Son haftaların yüzlerce sivilin yaşamına mal olan terör saldırıları, bir kez daha güvenlik tedbirlerinin olağanüstü biçimde artırılması, demokratik hak ve özgürlüklerin rafa kaldırılması, yasaklamalar, baskı aygıtının güçlendirilmesi ve »teröre karşı mücadele kararlılığının« hep daha yüksek sesle vurgulanmasıyla terör ile başa çıkılamayacağını kanıtlamış oldu. Görünen o ki, sadece ihtilaf bölgelerinde değil, görece refah coğrafyalarında da uzun bir süre daha terör tehdidi altına yaşayacağız.

Ankara, İstanbul, Paris ve Brüksel gibi, her köşesi kameralarla gözlenen, istihbarat ve güvenlik teşkilatlarının 24 saat/7 gün kontrolü altında olan, yasama, yargı ve yürütme merkezlerinin bulunduğu kentlerde patlayan bombaları ve bu vahşete baş vuran örgütleri lanetlemek elbette doğru ve doğal bir tavır, ancak hiç bir şekilde yeterli değildir. Hamaset ve »kökünü kurutma« politikalarının hiç bir sonuç getirmediğini herkesin görmüş olması gerekiyor.

O halde ne yapılmalı? Öncelikle sivillere yönelik terör eylemlerini gerçekleştirenlerin polisiye yöntemlerle kovuşturulmaları ve mahkeme önüne çıkartılarak, hukuk devleti esasları temelinde yargılanmaları gerektiği konusunda hem fikir olmalıyız. Aynı zamanda muhakeme süreci sadece tetikçileri yargılamayı değil, ki canlı bombalarda bu bir işe yaramaz, bu şiddetin asıl sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik olmalıdır. Yargısız infazlarla, »teröre karşı savaşla«, baskı aygıtının genişletilmesiyle bir sonuç alınamıyor işte.

Diğer yandan »terörizmin« yeşerdiği toprak kurutulmalıdır. Bilim insanlarının yaptıkları empirik araştırmalar, sosyal adaletsizliğin, müdahale savaşlarının ve sömürünün »terörizmi« yaratan temel etmenler olduğunu yeterince kanıtlamış durumda. Özellikle 21. Yüzyıl, emperyalist yayılmacılık, içeriye ve dışarıya yönelik baskı mekanizmaları olmaksızın »terörden« bahsetmenin olanaksız olduğunu göstermiştir. Yani sivillere yönelik teröre haklı olarak karşı çıkanlar, savaşlara ve sömürüye karşı çıkmalıdırlar. Çünkü teröre verilecek en doğru yanıt daha fazla barış, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve sosyal adalettir.

»Terör« tarihsel olarak, bir tarafta, Robespierre’in 5 Şubat 1794’de dediği gibi, »halk düşmanlarına« karşı bir devlet aracı, diğer tarafta da sömürgeciliğe karşı verilen meşru bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. O açıdan toplumsal içeriğine bakarak »terörün« hem gerici, hem de ilerici hedeflere hizmet eden bir araç olduğu söylenebilir. Ancak aslolan kurtuluş için verilmesi gereken sabırlı fikir ve örgütlenme mücadelesi olduğundan, bireysel ve sivillere yönelik şiddet her halükârda gerici hedeflere hizmet eder.

Egemen sınıflar ve emperyalist güçler açısından »terörün« savaşları ve yayılmacılığı gerekçelendiren bir işlevi olduğunu da unutmamak gerekiyor. Sosyal kısıtlamalar, özelleştirmeler, iç ve dış politikanın militaristleştirilmesi, piyasalara ve hammadde kaynaklarına dünya çapında hakim olmak için yürütülen savaşlar vs. her defasında »terör« ile gerekçelendirilmektedir. Ama bu sürdürülebilir değildir. Brüksel tekrar kanıtladı: savaş eken, terör biçer – her yerde!

26 Mart 2016