Yeryüzü iki kez toz ve gaz bulutları içerisinde paramparça edilir. Bu gazlar, bu tozlar; doğanın canlılara değil, insanın insana yönelttiği silahlardan, bombalardan çıkanlardır artık. Ve “vatan” diye kanla çizilen topraklar, yine sınırlarına sığmayıp çatlar.

Ve yeni fidanlar, üzerinde kök salacakları topraklarda kıpırdanmaya başlarlar. Topraklara çizilen sınırlar, sınırların içerisinde sunulan yaşam normları, yasalar dar gelir onlara. Kök salmak istedikleri bu dünya değildir. Sokaklarda, üniversite anfilerinde, fabrikalarda, şehirlerde, köylerde; “daha iyi bir dünya mümkün” diye haykırmaya başlarlar. SUSTURULMUŞLAR SÜREKLİ KONUŞURLAR.

İkinci Dünya Savaşı sonrası doğan çocuklar, 60’larda gençtir artık. Che’nin ölümüdür bir yanda duydukları, Küba’dır takip ettikleri. Che’nin mirası olarak addedip, “Dayanışma Halkların Zerafetidir” sözünü taşırlar dünyanın dört bir yanında. Ho Chi Minh taşınır; Vietnam çınlar dünyanın dört bir yanında. Mao taşınır; Çin çınlar. Sovyetler’de, Çin’de, Vietnam’da olanlar tartışılır harıl harıl... Hangi model örnek alınacaktır?

Konuştukça, düşündükçe, düşünüp yeniden konuştukça ve yürüyünce; yeni yolların keşfine çıkarlar. Aileden çocuk eğitimine, kılık kıyafetten müziğe, sanat dallarına, edebiyata dek yığınla şey sorgularlar. Yeni yolların keşfine ve keşiflerini pratiğe geçirmeye başlarlar. Yeni yollara girenlerin çoğu vurulurlar, kırılırlar, hapsedilirler.

Dünyanın dört bir yanındakilere dar gelen bu dünya, daha da darlaştırılma harekatlarıyla buluşur. Daha boyutlu yasaklara hapsedilir yeryüzü...

Polonya’dan, Bulgaristan’dan Hindistan’a; Almanya’dan, Fransa’dan, Amerika’dan Türkiye’ye, Latin Amerika’ya; yani dünyanın tüm kıtalarında iletişim teknolojisinin yeni yeni mümkün kıldığı araçlarla, adeta tek bir elden düğmeye basılmışçasına ortak şeyler tartışılır.

Aranılan; yaşanılabilir bir ORTAK DÜNYADIR.

Susturulmuşlar konuşmaya başladığında; yüz binlerce sayfa yazı da başlar dünyayı dolaşmaya. Hala yaşayan yetmiş yaş üstü insanlardan o dönemin teorilerini-yazılanları-olanları değerlendirmeleri istendiğinde çoğu; insanın zulme karşı koymak zorunda kalan bir canlı varlık olduğunu yinelerler. Ve bunu şöyle özetlerler: “Hepsi! Ama ne gerçekleştiyse hepsi yeniden olabilir. Ama hepsi! Kesin olan sadece bu!”.

*Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi’nin Nisan-Mayıs-Haziran 2018 tarihli sayısında; “60’LARDA DÜNYADA KONUŞULANLARDAN-YAZILANLARDAN-DÜŞÜNÜLENLERDEN” başlığı altında, Karin Schrader-Klebert’in Kadın Kültür Devrimi, Noam Chomsky’nin Vietnam ve Aydın Namusluluğu, Claude Lévi-Strauss’un İnsana Ait Matematik başlıklı yazılarının çevirileriyle birlikte yayınlanmıştır.

Kadın; ya insanın toplumsal doğasını tamamen değiştirmelidir ya da kurban ve nesne statüsünde bir canlı kalarak, sonsuza dek kendi kaderini belirlemekten feragat etmelidir. Kadının, isyan eden erkek gibi, onun dayandığı gibi bir tarihi hiç bir zaman olmamıştır. Çünkü onun, kurtulmak için değiştirmek zorunda olduğu bir dünya vardır. Kadın, tarihin şimdiye dek süregelen yasası gibi; her rasyonalitenin, her tarihsel sürecin sadece bir nesnesi olmuştur. Erkek; her zaman müessesesine, değiştirmeyi, yıkmayı, kendini gerçekleştirmeyi dayanak yapandır. Buna karşın kadın daima tarih öncesinde yaşayandır. O sadece bir insan suretidir ve tarihi sadece erkek tarihi olarak yansıtabilir: Boyun eğdiği şiddet tarihi akıllarda kaldığı müddetçe bu böyle olacaktır...”- Karin Schrader-Klebert, 1969.-

“Kısacası; Vietnam halkının tercih şansı olsaydı, pazarlardaki davranışlarının gösterdiği gibi, şeker rafinerisi ve yol inşaatı makinelerindense; Buick (bir araba markası –çn.-) ve klima cihazlarını tercih ederdi. Ve biz onların bağımsız kararlarına merhamet göstermek istediğimiz gibi, insanları kendi yollarında özgürce gitmelerine izin vermek zorundayız. Orada, taşralarda ayaklara dolananlar, dört bir tarafta iki ayaklı yük hayvanları gibi dolananlar olsa da, tıpkı her ekonomi-politik öğrencisinin açıklayabileceği gibi söz konusu olan; bir sorumluluk sahibi, ileriye doğru tazzik yapan bir aydın tabakasının mevcudiyeti değildir. Aksine söz konusu olan, sadece biyolojik bir üstünlükle insani ırk ortaklığının bağlantısını taşıyan yaratıklardır.

Aydınların duruşu ise, tıpkı Vietnam’daki bu katliamlarda suç ortağı olanlar gibidir...” –Noam Chomsky, 1967.-

“Yıl 1944. Evlilik ve soy kavramlarının iletişimde esas itibarıyla ayrıştırılmadığı, dil biliminde şiddetli bir merhametsizlikle, üstü kapatılarak bu kullanımın hakim olduğu, bunları yeni yeni kavramaya başlayıp eski matematikçilere hor bakarak yöneldiğim zamanlardı: “Evlilik” dediler, ne toplamaya ne de çarpmaya benzer (ne de çıkarma ve bölmeye) ve bu yüzden ona matematiksel bir biçim vermek imkansızdır. Ta ki günün birinde, yeni bir okulda genç bir hocanın bu problemi ele alıp, evlilik kurallarının teorisini ortaya koymak, evliliği kesinlikle nicel olmayan bir sürece indirgemek ihtiyacıyla açıklayışına dek...

Ortak çalışma sadece tek bir yönde ilerleyemez. Bir açıdan matematik sosyal bilimleri ileriye taşır, diğer açıdan ise matematiğe ilişkin perspektiflere ilişkin talepler açıklanmalıdır. Bu minvalde mesele, yeni bir matematiğin yaratılmasıdır. İnsan, bizzat kendi ayrıştırılmış tek yönlü aydınlanmasının ağırlığını taşımaktadır. Tıpkı bir grup içerisindeki kolektif varlığında, güvensiz ve düşmanca tutumları taşıdığı gibi. Her farklı toprak parçası için bilgilerin kesin bilgilere indirgenemez olduğu gibi, düşünce metodlarının standardize edilmesi üzerine çalışmak, bir iç harmoniyi aramaya çıkmak, belki de bütün bilgeliklerin gerçek koşullarını bulmaya yardımcı olacaktır....” –Claude Lévi-Strauss, 1967.