Başlık garip gelebilir ama yanlış değildir. Sürgünlük sola özgü değildir; sağcıların, islamcıların ve hatta mafyacıların da sürgünü vardır.

Ülkede kalırsanız başınıza iyi şeyler gelmeyecektir ve bu nedenle de terk etmek zorundasınızdır. Kimilerine “gitsen iyi olur” denir, kimilerine açıkça söylenmese bile davranışlarla yeterince anlatılır; kimisi ülkeyi gizli, kimisi açık olarak terk etmek zorunda kalır.

Türkiye bir sürgünler ülkesi olduğu için Sedat Peker “şimdilik” son örnektir, kısa sürede yerini başkasına bırakacaktır.

Sürgünlük terimi kişinin durumunu belirler; ülkesini –genellikle politik nedenlerle- terk etmek zorunda kalmış kişidir. Belirleyici kıstas budur; politik görüş değildir.

Mesela Fettullahçılar da sürgündür.

Bazıları kendisini “gönüllü sürgün” olarak görür. Mesela Nedim Gürsel gibi…

Ülke tarihi aynı zamanda sürgünlük tarihidir.

Bir ülkenin ulusal marşını yazan kişinin –Mehmet Akif Ersoy- ülke dışına –Mısır- gitmek zorunda kalmasına benzer örnek başka ülkede bulunamaz.

İngiliz işgali altındaki İstanbul’da protesto mitinglerinin konuşmacısı olan ve bu nedenle de aranan Halide Edip de Cumhuriyet’in kurulmasının ardından Mustafa Kemal ile çelişki yaşadığı için bir süre Fransa’ya gitmek zorunda kalacaktır.

Sonraki yıllarda sürgünler içinde sosyalistler ezici olarak ağır basar. Mesela “dış TKP” bir sürgün partisidir. Sol sürgünlük 1971 ve özellikle 1980 sonrasında belirgin olarak artar.

Sol sürgünlük, sol göçmenlik gibidir. Nasıl göçmen olmak kendi başına açıklayıcı değilse, sadece sürgün belirlemesi de aynı durumdadır. Sürgün ama hangisi?

Kendi içinde fazlasıyla ayrışmış Türkiyeli göçmenleri bir araya toplamak mümkün olmadığı gibi, benzer belirleme Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış sürgünler için de yapılabilir.

Sürgünlük eskiden başkaydı, iletişim imkanları kısıtlı olduğu için “memleket hasreti” yoğundu. Şimdi ortadan kalkmamış olsa bile hafifledi. Cep telefonu var, internet var, görüntülü görüşme var…

Bu bağlamda sol sürgünlük de değişti. Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya yaşadıkları sürgün yıllarında bu derecede imkana sahip değillerdi. Nazım Hikmet hiç ama hiç değildi.

İnsana göre değişmekle birlikte “sürgün acısı”nın genel olarak azaldığından söz edilebilir.

Sürgünlüğün başka sorunları çıktı; mesela birden fazla ülkede yaşamak gibi…

Hem gelmiş olduğunuz ülkede hem de terk etmek zorunda kaldığınız ülkede yaşıyorsunuz. Orada ne olduğunu oradakilerle neredeyse aynı anda öğreniyorsunuz,

Birden fazla sürgünlük de görece yeni sayılabilir. Bir ülkeyi terk etmek zorunda kalıyorsunuz, gittiğiniz yerde uzun ya da kısa yaşıyorsunuz, sonra burasını da terk etmek zorunda oluyorsunuz.

Yaşamış olduğu her yer insanı etkilediğine göre, kişiliğinin şekillenmesine katkıda bulunduğuna göre, bu tür sürgünler üç ülkede birden yaşayabiliyorlar.

Bu büyük zenginliğin yanı sıra aynı zamanda taşınması kolay olmayan bir yüktür.

Hangisinin ne oranda ağır bastığı kişiye göre değişir.

Sürgünlük Türkiye için büyük bir konudur ve yeterince ilgi çekebildiği de söylenemez.

Bunun değişeceği şimdiden rahatlıkla söylenebilir.