Yarın değil, öbür gece... 
Bir kâbustan uyanacağız. 
Kendi kazdığımız bir kuyudan çıkacağız, üstümüz başımız yara bere içinde... 
Gelecek nesillere, “Başımıza bir bela geldi. Uzun sürdü. Çok örselendik. Ama oylarımızla üstesinden geldik” diyeceğiz. 
İnanmayacaklar. 
“Gerçekten sizin zamanınızda Twitter mı yasaklandı? Youtube mu kapatıldı? Kitap bomba mı sayıldı? Heykel mi yıktırıldı? Çocukları kurşunlayan polislere madalya mı takıldı” diye soracaklar. 
Başımızı öne eğeceğiz. 
Benzer felaketlere uğramış toplumları örnek verip “Bir esaret devriydi. Geldi geçti”diye savuşturmaya çalışacağız.

***

Yarın değil, öbür gece... 
Bu halk, o zannedilen toplum olmadığını gösterecek. 
“Layık olduğunca yönetilir” lafını, “Tepkisizdir, çıkarına bakar” aşağılamasını, “göbek kaşıyan” yaftalamasını hak etmediğini ortaya koyacak tavrıyla... 
Tersine... 
Hırsızlığın, yolsuzluğun, zulmün farkında olduğunu, kadim bir sabırla, olgun bir itidalle sustuğunu, nabzını yoklamak için gelen kamuoyu araştırmacılarına nanik yapıp öfkesini, tepkisini sandığa sakladığını gösterecek. 
“Yediler, ama iş yaptılar” demediğini, haram yiyene harami dediğini, aslında küfürbazlığı, kabadayılığı, yalancılığı, nobranlığı sevmediğini sergileyecek. 
“Yetti gayrı” diyecek.

***

Yarın değil, öbür gece... 
Zafer şarkılarıyla o uzun kâbustan uyandığımızda, gözündeki bağı, telefonundaki kulağı, ayağındaki prangayı çıkarıp atmış, kendine güvenini tazelemiş bir halk olacağız yeniden... 
“Biz yetim hakkı yedirmezdik. Cana kıyanı kahraman ilan etmezdik. Evladını kaybetmiş bir babadan bir ‘Allah rahmet eylesin’i esirgemezdik” diyeceğiz. 
“Kızlı erkekli” halay çektiğimiz, bir gün dua edip ertesi gün kafa çektiğimiz, vicdanımızı kaybetmediğimiz hayatımıza geri döneceğiz. 
Kimsenin birbirinin inancına, yaşam tarzına müdahale etmediği bir toplum idealine geri döneceğiz. 
Bizi birbirimize düşürmek, “inanan-inanmayan” diye bölmek, kindar bir nesil yetiştirmek için çırpınanları, halka din satarken çalıp çırpanları yargılayacağız. 
Yarın değil, öbür gece... 
Bu “uzun kâbus”tan uyanacağız.  

Ulusal güvenlik değil, umumi kepazelik
Dışişleri Bakanı’nın odasının ve o odadaki savaş hazırlığının dinlenmiş oluşu, “ulusal güvenlik sorunu” filan değil, düpedüz kepazeliktir. 
Hem de öyle Youtube’u kapatmakla, Twitter’ı yasaklamakla, sert açıklamalar yapıp dayılanmakla örtbas edilemeyecek bir kepazelik... 
Camiye ayakkabıyla girdi yalanıyla gencecik çocukları linç ettirmeye kalkışan zihniyet, türbenin oraya, “Boş alana 8 tane füze attırır, savaş için gerekçeyi üretirim”diyebilmiş. 
Ve devlet dediğimiz kâğıttan kaplan, -hem de bunca dinleme skandalından sonra-, kendi karargâhını bile dinletmemeyi becerememiş. 
Hangi efelenen açıklama, hangi zavallı yalanlama, hangi kapatma, baskın, tutuklama, bu kepazeliği unutturabilir ki?