Türkiye´nin coğrafi konumu, kuruluş döneminde yaşadığı kültürel, sosyal, siyasal ve dinsel eksenli olguların günümüze kadar taşıdığı sıkıntılara ek olarak, bir de etnisiteye dayalı farklılıkların bir arada yaşama kararlılığı gibi konularda karşılaştığı güçlükler eklenince, tablo çok daha karmaşık bir görüntü sergilemektedir. Türkiye´nin bu karmaşık tablosunda 27 Mayıs 1915 Tarihli “Tehcir Kanunu”nun çok önemli bir yeri var. Dönemin Almanyası´nın bilgisi, onayı ve hatta uygulamada verdiği destek ile Osmanlı İmparatorluğu´nun yüyürlüğe koyduğu bu kanunun doğurduğu vahim sonuç, Almanya Federal Parlamentosu tarafından  “soykırım” olarak tanımasının ardından, bu konu son günlerin en yoğun tartışılan konusu haline geldi.

Konu ile ilgili olarak önce şu tespitte birleşme zorunluluğu var; 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve kurucu kadrolarının hiç biri, 27 Mayıs 1915 Tarihli “Tehcir Kanunu”nun çıkartılmasında, uygulanmasında ve bu uygulamanın doğurduğu vahim sonuçlarından hukuksal ve sayasal olarak sorumlu olmadıkları gibi, sorumlu da tutulamazlar.

RTE´nin her fırsatta nimetlerinden yararlanarak ayaklar altına aldığı Cumhuriyetin alternatifi olarak lanse ettiği yalana, talana, kan ve zulme dayalı  Osmanlı İmparatorluğu, insanlık tarihinin en utanç verici uygulamalarına ev sahipliği yapmış, kendi yurttaşlarını sırf Ermeni asıllı veya Alevi inancına sahip olduğu için katletmeyi görev bilmiş, başka halklara kan kusturmuş ve dini inanç adına kendinden olmayan herkesi “gavur” saymıştır.

Başını RTE´nin yandaşlarının çektiği bir grup dinci, ırkçı, kafatasçı, gerici ve yobazların kurduğu “dernekler”, 1 Haziran 2016 Tarihinde Berlin Brandenburg Kapısı önünde, “Soykırım yalanını” ve bir gün sonra  Alman Federal Parlamentosu'nda yapılan oylamayı “kınamak” adına  bir miting düzenlediler.  Onlarca derneğin çağrısı üzerine miting alanına gelenlerin toplam sayısı 1000´den kesinlikle fazla değildi. “Soykırım yalanını protosto” diye insanlara yalan söyleyen bu dernekler, miting alanında “Ya Allah Bismillah Allahüekber“ diye tekbirler getirdiler. Böylelikle siyasal İslamcılar, en başarılı oldukları alanlardan birisi olan “takkyiye” nin ne demek olduğunu ve bunun pratikte nasıl bir işlev gördüğünü  bir kere daha ispatlamış oldular.  

Dünya şehirlerinin en çağdaş, en hoşgörülü, farklı kültür ve inançların en samimice yaşatıldığı şehirlerden biridir Berlin. Böyle bir konumu olan bu yerde tekbir getirmek, başına fes takıp, eline tespih alan badem bıyıklıların ve tepeden tırnağa kadar çarşaflara büründürülmüş kadınların ve çocukların ellerine Türk Bayrağı tutuşturulup  ajite edilmelerinin “Soykırım yalanını protosto” ile ne alakası var?

Miting alanında kurulan sahnede sunuculuk görevi yapan badem bıyıklının miting alanında olanları “selamu aleyküm” diyerek coşturmaya kalkması, sahnede ikinci sunucu olan türbanlının her iki lafından biri olan “Allah sizden razı olsun” demesi, çağdaş bir duruşun değil, karanlığın ve  Orta Çağ kafasının, Berlin sokaklarında tipik bir görüntüsünü sergiliyordu.

“Güçlü bir Türkiye´nin önünü kesmek için, bu soykırım yalanını söylüyorlar“ diye bağıran sunucu, Doğu Türkistan’ı, Kıbrıs’ı ve Azerbaycan’ı da selamlamayı ihmal etmiyordu. Oysa “Kıbrıs Davasını“ Annan Planı ile pazarlayan RTE´dir. Ermenistan Karabağ’ı işgal ettiğinde Turgut Özal “Biz Sünni, Azeriler Şii inancına mensuptur, biz neden taraf olalım“ demişti.  Yine programı sunan militan o kadar coşmuştu ki “asimile olmayan tek ırk biziz“ diye yumurtladı ve böylelikle, ırkçılıklarını, Osmanlı’da ve RTE’nin “Yeni Türkiye”sinde kendisinden olmayan herkesin asimile edildiğini de itiraf ettiğinin farkında bile değildi. Sahnedeki türbanlı sunucu Almanya Federal Cumhuriyeti Parlamentosu’nun yapacağı oylamanın ne olduğunu ve miting alanına insanların geliş nedenini öylesine unutmuş olmalı ki, aynen şöyle dedi;  “Kutlu davamızdan ölene kadar vazgeçmeyeceğiz”. Hangi “kutlu dava”? “Alman Federal Parlamentosu’nun sözde soykırım kararını protesto etmek” için alana gelenlerin içinde AKP´li ve RTE yandaşı olmayanlarda vardı; “kutlu davamızdan ölene kadar vazgeçmeyeceğiz” söylemi, bu insanların iyi niyetlerini ve samimi inançlarını suiistimal etmek değil mi?

Öte yandan, 27 Mayıs 1915 Tarihli “Tehcir Kanunu”nun doğurduğu vahim sonuç için “bu bir soykırım değildir“ diyecek olan en son kişinin RTE olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Sırf kendi siyasi geleceği için, sırf kendi kafasındaki çağ dışı, yalana, talana, vurguna, gözyaşına ve zulme dayalı siyasi iktidarını pekiştirmek için, Batılı ülkelerin tümüne, son 15 yıl içinde kapalı kapılar ardından “Biz de bu yaşananları soykırım olarak görüyoruz. Fakat CHP ve Kemalistlerin baskısından şimdilik susmak durumundayız“ diyenlerin başında RTE´nin olduğu gerçeği unutulmamalıdır ve bu gerçek giderek gün ışığına çıkıyor. Bu olgu kendisini 1 Haziran Berlin Mitinginde yaşananlarla bir kere daha göstermiş oldu. Zira bu mitingin   aslında RTE´nin reklamı için düzenlendiği  ve RTE´in “soykırım yalanını” kamuflaj etmeye dönük bir eylem olduğu çok net bir şekilde görülüyordu.

13 Haziran 2016