“Paris Komünü” dediğimizde, bahsettiğimiz-bahsedeceğimiz dönem; dünya tarihindeki Devrimci Hareketler’in, somut perspektiflerle henüz filizlenmeye başladığı bir dönemdir.

Öncesi olan ve 72 günlük ömründe de, nice pratiklere sahne olan Paris Komünü’nün bedeli; sadece 72 gün öncesi ve içerisindeki savaşlarla sınırlı kalmamıştır. 5 yılı aşkın bir süre boyunca, neredeyse bir “Komünar Soykırımı” gerçekleştirilmiştir. Ardından Komünarlar, yerlerinden-yurtlarından edilmiştir. 1872 ile 1878 yılları arasında yaklaşık 4200 kişinin ve Kadın Komünarlar’ın da gönderildiği, Avustralya açıklarındaki bir takımada olan Yeni Kaledonya; bir ceza kolonisi olarak kullanılmıştır.

Ve hayatta kalan Komünarlar’ın birçoğu, tıpkı o dönemde dünyanın dörtbir köşesindeki anarşistler, sosyalistler gibi sürgünde yaşamak zorunda kalmışlardır.

Bahsettiğimiz-bahsedeceğimiz dönem; Anarşizm ve Sosyalizm arasındaki çatışmaların pratikteki ilk basamaklarındandır.

Bahsedeceğimiz dönem; Marksizm ve Anarşizmin ilk muharebelerinden biridir.

Bahsedeceğimiz dönem; ölüm-hapis cezaları dışında, insanların köle gibi ‘çalışmak’la da cezalandırılabildiği bir dönemdir.

Bahsedeceğimiz dönem; kadınların ağırlıklı bir bölümünün okuma-yazma dahi bilmediği, üniversite eğitimi, seçme-seçilme vd. haklarının esamesinin dahi okunmadığı bir dönemdir.

Bahsedeceğimiz dönem; kadınların ‘şanslı’ olanlarının, sadece üniversite eğitimi almak için dahi ülke değiştirmek zorunda olduğu bir dönemdir.

Kısacası: Bahsettiğimiz-bahsedeceğimiz dönem, verilen yığınla emek-mücadele sonucu geçmişten bugüne dek aktarılabilen bir tarihin, Paris Komünü Tarihi’nin dünya tarihindeki yerinin, ‘oldu-bitti’ye getirilemeyecek denli değerli olduğu bir dönemdir.

İşte ‘Paris Komünü Kadınları’ da, dünya tarihindeki bu özgün virajın birer parçasıdır-kendisidir.

Ne var ki; tüm dünya tarihinin yazılışı gibi, bu tarihe düşen kadın isimleri de, erkeklerin gölgesinde bırakılan bir tarih olarak kalmıştır.

2000’li yıllar sonrasında, iletişim olanaklarının artmasıyla birlikte, çeşitli organizasyonlarda aktif olan kadınlar, bu tarihi kazımaya daha yoğun bir şekilde ağırlık verirler. Zira kütüphanedeki veriler ya da piyasada bulunan kitaplar; Fransızca’dan Almanca’ya dahi çok sınırlı bir şekilde aktarılmıştır.

***

Paris Komünü Kadınları’nın tarihi de, tıpkı insanlık mücadelesinde yolalanların çoğunluğu gibi, koca bir sürgün tarihidir.

Kadın ve erkeğin, doğal yaşam dayanışması içerisinde kurduğu-ördüğü bir toplumsal yapı; kangölüne dönen Paris’te dağıtılır. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar bu doğal döngüdeki erkek kaybıyla darmaduman edilir.

Erkeklerin yanısıra kadınlar da; ölüm, hapis ve zorla çalıştırılma cezalarına çarptırılır. Tecavüzler, cinsel istismarların boyutunun kaydedilmesi dahi mümkün olmaz.

Komün’ün inşası sürecinde, Kadın Birlikleri’nden, İşçi Kooperatifleri’nden, Eğitim-Propaganda Komisyonları’ndan, Yaralıların Bakımı ve İaşe Grupları’na dek sayısız kurum oluşturulur.

Bu kurumlarda yeralan ve kurumlara önderlik eden kadınların payına da; tutsaklıklar, sürgünlükler düşer.

Komün’deki kadınlar, sadece Parisliler’den oluşmaz. Komün’ün ilanı tüm dünyada yankılanmıştır. Ve 1800’lü yılların koşullarında yaşamış olan devrimci kadınlar da bu ilanı coşkuyla karşılarlar. Tıpkı erkekler gibi, kadınlardan da bu pratiğe direk katılma cüretini gösterenler sınırlı sayıdadır. Bunlardan biri de Elisabeth Dmitrieff’tir.

***

O asırda kız çocuklarının eğitim haklarının sınırlılığına bir son vermek ve kız okullarını iyileştirmek üzere bir Eğitim Komisyonu kurulur. 8 kişilik bu komisyonda: André Léo, Anna Jaclard ve Noémie Reclus da yeralır. Bu Komisyon; kadın-erkek öğretmenler arasındaki ücret eşitsizliğini de gidermek-denetlemekle görevlidir. Paule Minck, Marguerite Tinayre ve Louise Michel de eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesi pratiğine dahil olur.

Uluslararası Sosyalist İşçiler Birliği Kadın Birimleri’nin kurulması çalışmalarına, oradaki sosyalist ve feminist kadınlar katılmazlar. Bunlardan bilinebilen isimler: Sophie Poirier, Béatrix Excoffon, Anna Jaclard, Paule Minck, Marguerite Tinayre, Louise Michel ve André Léo’dur.

En iyi bilinen ve en etkili kadın komitesi, 18. Bölgedeki Louise Michel, André Léo, Sophie Poirier, Anna Jaclard ve Béatrix Excoffon tarafından kurulan Montmartre Direniş Komitesi’dir. Ancak o dönemde, kadınların yönetimde olduğu çok sayıda başka kadın kulübü veya grubu da mevcuttur. Bunların ağırlıklı bir bölümü, işgal altındaki kiliselerde toplanır. Örneğin: Saint-Sulpice Kilisesi’nde Paule Minck ve Lodoïska Kawecka yönetimdedir.

***

21. yüzyılın iletişim olanaklarının getirdiği avantajlarla hazırlanan birçok “Paris Komünü Kadınları” tarihi de; bu farklı gruplaşmaların, toplanmaların, görüşlerin bir yankısı olur.

Örneğin, kilise aktivisti bir araştırmacı-yazar kadın; Anarşizm ve Marksizm arasındaki çatışmayı, bu çatışmalarda kadınların, özellikle de Louise Michel ve Elisabeth Dmitrieff’in durumunu: Bizim memleketimizdeki mücadele tarihlerine ilişkin bazı ‘anı’ yazımlarında rastladığımız gibi, bir ‘Ağlama Duvarı’ tarihine çevirir.

Devrimci Kadın Hareketleri: Tarihin böyle yazılmasına karşı, yayın organlarında ya da 70’li yıllarda hazırlanan “İlk İşçi Sınıfı Hareketleri İçerisindeki Kadınlar” başlığıyla yayınladıkları broşürleri güncelleyerek, bu kadın tarihlerini mücadele tarihlerinin kendisi olarak sahiplenirler. Ve bunu sürdürme sorumluluğunun altını çizerler.

Marksist Kadın Hareketleri, özellikle Elisabeth Dmitrieff’in biyografisinin ve mücadelesinin adeta bir ‘Ağlama Duvarı’na çevrilmesine karşı bayrak açarlar: “Mücadele Geleneğimiz: Elisabeth Dmitrieff” diyerek, yeni bir manşet üretirler. Marksist-Leninist Partiler; Louise Michel’e ilişkin kitapları da yayınlamaya başlarlar. (Bunların hepsi 2000’li yıllara girildiğinde gerçekleşen yoğun ideolojik-politik mücadelelerdir)

***

Bugüne geldiğimizde:

Pandemi sürecinin şekillendirilmesiyle birlikte, neredeyse bir 50-100 yıl sonrası için tasavvur ettiğimiz bir “insan tipi” yaratılmaya başlanıldı. Ve bu jet hızıyla gerçekleştirilmekte. Diğer yandan ise 150 yıl öncesinin, ilkel dünyasının ilkel zulüm yöntemleri hâlâ ve hâlâ diri tutulmakta. Bir yanımıza uzay tartıştırılırken, hayatın neredeyse tamamının dijital dünyaya hapsedilmesinin projeleri boyutlanırken; bir yanımıza ise, daha hâlâ ucuz iş gücü, ağır emek sömürüsü, jop, gaz bombaları, çıplak arama işkencesi, tecavüz, çipli ev hapisleri, zindan-zulüm reva görülmekte.

Görünür boyutları, dozları her ülkede farklı farklı olsa da; tüm dünya tarihi böyle bir seyir izlemekte.

Yalınayak, karnı aç mini minnacık çocuklar; daha hâlâ ve hâlâ bu dünya sahnesinde gezinmekte!

Viran edilen bu dünyada; hangi hazine kalacak insanlığın avuçlarında!

Umutlu-iyimser olup olmamak değil mesele.

Karanlık ve insanlığın-ezilenlerin daha da pervasızca biçildiği bir dünyadayız. Bu biçkinin ardından bir avuç insanın elinde çoğalmaya devam eden hazine, illa ki bir gün tüm insanlığın hazinesine dönüşmek zorunda kalacak. Ya da! Ya da yerküre, insan denen canlıya sunduğu tüm yaşam olanaklarını, kendi dengesi içerisinde, illa ki bir gün yok etmek zorunda kalacak.

***

Böyle bir dünya tarihi ve dünya gerçeği içerisinde, bu çalışmada; fikirlerin yeni yeni yeşerdiği bir çağda, farklı farklı fikirlere sahip, ancak mücadele içerisinde erkeklere oranla zerre kadar dahi olsa daha az emek harcamamış, taviz vermemiş olan kadınlara yer vermeye çalışacağım.

Bu kadınların hepsi, 1800’lü yılların dünya gerçekliği içerisinde; düşünen-okuyan-yazan, araştırmalar yapmak için yollara düşen, saldırılan, mahkemelerde meydan okuyan, sürgünlerdeki kolektif üretim dünyasının bir parçası-kendisi olan kadınlardır.

Ve herbirinin hayatı; o tarihin, hatta hatta günümüz tarihinin çırılçıplak aynalarıdır!

Bu aynalara yeniden yeniden ve yılmadan-yüksünmeden bakabilmemiz umuduyla!

*Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2021, Sayı 96’da: Mart Öncesi ve Sonrası Anarşizm kitabında, Birgit Schmidt’in Louise Michael’le ilgili; “Heybet-Tumturak ve Çile-Louise Michel’in Öfkesi” başlıklı araştırma yazısının; ve 25 Temmuz 2017 tarihli Kıvılcım Gazetesi’nin; ‘Enternasyonal Dayanışma, Marksizm ve Kadın Özgürlüğü’ sayfasında araştırmaları yayınlanan Astrid Schmalzhofer’in; “Devrimci Geleneğimiz: Elisabeth Dmitrieff” başlıklı biyografik çalışmasının çevirileriyle birlikte yayınlanmıştır.