Muhalefet partileri, Anayasanın “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı”ndaki 34. maddesini bile savunamadılar. Anayasa 34. Maddesi şöyle der; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

“Tek Adam” iktidarı, politikasını milletvekillerine saldırı noktasına vardırmıştı. HDP'li milletvekilleri ile belediye başkanları hakkındaki soruşturmalar, eş genel başkanlarının yıllardır tutuklu kalmasının önünü açmıştı. Bütün Kürt belediye başkanları ise görevlerinden alınarak, yerlerine kayyumlar atandı.

“Anayasaya aykırı ama evet oyu vereceğiz’ diyerek HDP'lilere yönelik saldırılara destek çıkan CHP Genel Başkanı Ankara Çubuk'ta linç edilmek istendi. “Tek Adam” Kılıçdaroğlu'na yönelik linç görüntülerini AKP Grup Toplantısı'nda göstererek, muhalefete “ayağınızı denk alın” mesajını verdi. Ayağını denk almadığını düşündüğü Meral Akşener, Rize ziyaretinde sözlü saldırıya uğratıldığında, "Daha neler olacak, neler. Bunlar iyi günler" açıklamasını yaptı.

Muhaliflere yönelik silahlı saldırılar, 10 Ekim ve Suruç'ta olduğu gibi bombalı saldırılarla kitle katliamlarına dönüştürüldü. Faşist saldırılar sıradan olaylar haline getirildi. Üzerinde durmak istediğim gerici/faşist iktidarın saldırılarının dökümünü yapmak değildir. İktidar “öteki” olarak gördüğü herkesi, "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" şeklinde tehdit etmektedir. Aşağıdaki cümleler faşizan anlayışın göstergesidir:

"Utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz, dökülün, 15 Temmuz'da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün, siz de aynı dersi evvelallah alırsınız."

Üzerinde durulması gereken en önemli nokta, muhalefet partilerinin “Tek Adam”ın tehdidi karşısında geriye çekilmesi zaafıdır. Kemal Kılıçdaroğlu; “Beyefendi bizim sokağa çıkmamızı istiyor anladığım kadarıyla. Zorlayacak, baskı kuracak, çıkmayacağız. Sandıkta gereğini yapacağız” açıklamasını yaparak, bir kere daha geriye doğru çark etti. HDP sokaklara çıkmanın anayasal hak olduğu açıklaması yaparken, CHP'nin geriye çekilme korosuna diğer muhalefet partileri de katıldı.

Muhalefet partileri, Anayasanın “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı”ndaki 34. maddesini bile savunamadılar. Anayasa 34. Maddesi şöyle der; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”

Muhalefet partileri Anayasa maddesini savunmaktan aciz olduklarını gösterdiler. Erken seçim isteyenler muhalifleri evlerine kapatmanın dışında kapılarını da kilitleyerek sonuç alamazlar. Mevcut iktidar “Gezi” aleyhtarı kara propagandalarını sürdürürken, muhalefet sokaklara çıkmaktan kaçınarak mevcut iktidarı alaşağı edemez. Burjuva demokrasisini sadece seçim sandığına gitmek olarak algılayanlar, demokrasi mücadelesinin sokaklara çıkmakla bağlantılı olduğu gerçeğinin üzerinden atlıyorlar. Oysa, birtakım gelişmelere yönelik tepki duyanların sokaklara çıkması temel haklar arasındadır. İktidarın sokaklara çıkılmasını OHAL yasaları çerçevesinde yasaklaması ve sokaklara çıkanların son noktaya kadar kovalanacağını söyleyerek tehdit etmesi faşist anlayışın sonucudur.

Muhalif kitlenin sokaklara dökülmesinden sadece iktidar değil, muhalefet partileri de korkmaktadır. Kitlelerin tepkilerini sokaklarda göstermelerinden çekiniyorlar. Eğer sokaklara çıkma alışkanlığı oluşursa, ileride yönetime geldiklerinde bize karşı tepkilerini de sokaklarda gösterirler kaygısı içindeler.

Kazakistan’da hükümetin LPG fiyatlarına zam yapmasının ardından ülke genelinde birçok şehir ve kasabada halk sokaklara dökülüp, protesto yürüyüşleri düzenlediler. Bu tepkiler karşısında hükümet istifa etmek zorunda kalsa bile, Kazak halkı protestolarını sürdürdü. Kazakistan iktidarı alel acele aralarında Rusya'nın da bulunduğu altı ülkeyi kendilerine destek vermeye çağırdı. O devletler anında asker gönderdiler. Sokaklardaki protestocular katledilerek mevcut iktidar rahatlatıldı.

Bunlar sadece Kazakistan'da yaşanmış tekil bir şey değildir. 1871 Paris Komünü'nde de Avrupa burjuvazisi Fransız egemenlerine destek vererek Komünün bastırılmasını sağlamışlardı. Egemen sınıfların, sistemin bekasını sağlamak üzere birbirine her türlü desteği vereceklerini biliyoruz.

Egemen sınıflar iktidarda kalmak uğruna tüm saldırı yöntemlerini meşru kabul etmektedir. Sınıf mücadelesini sürdürenler bu gerçekler karşısında, mücadele sürecine şekil vermek, stratejisini, taktiklerini güncellemek zorundadır. Mücadele programı sadece bugünü değil, geleceği inşa etmeyi de içermek zorundadır.

Muhalefet, “Sokaklar Bizimdir!” sloganına bağlı kalarak sokaklara yönelmelidir. Çünkü, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak temel insan hakları, özgürlükleri arasındadır. Vazgeçilemez bir anayasal haktır.

Sosyalist sol kitlelerle bağını güçlendirerek siyaseti sokaklara taşıdığında etkisini artıracaktır. Sosyalist sol, tıpkı Latin Amerika'da olduğu gibi, başarılar hanesine yeni halkalar eklediğinde gündeme müdahale edecektir. Muhalefetin hizaya sokulması da bunun sonucu olacaktır. 68 ve 78 süreçlerinde olduğu gibi sol kitlesel ve politik gücünü artırıp gündeme müdahale edebildiği oranda, muhalif partiler aşağıdan gelen baskıların sonucu kendilerine bir ölçüde bile olsa çeki düzen vermek zorunda kalacaktır.

Faşizmi siyaset sahnesinden süpürmenin yolu siyaseti sokaklara çekmekten geçiyor. Sokakları zaptedenler, toplumu terörize ederek sindirmeye çalışanları önüne katarak siyasetin çöplüğüne süpürecektir.

50x70cm “TUA-Tuval Üstü Akrilik” “Yürüyüş” tablom