Evet o Dev-Genç’in hem ajitatörü hem de propagandacısıydı. 

Kazım ile ilk tanıştığım mekânın, 1970 yılı başından itibaren Siyasal Yurdu olduğunu hatırlıyorum. Onunla ortak bir eylemimiz olmamıştı fakat sürekli birlikteymişçesine bir duygu içinde olduğumu söyleyebilirim. Yurdun salonunda veya kantinde arkadaşlarla konuşurken belki de sayısız oranda onun varlığını hissederdim. Çünkü olağanüstü davudi ve ahenkli sesiyle konuştuğunda mutlaka dikkatimizi çeker ya o bizim yanımıza gelir ya da başı kalabalıksa biz onun yanına giderdik. Çünkü onu tek başına hiç gördüğümü hatırlamıyorum. Mutlaka yanında birileri vardı ve ilginçtir herkes de onun konuşmasını büyük bir zevk ve dikkatle dinlerdi. Onunla arkadaşlığım olmasına rağmen sanki onun sesiyle arkadaşmışım gibi bir his var içimde. Bu muhteşem ses tınının yanında düzgün bir Türkçesi olduğunu da görünce sanırım ona veya onu tanıyan arkadaşlardan birine bu konuda bilgi almak için başvurmuştum. 1970'lerde onun TRT de Spikerlik yaptığını öğrendiğimde hiç şaşırmamıştım. 

Kazım Hacettepe taraflarında sanırım Sosyal Hizmet Akademisinde okuyordu. Sanat ve kültürel faaliyetlerle ilgili özel bir ilgisi olduğunu görüyordum. Bu da benim gibi maceracı bir militan ile onun yollarının sokakta neden kesişmediğinin anahtarını bize vermektedir. Ben her çatışmanın içindeyken, o her tartışmanın içinde bulunuyordu. Örneğin 1970 yılı sonundaki Dev-Genç Kongresin de eğer yanılmıyorsam onun Genel Sekreter seçilmesi tesadüf değildi. Yine MAHŞERİN BEYAZ ATLISI adlı kitap hazırlığı yaparken birçok kişiyle röportaj yapmıştım. Bunlardan biri de Murat Belge idi. M. Belge,  bu konuşmamızda S. Kazım’dan şöyle bahsediyordu:  

‘… Ankara GOP’ta yapılan bir toplantıya katıldım. Bu, Dev-Genç ve Mihri Belli taraftarlarının bir toplantısı idi. Gençlerin Mihri Belli’nin etkisinden çıktığını gözlemlemiştim. Örneğin Sinan Kazım Özüdoğru’nun konuşması da bu yöndeydi. …’ 

Evet o Dev-Genç’in hem ajitatörü hem de propagandacısıydı. 

Kazım'la ilgili Siyasal kantininde en canlı hatırladığım iki anım var. Birincisi onun hakkında çok şey duymuş, hatta uzaktan bana onu göstermişlerdi fakat hiç karşılaşıp tanışmamıştık. Şu an bile bütün hatlarıyla hatırladığım bir karşılaşmamız olmuştu. Bu karşılaşma, belki birileri için önemli değil ama benim için oldukça etkili ve unutulmaz ki ne zaman Kazım ismi geçse bu ilk karşılaşmamızı hatırlarım. Bunu anlatmak için öncelikle Siyasal yurdunun girişteki salonunu sizlere hatırladığım kadarıyla aktarmam gerekiyor. Yatakhanelerin bulunduğu bölümün hemen altında yani dışarıya bakan pencerelerin hemen karşısında küçük kapılı bir oda vardı. Kapısının rengini bile mavi veya buna yakın bir renkte olarak hatırlıyorum. İşte o kapının önünde bazı arkadaşlarla ayakta sohbet ediyorduk. O meşhur senfonik sesi duyunca kafamı çevirdiğimde Kazım’ı bu kapıdan dışarı çıkarken görmüştüm. Yanımdakilerle birlikte tanışmıştık. Fakat o, bizimle kalmamış yanındaki kızlı erkekli grupla koridorun sonundaki kantine doğru gitmişti. 

İkinci hatırladığım yakın temasımız ise kantinde olmuştu. Kantinde şimdilik sadece Z. Kutlu’yu hatırladığım bir arkadaş grubu kendi aralarında hararetli bir tartışma yürüttüklerini görünce onlara doğru yaklaştım. Zaten oradan birilerinin ‘ha işte Selçuk geldi’ türünden seslerini duyunca oraya doğru merakla yaklaşmıştım. Arkadaşlar kirlilik üzerine konuşuyorlardı ve kendi aralarında bir kirlilik yarışına girmişlerdi. Fakat Zafer benim de yarışa girmemi istedi. Bu ara herkes bacağını açıp kimin daha kirli olduğunu jüri heyetine gösteriyordu. Bir sandalye çekip oturdum ve sağ bacağımı jüriye göstermemle birlikte yarış bitmiş oldu. Çünkü büyük bir gürültüyle açık ara ve tartışmasız birinci seçilmiştim. İşte bu gürültü ve hayret nidaları üzerine masamıza Kazım'ın gülerek yaklaştığını hatırlıyorum. Oldukça farklı bir bakışla ama itici olmayan bir üslupla ve de belli bir vakurla bize içten gülüyordu. 

Kazım'la ilgili en güzel bilgileri M. Bijedug, Kazım’ın abisi Emin Özüdoğru ve birçok arkadaşın katkı sunmasıyla hazırlanan “Devrimciler Ölmez” adlı kitabı okuyarak edinebilirsiniz.  

Bu kitapta E. Kürkçü’nün tarif ettiği gibi: “Üstelik benden bir yaş küçük olmasına karşın, sanki on yaş daha fazla yaşamışçasına hayat hakkında her şeyi bildiğini bilmek; sert sosyal ve politik mücadeleler içinde kabalığa kaçmadan sert olmayı ondan görerek öğrenmek; acemilik eseri, kaçınılması neredeyse imkansız gençlik yöneticiliği hatalarımın onun tarafından hemen kapatılacağının güveniyle hata yapmaktan korkmaksızın mücadele edebilmek; Sinan Kazım’ın çevresine yaydığı ışının içinde yaşamış olmak ne büyük ayrıcalıkmış...”  

Tüm kaybettiğimiz yoldaşlarımızı, devrimci kalanların yaşatması dileğiyle hasretle anıyor ve kucaklıyorum.