Ercan Taner’in “Diego” başlıklı yazısı şöyle:

Yıllar önce, bir gece, Napoli'de maç anlatıyorum… Masal gibi başlamak istedim hikayeye…  Napoli, kendi evinde Bordeaux ile karşılaşıyor. Maçın adı benim için önemli değil. Maradona'yı anlatmak önemli. Futbolun Che Guevara'sı, benim kahramanımdı.

Maç sonu kendisini gördüm basın toplantısında. İki kulağında pırlanta küpeleri vardı. Maç ile ilgili soru sordum. Bana “Nereden geldin Napoli'ye” diye sordu. “Türkiye” dedim. “Oooo, Kemal Atatürk” dedi. Şaşırdım. Ama hemen toparlandım.

Fidel Castro hayranıydı. Dünya tarihi okuduğunu biliyordum. “Bak Turco” dedi bana; “Bugün iyi oynamadık. Sen anlarsın” diye devam etti. Sonra “Fotoğraf çekebilirmiyiz” dedim. Güldü. “Enteresan bir istek” dedi. Elini omzuma attı. “Görüşürüz, Amigo (Arkadaş)” dedi.

Benim gibi süper İngilizcesi yoktu, ama gözleri dostluk, arkadaşlık mesajları veriyordu. FIDEL Castro ona hayrandı. Erken kaybettiği dava arkadaşı Che'ye benzetiyordu onu. Küba'ya davet etti Diego'yu. Uyuşturucu ve alkolü bırakamıyordu çünkü… Psikiyatristler, çok çalışan beyninin, onu böyle bağımlı hale getirdiği teşhisini koymuşlardı.

Zekası, bir asır sonrasını işaret ediyordu. Küba'da tedavi oldu. Fidel, onu bırakmak istemedi. Ama Arjantin onun için yaşam kaynağıydı. Döndü, milli takımın başına geçti, sanki düzelmişti. Ama hep bir asır sonrasını düşünüyordu. Yine alkol, yine uyuşturucu.

Adına kilise açmışlardı onun için. Hz. İsa'nın top oynayan hayali olarak kabul ediyordu, müritleri onu. 20 gün önce alkol ile dolu doğum günü partisinden sonra hastaneye kaldırıldı.

Hayat arkadaşım Burçin, hastane fotoğrafını gösterdi bana. Baktım uzun süre, sanki bu hayata veda etmek istiyordu. Acı bir gülümseme vardı yüzünde. Ve kaybettik Diego'yu…

Güney Amerikalı bir yazar olsaydım, şöyle başlardım, yazıma:

Futbolun devrimcileri ölmez!