AHMET MERİÇ ŞENYÜZ- Geçen günlerde yaşanan birkaç 'vaka', 'yetmez ama evet'çi, Sorosçu, foncu solculuğu yeniden gündeme getirdi. Kronolojiyi umursamadan bu vakaları sıralayalım; 12 Eylül referandumuyla yasalaşan 'kamu denetçiliği' kurumunun başına, Hrant Dink'e 301'nci maddeden verilen cezayı onayarak, katledilmesine yol açan olaylar zincirini başlatan isimlerden olan Mehmet Nihat Ömerlioğlu getirildi. ‘Yetmez ama Evet’ diyerek referandumda AKP'nin payandası olan Hrant Dink'in sözüm ona arkadaşlarının dolaylı desteğiyle, Dink'in katilleri bir kez daha onore edildi.
İkinci bir vaka 'yetmez ama evet' cephesinin ‘öncü müfreze’si ‘Devrimci Sosyalist İşçi’ Partisi safından geldi. Başbakan'dan aldığı 'aferin'le tanınan bu ‘çok devrimci’ partinin ‘pek devrimci’ önderlerinden Roni Margulies, "Ahmet Şık’ın Birgün’de yazmasından daha doğal bir şey olamaz. Birlikte Cemaat ve dindar insan avına çıkarlar" diye bir tweet atarak, düzenin hedefindeki gazeteci Ahmet Şık'a ve devrimci tanımını kendisinden çok daha fazla hak eden BirGün gazetesine saldırdı.

Öte yandan bu cephede yeni bir parti kuruldu. Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ni (ÖDP) liberalleştirip AKP'nin kuyruğuna takma operasyonunda başarısızlığa uğrayarak ÖDP’den ayrılan ve Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (EDP) kuran tayfa ile AB taraftarı Yeşiller Partisi, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSGP) adı altında birleşti. Birleşme kongresinde bol bol "Faşizme karşı bacak omuza!" sloganı atıldı. ‘Sol’ liberal cephenin öncü partisi DSİP ise hemen bir dayanışma mesajı yayımlayarak YSGP’nin kuruluşunu selamladı.

‘Sol liberal’ cephenin yapıp ettikleri, dış bağlantıları, AKP kuyrukçulukları vs. üzerine çok yazıldı çizildi. Bu yazıda bu tayfanın belli başlı tartışma başlıklarında hangi ortak tutumlara sahip olduklarını, onları Türkiye’nin gerçek emekçi mücadelesinden farklılaştıran ayırt edici özelliklerini ele alacağız.

DEVRİMLERE HUSUMET

Sol liberal isimlerin Türkiye devrimci hareketi ya da ana akım soldan en temel farklılıklarından birini, dünya emekçi hareketinin geçmiş kazanımlarına ve devrimlerine düşmanlık oluşturuyor. Sol liberal kalemler insanlık tarihini değiştiren Büyük Fransız Devrimi’ne baktıklarında ‘Jakoben terörü’, dünya proletaryasının en güzel şarkısı Ekim Devrimi’ne baktıklarında ‘Stalinist vahşeti’, 1908 Jön Türk devrimine baktıklarında ‘Ermeni soykırımını’, Cumhuriyet Devrimi’ne baktıklarında ise ‘Dersim katliamını’ görüyorlar ve gördükleri de sadece bundan ibaret oluyor. Bu devrimlerin halkların hayatında neleri değiştirdiği onların hiç umurunda değil.

VENDEE’DE MONARŞİNİN YANINDA

Örneğin sol liberaller, Fransa’da jakobenlerin iktidarındaki genç cumhuriyetin Vendee’deki monarşist başkaldırıyı ezmesini ‘soykırım’ olarak tanımlayabiliyor, kendisinin liberal değil ‘liberter’ olduğunu söyleyen bazıları bu yalanları yayabiliyor. Ya da, kendisiyle yapılan söyleşileri, ‘Sosyalizm’ gibi iddialı bir başlıkla Birikim Yayınları’ndan yayımlayan, sol liberalizmin baş teorisyeni Ahmet İnsel, “Solun 20. yüzyıl deneyiminden geriye hayatta kalan ne var diye baktığımızda, neredeyse hiçbir şey yok” diye yazarak emekçilerin yüzyıllık mücadelelerinin üstünü bir kalemde çizebiliyor. Özgür Gündem yazarı Ayşe Günaysu, “Zaten bize ‘Kurtuluş Savaşı’ diye yutturulan da -esasen ve ekseriyetle-  el konulmuş Rum, Ermeni, Süryani mallarını eski sahiplerine kaptırmama savaşıydı” yazarak, emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşını karalamakta beis görmüyor.

ANTİ-EMPERYALİZME DÜŞMANLIK


Sol liberallerin en önemli ve ayırt edici özelliklerinden bir diğeri emperyalist bir birlik projesi olan Avrupa Birliği’ne duydukları derin hayranlık... Sol liberaller, Türkiye’deki her sorunun çözümünü AB’de arıyor, Türkiye burjuvazisinin AB burjuvazisine entegrasyonundan ibaret olan ‘AB’ye tam üyelik’ hedefi, onlara göre Türkiye’nin pek çok sorununu çözecek bir anahtar. Sol liberaller, bu çizgileriyle uyumlu bir şekilde, Türkiye devrimci hareketinin anti-emperyalist geleneklerine de kin kusuyor. Örneğin Ahmet İnsel, 1968 gençlik hareketinin antiemperyalist eylemlerini bakın nasıl değerlendiriyor: “NATO’ya karşı yürüyüş, 6. Filo askerlerinin denize dökülmesi... Çok solcu bir davranış mıydı, MHP’liler bunu yapamazlar mıydı diye düşünüyoruz. (...) O askerlerin denize dökülecek kadar da işgal gücü falan olduklarını tasarlamak biraz hayal mahsulü değil mi?” Bir zamanlar Devrimci Yol’un önderlerinden olup zaman içinde Alman devletinin kadrolu solcusu haline gelen Tamer Akçam da Türkiye solunun antiemperyalist olduğu için demokrat olamadığını öne sürerken şu ‘saptamayı’ yapıyor: “Bağımsızlıkçı olmak bireysel hak ve özgürlüklerin ihmal edilmesine neden olur.”

SOLU ERGENEKONCU-DARBECİ İLAN ETMEK

Sol liberaller, dünyadaki devrimlere düşman oldukları gibi Türkiye’deki devrimci harekete de büyük bir kinle saldırıyor. Bu noktadaki baş argümanları da Türkiye solunun her zaman, darbeci, ulusalcı, İttihatçı, Kemalist ve Ergenekoncu olduğunu öne sürmek. Örneğin, İnsel, cümle aleme sosyalizmi öğrettiği adı geçen ‘mühim’ eserinde, 1971 devrimcilerinin (Çayan, Gezmiş, Kaypakkaya ve arkadaşları) yöntemini, “Fırsatı kollayıp tepeden ya askerlerle işbirliği içinde ya bir fırsatta İttihatçı bir darbeyle iktidarı ele geçirme yöntemi” olarak tanımlıyor. Yine bu çevrenin ağa babalarından Murat Belge, Taraf gazetesindeki köşesinde, Hopa’da polisin biber gazıyla öldürülen devrimci öğretmen Metin Lokumcu’nun arkasından, “Yalnız Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti” yazabiliyor. Polis şiddeti sonucu ölen bir devrimcinin ardından yapılan saygısızlığa gelen tepkiler üzerine Belge, sözüm ona geri adım atarak “Belki kendisi değil ama çevresi Ergenekoncuydu” diyerek Lokumcu’nun üye olduğu Halkevleri ve ÖDP’yi bir çırpıda Ergenekoncu ilan ediveriyor. 

AKP YANDAŞLIĞI
Devrimcilere böyle kinle saldıran sol liberallerin kalemleri, iş AKP’den bahsetmeye gelince birden yumuşuyor. Sol liberaller, bütün tarihi boyunca egemenlerin gadrine uğrayan Türkiye soluna en acımasız saldırıları yöneltirken, Uludere’de halkı katleden, gazetecileri, aydınları zindanlara dolduran, emekçilere ‘gözünüzü toprak doyursun’ anlayışıyla yaklaşan AKP iktidarına hoşgörüyle yaklaşıyor. Daha geçen hafta Birikim dergisinin Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner, Akşam gazetesine verdiği röportajda dergisinin etkisinden bahsederken, dergilerine AKP’den çok telefon geldiğini örnek gösteriyor ve bunu bir marifetmiş gibi anlatıyor. Sol liberal çevrelerin yakınında dolaşa dolaşa onlara benzeyen bir zamanların devrimci oyuncusu Halil Ergün göğsünü gere gere ben oyumu “AK Parti’ye verdim” diyebiliyor.
Şu halde biz de soruyoruz, bunların artık solla ilgisi kaldı mı?

SOL LİBERALİZMİN YENİ KİTLE PARTİSİ: YSGP

Kasım ayı sonunda, EDP ile Yeşiller Partisi Ankara'daki Kocatepe Kültür Merkezi'nde yaptıkları kongre ile birleşerek, 'Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi' adını aldı. EDP, Türkiye solunun en kitlesel örgütü olan ÖDP’yi, Ufuk Uras önderliğinde AKP’nin peşine takma misyonunu üstlenen ancak kongrede partideki devrimcilerin adayı olan Alper Taş’ın kazanmasıyla bu partiden ayrılan isimlerin kurduğu parti. CHP’ye alternatif olacak kitsellikte bir parti olacağı umuduyla kurulan EDP, AKP’ciliğiyle kısa sürede soldan dışlanmış ve kitlesiz bir parti haline gelmişti. Yeşiller Partisi iyi niyetli bazı çevrecilerle AB fonlarından geçinmeyi meslek haline getirmiş bir takım STK’cıların bir araya gelerek kurdukları parti. Her iki proje de iflas edince ortak noktaları sol liberalizm olan bu iki ekip birleşmeye karar verdi.

Öte yandan bu projenin ‘ölü doğduğunu’ söylemek pek de kehanet sayılmaz.  Yine de sol liberallerin bazı simge isimleri hemen bu partinin vitrinine yerleşiverdi. Sol liberalizmin teorisyenleri, Murat Belge ve Ahmet İnsel, eski TKP’li olup SSCB yıkılınca kıble olarak kendine Brüksel’i seçen militan AB’ci Aydın Engin, LGBTT kontenjanından kadroya katılan ‘Tarafçı’ Esmeray Özadikti, Taraf yazarı Ergenekon operasyonlarının gönüllü savcılarından Sezin Öney…

Iktidar şakşakçılığının öncü partisi: DSiP

Kamuoyunun, 12 Eylül referandumunun ardından Başbakan’ın balkon konuşmasında, “Devrimci Solcu İşçi Partisi’ne teşekkür ederiz” cümlesiyle tanıştığı DSİP, sol çevrelerde, ‘Yetmez Ama Evet’, ‘Darbelere Karşı 1 Milyon Adım’, ‘Dur De’ gibi kampanyalarda aldığı ‘öncü’ tavırlarla tanınıyor. İngiltere’deki Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) Türkiye kolu olarak hareket eden bu çevre, DSİP adını almadan önce esas tehlikenin yükselen şeriatçı dalga olduğunu öne sürüyor, şeriatçı tehdide karşı CHP’den İP’e kadar uzanan geniş bir cephenin inşa edilmesini öneriyordu. Ne olduysa AKP’nin iktidara gelmesinin ardından oldu, eskinin anti-şeriatçısı DSİP hızla AKP destekçisi bir parti hale geldi ve görevini Başbakan’dan ‘aferin’ alacak kadar da iyi yaptı. Tarih henüz muktedirlerin takdirine mahzur olan bir ‘devrimciliğe’ tanık olmadı ama DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan bu ‘aferin’in ardından ‘biz nerede hata yapıyoruz’ diye düşüneceği yerde, bakın Zaman’a nasıl bir açıklama yaptı: “Tabii başbakanın bir inceliği aslında. Bütün sol ve sol olarak kabul edilen ama bence solda durmayan örgütlerin ve CHP'nin karşısında ‘evet’ diyen bir siyasi örgütüz. O yüzden Sayın Başbakan’ın aklına geldik. Tabii kibar bir davranışa insan seviniyor.”

Kadro ve finans kaynağı: STK’ler

Sol liberal cephenin en önemli kadro ve finans kaynağını AB ya da Soros destekli sivil toplum kuruluşları oluşturuyor. Bunların arasında başı çeken kuruluş, uluslararası spekülatör George Soros’un finanse ettiği Açık Toplum Enstitüsü ve Vakfı... Bu kuruluş, Soros’un dünyanın dört bir yanında ördüğü STK ağının bir parçası, bu ağ özellikle eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşanan ‘turuncu’ karşı-devrimlerde oynadığı rolle tanınıyor.
AB destekli bir diğer proje ise Sosyal Değişim Derneği... DSİP üyesi Cengiz Alğan’ın başkanlığını yaptığı dernek, Hollanda Başkonsolosluğu’ndan ve AB’den aldığı fonları, sol liberal ‘eşe dosta’ dağıtarak bu çevrenin lojistiğini sağlamada önemli bir işlev üstleniyor.
Uluslararası Hrant Dink Vakfı ise devrimci gazeteci Dink’in ismini sol liberalizme alet etme işlevini üstlenen bir başka etkili STK... Vakfın destekçileri arasında AB, Texas merkezli Chrest Vakfı, Heinrich Böll Stiftung Derneği, Açık Toplum Vakfı vs. bulunuyor.

SOSYALİST HAREKET 'SOL LİBERALİZM' HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR?

Gözümüzün içine bakarak yalan söylüyorlar

ÖDP PM ÜYESİ BARIŞ İNCE: Özgürlük ve Dayanışma Partisi Parti Meclisi Üyesi ve BirGün Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Barış İnce, sol liberal akımların 12 Eylül sonrası yenilgi döneminde geliştiğini belirterek, “Solun Avrupa Birliği reformları ile büyüyeceğini sanan, AKP’nin ileri demokrasisiyle demokrasi güçlerinin de gelişeceğini düşünen, küresel sermayeden medet uman bir topluluk var. Bunlar solun emekçiler, yoksullar arasında büyümesini hedef alıp aslında zor bir süreci seçmek yerine, düzen güçlerinin kimi uygulamalarını “bu iyi, bu yetmez ama iyi, bu kötü ama idare edelim” şeklinde değerlendirmeyi seçti. Bu tarz da kendisine alıcı buldu ve düzen içi bir fraksiyon olarak gelişti” diyor. Sol liberalizmin sola hiçbir yararı olmadığını ama çok zararı dokunduğunu vurgulayan İnce, sol liberalizmle mücadelenin yolunu şöyle tarif ediyor; “Mahir Çayan’a göre ‘Oportünizmin panzehiri ideolojik mücadeledir.’ Sol liberalizmin de böyle… Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki iktidar olanakları ile 7/24 televizyonlarda, burjuva medyasında saf tutan insanlara laf yetiştirmek de pek mümkün olmuyor. ‘Onlara kaleminle cevap ver oğlum’ diyen iyi niyetli teyze yaklaşımı keşke gerçekleşebilse... Elinde küresel sermayenin medya olanaklarını almış ve aldığı “yeşil” dolarla oradan bangır bangır, gözlerimizin içine baka baka yalan söyleyen bir tayfa var. Düzenin bizi sınırladığı alanda yazarak onlara yanıt vermeye çalışıyoruz fakat bazen bir emekçinin ya da bir gencin okkalı bir küfrü, tüm yazdıklarımıza bedel oluyor.”

Sol liberalizm teorik bir sapmadır

MARKSİST AKADEMİSYEN FOTİ BENLİSOY: Marksist akademisyen, araştırmacı ve yazar Foti Benlisoy, sol liberalizmi, “Türkiye’nin ‘ceberut devlet’ geleneğine sahip olduğu anlayışından hareketle devlet ve toplum, merkez ile çevre arasındaki çelişkiyi esas alan bir fikri akım” olarak tarif ediyor.
Benlisoy sol liberalizmin yaygınlaşmasını da şu etkenlere bağlıyor:  “12 Eylül yenilgisi, toplumsal mücadele ve direnişlerin kimi istisnalar hariç cılızlığı, uluslararası ölçekte sosyalist hareketin krizi, siyasetin STK’leşmesi, sosyalizmin somut ezme-ezilme ilişkilerinden bağımsız bir ‘söylem’ ya ‘etik bir tercihe’ indirgenmesi, sosyalist hareketin derlenmesiyle işçi hareketinin yeniden kuruluşu arasındaki rabıtanın kesilmesi solun teorik ve pratik geleneğinde zaten var olan zaafları pekiştiren ve dolayısıyla sol liberalizm gibi eğilimlerin kabarışına olanak veren nedenler arasındadır.”
Sol liberalizme ‘teorik bir sapma’ olarak nitelendiren Benlisoy’a göre, bu akımla hesaplaşma da teorik olmalı, “Sol liberalizmle gerçek bir siyasal hesaplaşma, kendi fikri-örgütsel kabullerimizle de hesaplaşmayı, sürekli bir ideolojik mücadeleyi gerektiren (esasında bütün olarak sosyalistleri itibarsızlaştıran yumurta-boya gibi vasıtalara indirgenmemesi gereken) meşakkatli bir yol. Sol liberalizmle gerçek bir hesaplaşmaysa ancak pratikte, yani sosyalizmin toplumsal mücadeleler içerisinden ve onlar aracılığıyla antikapitalist zeminde yeniden inşasıyla mümkün olacaktır.”

Kağnı gölgesinde yürüyenler

TKP MK ÜYESİ ERKAN BAŞ: Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Dönem Sözcüsü Erkan Baş, sosyalistlerin tarihleri boyunca kimi başlıklarda net bir ortaklığı olduğunu sol liberallerin bu ortaklığın dışında kaldığını vurguluyor; “Bunlardan birincisi devrimciliktir, düzenin tüm kurumlarından bağımsız ve tam karşı kutupta konumlanmak ortak değerimiz. Emperyalizme karşı mücadele, solun her döneminde önemli bir yer bulmuş ortak bir kimlik ve gericiliğe karşı tavizsiz mücadele solunun ortak kimliğinin bir diğer öğesi.  Bugün sol liberal olarak adlandırılan kesimlere baktığımızda üç başlıkta Türkiye sosyalist hareketinin tarihsel birikiminin tam zıddı konumda olduklarını görüyoruz.  Neler söylüyorlar?  Bir, AKP farklıdır ve  desteklenmelidir.  İki; AB (hatta kimilerince Ortadoğu’yu özgürleştirecek ABD bile!) solun bildiği gibi değil(miş).  Üç, Sol dinci hareketi anlayamamış.”
Sol liberallerin toplumda bir yaygınlık kazanamadığına değinen Baş,  “Son 15 yılda kurdukları bilmem kaçıncı solun birlik partisi içinde yeni bir tek isim yok. Aynı isimler, çeşitli biçimlerde “bölünüp”, sonra yeni bir parti adı bularak yan yana gelip solun büyük birliğini ilan edip duruyorlar. Bu nasıl yaygınlaşma?” diyor.

Baş, sol liberalizmle mücadelenin yolunun AKP’yle mücadeleden geçtiği kanısında... “İktidara karşı mücadeleyi büyüttükçe onun gölgesindeki tüm bir siyasi akım olan liberalizmle  en anlamlı kavgayı vermiş oluruz” diyen Baş, Aziz Nesin’in Zübük romanının başındaki atasözünü hatırlatıyor: “İt kağnı gölgesinde yürür, kendi gölgem sanırmış.”