Türkiye'de bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm  mücadelesinde her gün yenilikler yaşanmaktadır. 12 Eylül 1980 öncesi sol , siyasal arenada sayısı 50'li düzeyde dillendirilen sol, örgüt ve partiler nasıl ki, 12 Eylül faşist darbesi sonrası hızla azaldılar ise, günümüzde de benzeri gelişmeler ters orantılı olarak devam etmektedir.


12 Eylül öncesinin milyonları alanlara getiren siyasal, sendikal ve mesleki örgütlerinden geriye kalan bir kaçı hariç, yeni yapılanmalar gündeme oturdu. Son Gezi Parkı direnişi ve Taksim Platformu'nun ortaya çıkışı buna örnek gösterilebilinir.

ORHAN YILMAYKAZA'NIN ÖLDÜRÜLMESİ İLE BAŞLAYAN YENİ SÜREÇ

2009 yılının Nisan ayı sonunda İstanbul Bostancı'da 6,5 süren bir çatışma sonrası Orhan Yılmazkaya isimli sosyalist çevrelerin yakından tanıdığı, Devrimci Karargah örgütü üyesi öldürülmüştü. Daha sonraki zamanlarda örgüte yönelik operasyonlar esnasında onlarca legal kurum yetkilisi, partilerde görevli anti-faşistler tutuklanmıştı. Kamuoyunun en çok dikkatini çeken ise, 12 Eylül öncesi ve sonrası birçok işkence ve katliam davalarında adı geçen sicil dosyası oldukça kabarık içişleri bakanlığı eski emniyet istihbarat daire başkanı Hanifi Avcı'nın "Devrimci Karagah davası'nda yargılanması oldu. Sol, sosyalist çevrelerde de ciddi eleştirilere yol açan konuya yönelik, Devrimci Cephe Dergisi'nin bir açıklamasını yorumsuz yayımlıyoruz.



"Sosyalist Demokrasi" İçin Önce Sosyalist Ahlâkın Gerekirliği Üzerine

 

11 Temmuz'da dört yıldan beri sürmekte olan Devrimci Karargâh davasının sonuçlanması bekleniyor.

Bilindiği gibi, bu dava AKP iktidarının devrimci mücadele güçlerine karşı özel bir tarzla yönelttiği saldırıların neredeyse pilot uygulama alanı oldu. Devrimci Karargâh’ın çalışması olduğundan kuşkulanılan yayın faaliyetleri terörle mücadele kapsamında değerlendirilerek yasaklandı; çalışanları ve hatta okurları aynı bağlamda uzun yıllardır tutuklu olarak cezaevlerinde bulunuyorlar.


Devrimci Cephe Dergisi ve okurları AKP’nin bu yöneliminden doğrudan zarar gördüler ve hâlâ zindanlarda tutuluyorlar.

Dolayısıyla Devrimci Cephe bu davayla ilişkili gelişmelerde kendi sınırlı konumlanışı düzeyinde bir ilgiyi kendi çizgisine ve okurlarına bağlılığın bir gereği olarak sürdürüyor.


Devrimci Karargâh’a yönelik AKP politikaları sadece devlet şiddetiyle değil aynı zamanda özel bir psikolojik savaş eşliğinde yürütüldü. Devrimci örgüte karşı yürütülen psikolojik savaşın temel doğrultusu, örgütü ve mücadelesini itibarsızlaştırma esasına dayanıyordu.

Bu konuda AKP iktidarının en sınır tanımaz hamlesi, devrimci katili ve işkenceci polis şefi Hanefi Avcı’yı örgüte üyelik iddiasıyla tutuklanmasıyla gerçekleştirildi.


Hanefi Avcı’nın tutuklanmasının gerçek nedeninin Türk polis teşkilatındaki dinci derin örgütlenmeyi deşifre eden çalışmaları olduğunu bugün herkes bilmektedir.

Ama Hanefi Avcı’nın Devrimci Karargâh’la göstermelik bir şekilde de olsa nasıl ilişkilendirildiği konusu, özellikle bu imkânı devlete veren sol kadro ve örgüt yapısının kimi karartma ve saptırma çabaları itibariyle hâlâ bir miktar gölgede kalmış gibidir.

Sosyalist Demokrasi Partisi’nin yarınki davayla ilgili yaptığı açıklama metninden anlaşılmaktadır ki hâlâ aynı çabalar sürmektedir.


Hanefi Avcı’nın, Devrimci Karargâh örgütüyle uzak yakın dolaylı dolaysız en ufak bir ilişkisinin olmadığı son derece açık ve bütün sol kamuoyu tarafından bilinen bir gerçektir.


Hanefi Avcı ile Devrimci Karargâh arasındaki hukuk açık bir düşmanlık hukukudur, çünkü bilinmektedir ki Hanefi Avcı, Devrimci Sol’daki bir iç bölünme sonrasında şimdi Devrimci Karargâh’ın bileşenlerinden biri olan Çözüm kanadının önder kadrosu Bedri Yağan’ın katlinden birinci dereceden sorumludur. Ve zaten bu düşmanlık Devrimci Karargâh tutsakları tarafından bütün dava aşamalarında Hanefi Avcı’ya yönelik alınan tavırlarda gösterilmiş, sonuçta AKP mahkemesi, Hanefi Avcı’yı diğer dava tutsaklarından ayrı bir şekilde yargılamak suretiyle davayı sürdürebilmiştir.

Devrimci katili ve işkenceci Hanefi Avcı’nın, AKP hukuku tarafından Devrimci Karargâh’la ilişkilendirilmesi doğrudan ve net bir şekilde Sosyalist Demokrasi Partisi üzerinden olmuştur.

Sosyalist Demokrasi Partisi çevresinin polis şefi Hanefi Avcı’yla dostluk düzeyinde ilişkili olduğu dava sürecinde açığa çıkmış bir gerçektir.


AKP hukukunun el çabukluğu Sosyalist Demokrasi Partisi’yle Devrimci Karargâh’ı ilişkilendirmek olmuştur. Böylece Hanefi Avcı otomatik olarak Devrimci Karargâh’la ilişkili gibi gösterilmiştir.

Burada bir taraftan Hanefi Avcı’yı tasfiye etme, diğer taraftan Devrimci Karargâh’ı, devrimci katili ve işkenceci bir polisle ilişkilendirerek itibarsızlaştırma amacı güdülmüştür.

Bu operasyon çerçevesinde, aynı zamanda, bir dizi sol sosyalist çevrenin zindan terörüne uğratılması yoluyla sola da bir gözdağı verilmek istenmiş ve devrimci kamuoyu korkutulup sindirilmek istenmiştir.

Ancak bu üçüncü gerekçe diğerleri yanında daha tâli konumdadır, çünkü Hanefi Avcı’yı Devrimci Karargâh davasına taşımakta aracı olan Sosyalist Demokrasi Partisi çevresi ve diğer sollar davanın gelişimi içinde bir süre sonra tahliye olmuşlar, ama Hanefi Avcı, yazılı ve görsel basında binlerce kere tekrar edilip kafalara kazıldığı haliyle “Devrimci Karargâh davası sanığı” olarak kalmıştır.

Sosyalist Demokrasi Partisi’nin o gün bugündür, devrimci katili ve işkenceci bir polis şefinin kendisine ait çevre ilişkileri içinde nasıl var olabildiğine dair bir açıklamayı Türkiye sol sosyalist devrimci kamuoyuna yaptığına dair bir duyumumuz olmadı.

Bu son derece anlaşılır bir durumdur; gerçekte sosyalist olan herhangi bir yapının devrimci katili ve işkenceci bir polis şefiyle dostça ilişkilenmesine herhangi bir açıklama getirmesinin koşulu yoktur. Sosyalist olduğunu kendi kendine atfedenlerin, belki…

Devrimci Karargâh, düşmanın itibarsızlaştırma kampanyasına, muhtemeldir ki istemeden de olsa yol açtığı için Sosyalist Demokrasi Partisi ile nasıl bir muhasebeye oturur, bunu bilemeyiz ama bizim, Devrimci Cephe’nin, çalışanlarımızın ve okurlarımızın, bir mücadele mevziisi olarak gördükleri mahkeme sıralarına bir polis şefinin iliştirilmesine neden oldukları için Sosyalist Demokrasi Partisi çevresinden bir özür beklentimiz bakidir.

Ama gelin görün ki, Sosyalist Demokrasi Partisi böyle bir özür gereğini dürüst olmayan bir şekilde ortadan kaldırma tavrını ısrarlı bir şekilde sürdürmektedir. Bunun son örneği yarınki duruşma ile ilgili yaptığı basın açıklaması davetidir.

Bu davette, Sosyalist Demokrasi Partisi, Devrimci Karargâh davasını “komplo davası” olarak tanımlamaktadır. Komplodan kasıtları, AKP hukukunun, SDP’yi Devrimci Karargâh’la organik olarak ilişkilendirme çabasıdır. Bunu haklı olarak yasal faaliyetlerinin önünde bir engel olarak görüyorlar. Ve buna karşı çıkmak elbette siyasal görevleridir.

Ama bunu, polis şefinin getirilip davaya sanık olarak aktarılmasıyla asıl komplonun Devrimci Karargâh’a yapıldığının üstünü örterek, gizleyerek yapmak ne yazık ki siyaseten kedi tavrı olmaktadır.

Diğer taraftan çağrı metninde, Devrimci Karargâh davası bir “komplo davası” olarak tanımlanarak davanın bütün niteliği AKP’nin SDP’ye yönelik tasfiye operasyonuna indirgeniyor. Ve bu durumda, Devrimci Karargâh, AKP’nin SDP’yi tasfiyesinin bir aracı olarak ifade edilmiş oluyor.

Oysa gerçeğin bunun tam tersi olduğu ne kadar da ortadadır.

Devrimci Karargâh davasında AKP’nin yaptığı komplo, polis şefinin bu devrimci örgütle ilişkilendirilmesidir.

Ve bu komplonun doğrudan tartışmasız aracı Sosyalist Demokrasi Partisi çevresidir.

AKP, Devrimci Karargâh davasına komployu Sosyalist Demokrasi Partisi’ni kullanarak yapmıştır.

Sosyalist Demokrasi Partisi, AKP’nin eline bu imkânı, bir sosyalist örgüt tarafından en olamayacak şekilde; devrimci katili ve işkenceci bir polis şefiyle dostça ilişkilenerek vermiştir.


Hal böyleyken, devrimci bir örgütün davasını, örgütün kendi ismini öteleyerek, dava içeriğinin uyduruk da olsa sadece bir bölümü üzerinden tanımlamak; dava içindeki varlığının tümüyle tâli ve devrimci örgüte yönelik komplo zemininde araçsal olduğu ortadayken davaya kendi konumu üzerinden tanım yüklemesi yapmaya kalkmak ne kadar saygısız, sosyalist ahlâk açısından ne kadar sorunlu bir tutumdur.

Oysa Sosyalist Demokrasi Partisi ve diğer sol kimliklerin Devrimci Karargâh davasına katılımı, bu davanın kendi süreçleri itibariyle üçüncü operasyon dalgasındadır. Devrimci Karargâh, bundan önce iki, bundan sonra gene iki operasyon dalgası yaşamıştır.

Açıktır ki, Türkiye devrimci hareketi açısından önemli eylemler ve onursal düzeyler bu davanın asıl içeriğini oluşturmaktadır, komplo değil.

Sosyalist Demokrasi Partisi, böyle bir içerik için canını kanını katan bir devrimci örgüt faaliyetini yanlış bulabilir ve biliyoruz ki bulmaktadır. Onlar için yasalcılık ve sivil tarzlar esastır.

Ancak yanlış ya da doğru, benimsersiniz ya da benimsemezsiniz, bir örgütün kimliğini ve mücadelesini yok sayarak kendi konumunuzu metafizik bir zorlamayla öne çıkarmak ideolojik ya da siyasal mücadele değildir. Gerçeklerden kaçarak hayal perdesinin arkasına saklanmaktır.

Ya da devrimci faaliyetteki ısrarı nedeniyle AKP’nin sola polis baskısı uygulamasına yol açtığı için, Sosyalist Demokrasi Partisi Devrimci Karargâh’a doğrudan düşman da olabilir.

Ancak bu durum dostluk gibi düşmanlığın da yiğitçe olmasını isteme hakkını karşıtınızın elinden alma hakkını size vermez. Yani, devrimci katili ve işkenceci bir polis şefiyle ilişkilenerek hasmınıza zarar vermenin düşmanlık hukukunda da bir meşruiyeti yoktur.


Biz Devrimci Cephe olarak, Sosyalist Demokrasi Partisi tüzelliği ya da nüfuz alanındaki yoldaşlarla bu krizi, Türkiye sosyalist hareketinin genel krizi bağlamında ele alarak çözebileceğimize inanıyoruz. İhtiyacımız, sol dünyamızda alışageldiğimiz gibi kendi örgütsel varlığı adına yanlışıyla bütünleşme tutumundan çıkma eğilimi göstermesidir.

Dileriz duyurusunu yaptıkları bugünkü basın açıklamaları bütün bu beklentilerimizi karşılayacak içerikte ve güçte olur.

Eğer bu gücü Sosyalist Demokrasi Partili yoldaşlarda göremeyeceksek bu değerlendirme metni Türkiye soluna kendilerinden şikayet dilekçemiz niyetiyle yazılmış olsun.

İLKELERDE SAVAŞ!

DEVRİMCİ KARDEŞLİK!

Devrimci Cephe

10.07.2013