Bilindiği gibi 5 Mart 2021’de komünist hareketin tanınmış isimlerinden Rosa Luxemburg’un 150’nci doğum günü kutlandı. Rosa Luxemburg dünya çapında tanınmasına ve dünya sokaklarında, sayısız mücadele alanlarında fotoğrafı en önde taşınmasına rağmen, aynı Che Guevara gibi ikon muamelesine tabi tutularak haksızlığa maruz bırakılmıştır. Halbuki Rosa Luxemburg, Lenin’in, tüm eleştirilerine karşın, »Alman sosyal demokrasisinin tavuklarının« ulaşamayacağı yükseklerde uçan »bir kartaldı ve kartal kalacak« diyerek yücelttiği bir devrimciydi.

Lenin’in »tavuk« metaforuyla eleştirdikleri Karl Kautsky ve Eduard Bernstein gibi isimlerdi, ki »reform-devrim« ikilemini, ayrılmaz bir bütün olduğunu bilmelerine rağmen yaratarak, Alman sosyal demokrasisini emperyalist burjuvaziye nasıl teslim ettikleri yeterince biliniyor. Karl Kautsky, Eduard Bernstein veya August Bebel gibi isimlerin lehlerine söylenebilecek tek şey, o zamanlar Alman işçi sınıfı hareketinin gücüne dayanıp, »tavuk« olarak en azından »kartal« olmaya özenmeleriydi.

Aynı metaforda devam edersek, 21. Yüzyılın »tavuklarının«, bırakın kartal olmaya özenmelerini, bilinçli bir şekilde »tavuklukta« ısrar ettiklerini söyleyebiliriz. Dahası öncüllerini Marx ve Engels’in öğretilerinden bir adım geri atmadan ustaca yerin dibine gömen Rosa Luxemburg’un devrimci mirasını, tarihsel gerçekleri çarpıtarak Eduard Bernstein’ın meşum reformizmine örtü hâline getirmişlerdir. Referans olarak da daha sonraları revize ettiği görüşlerini kullanmakta ve »demokrasi« adına 1989/1990 karşıdevrimine sahip çıkmaktadırlar.

Rosa Luxemburg’un yaşamı boyunca karşı çıktığı çabaların en yakın örneklerini geçen hafta iki kadın eş başkan seçerek gündeme gelen Almanya Sol Partisinde takip etmek olanaklı. Partinin meclis gruplarında ve aparatında kilit noktaları ellerinde tutan ve Rosa Luxemburg’u komünist olarak nitelendirmekten »utanç« duyan hükümet sosyalistleri, parti programına ezici çoğunlukla yerleştirilen barış politikası ilkelerini geçersiz kılmak için uzun zamandır uğraş vermekteler. Amaçları, böylelikle partinin Federal Ordunun emperyalist müdahale savaşlarına katılmasına onay vermesi sağlanarak, federal düzeyde burjuva partilerinin hükümet ortağı mertebesine eriştiğini kanıtlamaktır.

Devrim derdi ve işçi sınıfı iktidarını kurma amacı taşımayan, Bernstein’ın görüşlerini savunanların burjuva hükümetlerine ortak olmalarını istemelerine diyecek bir lafımız yok. Nihâyetinde kendi tercihleridir. Sorun, bu amacın »sosyalist politika« olarak, hem de Rosa Luxemburg’un adı kullanılarak satılmasıdır. O nedenle böylesi yaklaşımlara şiddetle karşı çıkan ve bu yüzden yoldaşı Karl Liebknecht ile 15 Ocak 1914’te katledilen Rosa Luxemburg’u her defasında anımsatmak gerekiyor.

Rosa Luxemburg, SPD’nin 4 Ağustos 1914’te savaş kredilerine onay verip emperyalist savaşı desteklemesinden yaklaşık bir yıl önce, 1913 Eylül’ünde Jena’da gerçekleştirilen parti kurultayında »Savaş kredilerine onay verilirse, tutunulamayacak bir kaygan zemine ayak basılmış olacaktır« diyerek, sosyal demokrasinin, sadece Almanya işçi sınıfına değil, dünya halklarına karşı işleyeceği ihanetini öngörebilmişti. Nitekim SPD, Alman işçi sınıfının bölünmesinin ve daha da önemlisi 1933’te Alman faşizminin iktidarı ele geçirmesinin önünü açmıştı.

Bugün bu kaygan zemin daha da genişlemiştir. Sosyalist politika adına emperyalist savaşların kaygan zeminine ayak basacak olan her parti tarihsel SPD’nin izinden gitme basiretsizliğini gösterecek ve ihanetine ortak olacaktır. İşte bunu öngörebilmek için Rosa Luxemburg olmaya bile gerek yoktur.