciler Dünya savaşında yenilince hemen harekete geçer, Kralı destekleyip ulusu, vatanı kurtarma hamasetine kapılmaz, hemen Kralın üzerine yürür, çünkü Kralı ayakta tutan Japon işgalcilerdir. Kralı en zayıf anında yakalar ve iktidara el koyar, büyük Çin devrimini başarır, tarihin akışını değiştirir.

Mustafa Kemal de öyle bir liderdir. İstanbul'da işgalcilerin esareti altında nefes dahi alamayacağını anlayınca Samsun'a Anadolu'ya gider, Anadolu özgürlüktür, işgalcilerin ulaşamayacağı, yakalayamayacağı kısıtlayamayacağı, kurtuluş umudu ile dolu insanların ülkesi, onlara gider, orda yapar ne yapacaksa.

Talih insanın önce ayağına gelir. Eğer ayağına gelen fırsatı değerlendiremezsen, o talih kader olur başına gelir.

Türkiye'de Gezi uyanışını yaşadık. Tarife gerek yok, üzerine çok yazıldı.

Gezi çok büyüktü, muhteşemdi, destan oldu, 10 gün içinde sadece Türkiye'nin değil Dünya'nın bile umudu oldu ama lideri yoktu. Gezi yanadöne lider arıyordu, örneğin Sırrı Süreyya Önder tam da Gezi'nin istediği lider tipindeydi, konuşması, mizahı, halktan geldiği için mütevazi kişiliği, zeki nüktedanlıklarıyla olduğu kadar dozerlerin önünde duruşuyla, korkusuzluğuyla, kararlılığıyla gönüllerde taht kurdu. Dün gibi hatırlıyorum üç gün içinde İzmir'li cici kızların sevgilisi oldu. Kimse Kürt diye bir ayrıma girmedi, hatta onun Kürt olması büyük bir sempatiye dönüştü, o sempati üzerine Apo'nun posteri Taksim meydanının tam ortasına asıldı ve 1 hafta boyunca orda dalgalandı. Sırrı Süreyya ile Apo bile herkesin bizim diye sahip çıktığı sempatik biri oldu.

Ama Sırrı kalıbının adamı çıkmadı, biryerlerden bir talimat almış olmalı ki 4. gün ortadan kayboldu ve bir daha da gören duyan olmadı. Sonraki süreçte İmralı görüşmelerinde Hakan Fidan'la mesai turlarında çanta taşıyan postacı rolündeydi. Gezi de onu ruhundan sildi, şimdi espri yapmaya kalkınca komik oluyor, yani sinir eder hale geldi.

Gezi Hareketi, birdenbire ortaya çıkmış pırıl pırıl bir Derya gibi orta yerde durdu günlerce, akacak yer aradı. Birisi, güvenilir, dişe dokunur bir lider çıkıp hadi gidip şu hükümete, meclise el koyalım dese, Gezinin iktidarını, Gezinin hükümetini kuralım, Gezi Devrimi yapalım dese akmaya hazırdı o Derya ve onu durduracak kime yoktu karşısında. Çünkü hükümet de şaşırmıştı.
Sosyalistler böyle bir duruma hazır değillerdi, hiçbir zaman da hazır olmadılar, Gözler Sırrı Süreyya ile onun ekibini tarıyordu, acaba ne diyecekler, nasıl tavır takınacaklar diye, çünkü özgürlük lafları eden, haktan adaletten bahseden onlar vardı, 12 Eylül faşizmine karşı yiğitçe direnme geleneğinden geliyorlardı.

Ama nafile, Sırrı Süreyya'nın ortadan kaybolması yetmedi, o zamanın ve şimdinin Eşbaşkanı televizyon ekranlarına çıkıp, 'Gezi bir darbe girişimidir, Hükümeti yıktırmayacağız' diye açıklama yaptı.
Gezicilere soğuk duş etkisi yapmıştı bu açıklama. Devlet Bahçeli bile Gezici çocukları yedirmeyeceğiz derken, Eşbaşkan Hükümeti yıktırmayacağını ilan ediyordu.

Özgürlük hareketi diye ortada dolaşanlar Geziyi devrime dönüştürmek bir yana, olası devrim tehdidine karşı Hükümetin yanında yer almışlardı. Bu resmen karşı devrimci duruşuydu. Nitekim müteakip günlerde Gezicilere ilk palalı saldırıyı yapan da BDP taraftarı İstiklal esnafıydı. İstiklal caddesinde şimdi palalılar var artık.

Daha sonra Postacı Sırrı Süreyya'nın çantasından çıkan İmralı mesajlarını okuduk hep birlikte, 'Geziyi biz durdurduk' diye övünüyordu Serok. AKP'yi biz iktidara getirdik diye açıklamalarda bulunuyor, kendisini 'ben devletin 3 numaralı adamıyım' diye hava basıyordu.

Serok halen İmralı'da, havası nasıl, devletin adamlığı sıralamasında kaçıncı sırada bilemiyoruz ama bu gece Hükümeti Yıktırmayan eşbaşkan gözaltına alınmış diye duyduk. Şimdi Gezi'den yardım bekliyorlar, Geziciler yardım etmiyorlar diye de küplere biniyor, ırkçı milliyetçi diye küfürler savuruyorlar.

Gezi halen bir lider arıyor.

Ayağa gelen talih, kader oldu başa geliyor.