Federal Almanya Cumhuriyeti (FAC) ile Türkiye‘nin 'müttefik‘ ilişkilerinin geçmişinin çok eskilere dayandığı bilinmektedir. Bu 'müttefikliğin‘ günümüze kadar taşınan ve bir türlü nihai çözüme kavuşmamış onlarca sorunu var. Bu sorunlardan bir tanesi de, gelinen aşamada birbiri ile iç içe geçmiş iki konudan oluşan ve patlamaya hazır bir el bombası gibi çok tehlikeli bir olgudur. Taraflar arasındaki ilişkiyi zaman zaman geren ve özellikle de Türk kamuoyunu aldatmayı, buna karşın Alman kamuoyunun tüm aktörlerini ise birbirine kenetlenmeyi hedefleyen bir çimento işlevini gören bir konudur. Bunun ne olduğunu, özellikle de Türkiye kamuoyunun dikkatine sunmada ve bu vesile ile bir iki önemli konuya, Bilal oğlanın anlayacağı şekilde yeniden değinmede fayda var

Bilinmesine rağmen yine de Türkiye'de 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan siyasi iktidarların tümü tarafından kamuoyundan gizlenen gerçeklerden bir tanesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri idare bakımından, dönemin Almanyası nezninde bir Alman kasabasından, bir şehrinden ya da bir eyaletinden hiç bir farkı yoktu. Osmanlı Ordusu, bir Alman Ordusu gibi Almanya’nın stratejik çıkarlarına uygun olarak yönetiliyordu. Bu gerçek olgudan dolayı Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın saflarında 1. Dünya Savaşına sürüklendi. Almanya ile beraber bu savaştan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, Uluslararası Çete (Emperyalizm)‘nin doğrudan hedefi olmaktan kendini kurtaramadı. Bu Çete’nin başlattığı Birinci Paylaşım Savaşına taraf edilen Osmanlı İmparatorluğu‘nun Silahlı Kuvetlerinin komutası, Alman Generallerin elinde idi. Bu Alman Generallerin Osmanlı Genelkurmay Başkanlığının tepesinde oturarak idare etmesi ve yönetmesi, Osmanlının aldığı ve uyguladığı askeri kararların istisnasız tamamının Alman Generallaerin onayı, bilgisi ve planlaması çerçevesinde olmuştur. Alman Generallerin Osmanlı Genelkurmayı adına aldığı ama Osmanlı İmparatorluğu‘na uygulattırdığı askeri kararlardan en kanlısı ve bugün bile Türkiye´nin uluslararası kamuoyunda hedef olmasına neden olan uygulaması, 27 Mayıs 1915'de çıkarılan ve uygulanan‚Tehcir Kanunu‘dur. 'Tehcir Kanunu‘ olarak bilinen bu uygulamanın doğurduğu vahim sonuçlardan bir tanesini, FAC hükümetinin büyük koalisyonunu oluşturan Hristiyan Birlik partileri Hrıstıyan Demokratlar Birliği (CDU), Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller Partisi tarafından hazırlanan bir tasarı (Resolotion) ile "Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara dönük soykırım“ olarak kabül etmesidir.

Federal Meclisin almış olduğu bu kararın Almanca karşılığı olan “Resolution”, bir konu hakkında kamuoyu oluşturmak, kamuoyunun dikkatini o konuya çekmek, dikkat çekilen konuda alınan bir kararı perlamenterlerini oylamasına sunmak, o konuda yayımlanmış bir bildiri ve bir irade ifade etmenin ötesinde her hangi bir hukuksal sonucu, manası ve yaptırımı yoktur.

Yukarda çok özet olarak sunulan ve ikili ilişkilerde çok önemli olan bu 'Resolution‘, RTE´ın 'Yeni Türkiyesi‘ ile ilgili bir başka sorun ile iş içe geçmiş durumdadır. Onu da açayım!

Bilindiği üzere RTE, Türkiye‘ de kâğıt üstünde de olsa var olan parlamenter demokrasiye, laik ve sosyal hukuk devletine karşı şeriat’a dayalı faşizmi inşaa etme maksadıyla, Uluslararası Çete’nin oğlanlarından biri olan Fetullan Gülen ile el ele, sırt sırta ve omuz omuza vererek bir sivil darbe gerçekleştirmiş durumdadır. Artık Türkiye bir hukuk devleti değildir. Hukuk devleti olmak RTE‘ın fitratında zaten olmadığı için, FAC gibi hukuk devletinin kurum ve kurallarıyla en iyi şekilde yaşanan ülkelerin parlamentoları tarafından her hangi bir konuda, kendi ulusal çıkarlarını da gözeterek almış olduğu parlamento kararlarını doğru okumak yerine, bu kararları Türkiye´de iç siyasete malzeme yaparak, sivil darbesini, yani şeriata dayalı dinci faşist rejimini daha da pekiştirmenin aracı haline getirmeye çalıştı ama deyim yerindeyse Alman kamuoyunda da rezil oldu, tükürdüğünü yaladı ve zaten yerle bir olan ‘imajı’ yerle bir oldu.

Kamuoyunda "İncirlik Üssü“ olarak bilinen ve Türk devletinin hükümdarlık alanının dışında olan yer, aslında sadece NATO´nun değil, "NATO Üssü“ adı altında, ABD´den FAC´ne kadar bir çok gücün, Ortadoğu ve Asya´da kendi ulusal çıkarları için kullandığı ve her geçen gün Türkiye´nin ulusal güvenliğini daha da tehdit eden bir alanın adıdır. İste bu alanda, 250 kadar Alman Silahlı Kuvvetlerine bağlı Asker, Tornado keşif uçaklarıyla kâğıt üzerinde "IŞİD’la savaş'da, görev yapıyor“.

FAC Parlamentosu’nun 2 Haziran 2016 tarihinde aldığı „Resolution“ ile, 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu´nun yarattığı vahim sonucu“ soykırım“ olarak tanımasına karşı güya RTE ve "Yeni Türkiye“´tepki verdi. Gerçeği bilmeyeler, sanki RTE´ın, FAC Parlamentosu tarafından alınan bu karara karşı olduğunu, bu kararı tanımadığını, bu kararın FAC Şanşölyesi sayın Dr. Merkel tarafından da mesafeyle yaklaşıldığına inanacak. Oysa gerçek tam tersidir.

RTE, FAC Parlamentosu'nun aldığı bu karara karşı sayın Dr. Merkel’in mesafeli olduğunu açıklamadığı sürece, Alman parlamenterlerin ‚NATO İncirlik Üssü’de bulunan Alman askerlerini ziyaret edemeyeceklerdir şartı/dayatması , böbürlenmenin, kendi mahallesindeki müritleri tatmin etmenin ve bununla beraber bir bütün olarak Türkiye’ye darbe üstüne darbe indirmenin ötesinde hiç bir manaası olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Şanşölye sayın Dr. Merkel, RTE‘ın bu dayatmasına karşın, 2 Haziran 2016 tarihli meclis kararının arkasında durduğunu, alınan kararda geçen „soykırım“ ifadesini doğru bulduğunu, bu kararın her hangi bir hukuksal sonucu olmadığını defalarca dile getirdi. Sayın Dr. Merkel´in bu ve diğer siyasilerin benzeri açıklamaları, RTE ve müditleri tarafından hep duymazdan gelindi. Haftalar boyu Alman radyo ve televizyon haberlerinin başında RTE’ın bu boş böbürlenmesi ve sayın Dr. Merkel’in açklamaları yer aldı ve böylelikle Almanya´da yaşayan 82 milyon insanın tamamı, RTE’ın bu kof böbürlenmesi sayesinde, Türklerin 27 Mayıs 1915 tarihli ‚Tehcir Kanunu‘ ile FAC Parlamentosu tarafından alınan kararın ifadesi olan ‚Ermeni ve Hıristiyan azınlığa karşı soykırım yaptığı“nı duymuş oldu. Ve bu duyum, RTE tarafından bilerek ve istenerek sahnelenen bir oyunun bir perdesi olarak ikili ilişkiler defterine not olarak düştü.

Ve sahnelenen bu ayak oyunları, laf cambazlığı ve şark kurnazlığı gibi yaklaşımlarla iç siyasette pirim yapayım derken, RTE sonunda sadece tükürdüğünü yalamakla kalmadı, aynı zamanda „NATO İncirlik Üssü“´ünde görev yapan Alman Askerlerini, sadece Federal Meclis milletvekilleri tarafından değil, aynı zamanda Almanya’nın her hangi bir belediye meclisi üyesinden bir eyalet milletvekiline kadar herkesin, istediği zaman bu İncierlik Üssü´ndeki Alman askerlerini ziyaret edebileceğinin kapısını sonuna kadar açmış oldu.

RTE’ın nazarında, Türkiye’deki PKK’nın yan kuruluşu olarak görülen PYD/YPG, FAC’nin ve ABD‘nin müttefiğidir. PYD/YPG, FAC nazarında, islamcı IŞİD’a karşı başarılı mücadele eden bir yapıdır ve bu yapıya karşı FAC’ninTürkiye ile beraber ya da tek başına mücadele etmesi kesinlikle söz konudu değildir. Haliyle insan merak ediyor: ABD ve FAC’nin müttefiği Türkiye’mi?, yoksa Türkiye’ye karşı top yekun savaş ilan eden PKK ve PYD/YPG’e midir?

FAC-Türkiye ilişkilerinde iç içe geçmiş bu iki sorunu toparlayarak makaleye son verelim. RTE’nın hayranlıkla andığı ve örnek gösterdiği Osmanlı İmparatorluğu, kendi Kurmay heyetini Almanlara teslim etmişti ve bu vesile ile ‚Tehcir Kanunu‘ uygulamaya konulmuştur. Sonuç ne olmuştur? Sonuç ; FAC Parlamentosu bu tehcir kanununun vahim sonucunu ‚soykırım‘ olarak tanımış ve RTE sayesinde Türkiye’nin boynuna bir değirmen taşı olarak asmıştır.

Bu 'soykırım kararı geri alınmadan ya da bu karara Merkel tarafından siyası mesafe konulmadan İncirlik Üssü‘ndeki Alman askerleri ziyaret söz konusu değildir‘ böbürlenmesinini faturası ise, Alman silahlarının her gün onlarca insanımızın katledilmesinde artan şiddete kan kusmaya devam ettiği gerçeğidir.

12 Eylül 2016

Not: 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi yıldönümünde, günümüzde Feto-RTE ikilisi gibi siyasal İslamcıların dinci-şeriatçı darbelerinin önünü açtığını, unutma, unutturma!