Yalnızlaşan ve kaybeden bir Türkiye çok daha büyük maceralara yönelebilir. Batı Kürdistan’daki radikal İslamcı örgütleri çok daha büyük oranda silahlandırabilir, Türk ordusu kısmi bir askeri operasyona yönelebilir. Öcalan ve PKK üzerinde büyük bir baskı kurarak süreci yavaşlatmak isteyebilir ve Kandil dâhil olmak üzere PKK’ye yönelik çok büyük bir askeri operasyona girişebilir


Suriye’de politik dengelerde rol oynayan aktif güçler arasındaki çatışmalar yeniden şiddetlenmeye başları. Özellikle Serêkaniyê bölgesindeki çatışmaların yoğunlaşması, hem Suriye’deki iç politik denklemle, hem de Türkiye’nin bölgesel politikalarıyla doğrudan ilişkilidir. Özellikle Kürtlerin silahlı gücünü oluşturan Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile El Kaide’nin Suriye’deki kolu olan El Nusra Cephesi arasındaki çatışmaların yeniden yoğunlaşması, çatışmanın en önemli belki de son halkasından biri olarak tanımlanabilir.

Özellikle El Kaide bağlantılı radikal İslamcı örgütlerin Suriye ve Batı Kürdistan’da konumlanmasını sağlayanın Türkiye olduğu biliniyor. Binlerce İslamcı militan Türkiye’de eğitiliyor. Adana, Hatay, Mersin, Antep, Urfa, Mardin gibi iller radikal İslamcı güçlerin üs bölgeleri haline gelmiş bulunuyor. Türk ordusuna ait ağır silahların, El Kaide/El Nusra cephesine aktarıldığı artık bütün verileriyle ortaya çıkmış durumda.

Kürt tarafı, özellikle Serêkaniyê’de çatışmaların durması ve olası provokasyonların önüne geçilmesi için hem El Nusra’ya, hem de Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) önemli tavizler verdi. Kürtler bakımından stratejik öneme sahip olan Serêkaniyê’de güç olmalarını ve hatta bazı mahallelerde konumlanmalarını, enerji bölgelerinin bir kısmında denetim sağlamalarını kabul etti. Amaç özellikle Türkiye tarafından yönlendirilen ve bütün Kürt bölgesini hedefleyen çatışmaları durdurmak, sorunları diyalog yolu ile çözmekti. Bu süreç nispeten işledi ve yaklaşık olarak 3 aydır çok ciddi çatışmalar olmuyordu. Ancak son birkaç gündür, El Nusra tarafından saldırılar ve çatışmalar yeniden başlatıldı. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere yönelik saldırıların, oruç gerekçesiyle Kürt bölgelerine yönelik baskıların yoğunlaştırılması, Kürtleri, şeriat kurallarına uymaya zorlamaları ve çok açık bir şekilde askeri şiddet uygulamaları, anlaşmayı veya uzlaşmayı fiilen boşa çıkarttı. PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim, BBC Türkçe’den arkadaşım Mahmut Hamsici’ye vermiş olduğu röportajda şunları belirtiyor:  “Cihat anlayışıyla hareket eden bu gruplar anlaşmaya uymadı. Bölgede karışıklık yarattılar. En son Serekaniye’de birisini kaçırdılar. Bizimkilerin araya girmesiyle onlar salındı ama kışkırtmalara devam ettiler. O yüzden YPG güçleri bunlara saldırdı ve sınır bölgesinde bütün halkı rahatsız eden bir grubu oradan çıkardı.” YPG’nin Kürtleri savunmak için başlattığı operasyon, İslamcı örgütlerin ağır darbe almasını ve söz konusu olan bölgelerin yeniden kontrol altına alınmasını sağladı.


Suriye Kürtlerini engellemek stratejik hedef

İslamcı örgütlerin yeniden saldırılara yönelmesi, Türkiye’nin izlemiş olduğu politikayla ilişkilidir. AKP devletinin desteğiyle bölgede varlığını sürdüren bu örgütlerin, Türk devletinin belirlediği politikalar içerisinde hareket etmeleri bir bakıma kaçınılmazdır. Özellikle El Nusra ile Türkiye arasında bir kısım sorunlar ortaya çıkmasına rağmen, hala Türkiye’nin bir yedek gücü olarak hareket etmektedirler. Bu bakımdan Batı Kürdistan’da askeri ve politik kaosun çıkması, Türkiye’nin özellikle geliştirdiği bir politikadır.

Türkiye’nin stratejik hedefi, Batı Kürdistan bölgesinin ‘özerk’ bir bölge olmasını engellemektir. Bu onların vazgeçilmez politikalarından biridir. Batı Kürdistan Özerk Bölgesi’nin kurularak Güney ile çok daha üst düzeyde bütünleşmesi ile, Kürtlerin 21. yüzyılın stratejik güçlerden biri haline geleceği biliniyor. Türkiye ile 800 km’lik sınır uzunluğuna sahip ikinci bir Kürdistan’ın bölgesel ve uluslararası alanda kabul görmesi, Türkiye’nin bütün stratejilerini alt üst edeceği gibi, mevcut statükonun dağılmasının ilk önemli adımı olacaktır. Bu bakımdan Türkiye, özellikle PKK’nin kardeş örgütü olan PYD’nin önderliğinde ‘Özerk Kürdistan’ın kurulmaması için askeri, politik ve ekonomik gücünü sonuna kadar kullanacaktır.

Serêkaniyê’de, El Nusra Cephesi’nin Kürt bölgelerine saldırması, Türkiye’nin çaresizlik içinde uyguladığı ve esasen iflas eden politikalarının bir sonucudur. Salih Müslim’in “Türkiye Selefi grupları desteklemesin” uyarısı son derece önemlidir. “Biz Türkiye’nin aramızdaki meseleye karışmasını istemiyoruz. Kuzeyde onlar Kürtlerle bir anlaşmaya yönelmişler, bu iyi bir şeydir. Ama bıraksınlar Suriye’dekiler de kendi kendileriyle bir anlaşmaya varsınlar.” Türkiye’nin bütün derdi, Suriye sınırları içinde bulunan Batı Kürdistan’da özerk bir bölgenin kurulmasını engellemektir. Çünkü bu başarılırsa sıranın zorunlu ve kaçınılmaz olarak kendisine geleceğini biliyor. Öyle ki bugün PKK ile yaptığını iddia ettiği barış sürecinin arka planında Batı Kürdistan’daki özerkliği engelleme politikası bulunuyor. Politik ve askeri gücünü bu bölgeye kaydırmak istiyor. Pratikte de bunu yaptığı çok açıktır. PKK ile çatışması bu yönelimlerini doğrudan engellemekte ve hatta başarısızlığa sürüklemektedir.


Suriye politikası çökerken

Türkiye’nin Suriye eksenli Ortadoğu politikası bütünlüklü olarak çöktü. 2013 yılı esasen Esad rejiminin askeri inisiyatifi büyük bir oranda ele aldığı dönem olarak değerlendiriliyor. Hem ÖSO, hem de El Nusra Cephesi ciddi yenilgiler almaya başladı. Birçok stratejik il ve ilçeyi kaybettiler. Aynı zamanda El Nusra ile ÖSO arasındaki çatışmaların derinleşmesi, Suriye iç askeri ve politik denklemin yeniden şekillenmesi olarak ön plana çıkıyor.

ABD ile Rusya arasında, Suriye’de politik çözüme ilişkin anlaşmaya yönelik çok yönlü hamleler Türkiye’nin Suriye’den fiilen dışlanmasına yol açtı. Aynı zamanda Mısır’daki politik dengelerindeki değişim, Türkiye’nin Ortadoğu’da yalnızlaşmasına yol açmış bulunuyor. AKP’nin çöken Suriye politikasına karşı Kürtlerin Suriye’deki politik etkisi çok daha fazla artıyor. Kürtler, kendi bölgelerinde fiili bir özerklik oluşturmuş durumdalar. Ayrıca Suriye geneline bakıldığında en sakin ve savaştan en az etkilenen bölge, Batı Kürdistan’dır. Kürtler mevcut politik dengeleri de hesaplayarak, kendi özerk sistemlerini inşa ediyorlar. Bu gelişmeler karşısında bütün stratejik planları tamamen alt üst olan Türkiye, bölge ilişkilerde de yalnızlara oynuyor. Yalnızlaşan ve kaybeden bir Türkiye çok daha büyük maceralara yönelebilir. Bu olasılık mutlaka hesaba katılmalıdır. Batı Kürdistan’daki radikal İslamcı örgütleri çok daha büyük oranda silahlandırabilir, Türk ordusu kısmi bir askeri operasyona yönelebilir. Öcalan ve PKK üzerinde büyük bir baskı kurarak süreci yavaşlatmak isteyebilir ve Kandil dâhil olmak üzere PKK’ye yönelik çok büyük bir askeri operasyona girişebilir.  Bölgede kaybeden bir Türkiye’nin bunları yapabileceğini hesaplamak gerekir. Bunlar hesaplanmadan oluşturulacak politikalar da ciddi sorunlar yaratır.


Rojava devriminin birinci yıldönümü

19 Temmuz, Batı Kürdistan (Rojava) devriminin birinci yıl dönümüdür. Devrim, Kürtler kadar bölge ve uluslararası güçler bakımından da önemlidir. Herkesin gözü Rojava devriminin nereye doğru evrileceğindendir. Bir bakımdan Suriye’nin politik denklemini Kürtler belirleyecektir, dahası belirliyorlar. Bir yıllık dönem içerisinde Kürtler, kurumsal yapılarını önemli oranda inşa ettiler. Kürtlerin farklı politik gruplarının bir araya gelerek ‘Yüksek Kürt Konseyi’ni kurmaları, ulusal birlik bakımından son derece önemlidir. Aynı zamanda başta askeri ve polis güvenlik gücü olmak üzere, hukuk, ekonomi, eğitim ve sağlık gibi sektörlerde altyapı çalışmalarının çok hızla geliştirilmesi, ‘Batı Kürdistan Özerk Yönetimi’nin geleceği bakımından son derece önemli hamleler ve kararlardır. Dirk, Girkeleye, Qamişlo, Amuda, Dırbasiye, Kobani ve Afrin, Cideris gibi bir il ve ilçe de oluşturulan ‘Halk Meclisleri’ bölgesel yönetimler olarak işlev görüyor. İç güvenliği ‘Asayiş’ olarak isimlendirilen polis gücü ve bölgenin genel koruması da Yüksek Kürt Konseyine bağlı Kürdistan Halk Savunma Birlikleri (YPG) tarafından sağlanıyor.

Özerk Batı Kürdistan’ın birinci yıldönümü aynı zamanda Kürtler için yeni bir sürecin başlaması anlamına geliyor. Özellikle Batı Kürtlerinin geleceği bakımından iki temel sorunun çözümü ön plana çıkıyor. Birincisi Kürtlerin ortak iradesini oluşturan ‘Batı Kürdistan Özerk Yönetimi’ için özgür seçilmenin yapılması, bir bakıma Kürtlerin kendilerini yönetme süreçlerine girmesi, ikincisi ise Özerk Kürdistan Anayasasının oluşturulmasıdır. Bu ikisinin gerçekleşmesi ‘Özerk Kürdistan’ın artık bütün kurumsal yapılarıyla ilanı anlamına gelir. Müslim: “Bölgede halk birçok yerde kendi denetimini kurmuş durumda. Şimdi bu denetimin halkın ihtiyaçları için bir çeşit örgütlenmeye gitmesi gerekiyor… Batı Kürdistan’da halk adına konuşabilecek bazı kimselerin olması gerekiyor. Önümüzdeki üç ay içinde seçime gidilip bunlar belirlenebilir. Ama bu henüz kararlaştırılmadı, diğer gruplarla da konuşuluyor, önümüzdeki günlerde belirlenir. Bu geçici bir yönetim olur. Bu demokratik özerklik değil ama onun bir parçasıdır.” Kürtlerin kendi iradeleriyle, kendi yönetimlerini demokratik bir tarzda belirlemeleri onların geleceği bakımından son derece önemlidir. Bu bakımdan, kendi geleceklerine dair kararlar verirlerken, aynı zamanda toplumsal demokrasi bilincini Ortadoğu halklarına aktarmış olacaklardır.


“Suriye’nin demokratikleşmesinin güvencesi”


KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanları tarafından yayımlanan mesajda “Bugün Rojava’da kadın, gençlik, yaşlı, çocuk toplumun tüm kesimi örgütlenmekte ve demokratik toplumu yaratmaktadır. Rojava Kürdistan’daki tüm etnik ve inançsal topluluklar da özgür biçimde örgütlenmekte, yaşama demokratik ortamda özgürce katılmaktadır. Devrim ortamında tam demokrasi ve tam özgürlük yaşanmaktadır. Rojava’da çok hızlı bir biçimde demokratik toplumcu bir yaşam inşa edilmektedir” deniliyor.

Batı Kürdistan devriminin hem Kürtler, hem de Suriye bakımından demokrasi mücadelesine önemli veriler sunduğunu belirten KCK yürütme Konseyi, şöyle devam ediyor: “Rojava’daki küçük-büyük tüm siyasi güçler de birliklerini demokratik ve özgürlükçü temelde sağlayarak Suriye’nin demokratikleşmesinde rollerini daha etkin oynamalıdır. Rojava’da iktidar ve güç peşinde koşmak, devrime şantaj yapmak ve bu temelde Kürtler arası gerilim ve parçalanma yaratmak Kürtlerin çıkarına olamaz. Kürtler birliklerini demokratik temelde güçlendirir, demokratik topluma dayalı olarak özyönetimlerini kurar ve bu demokratik güçlerini Suriye’nin özgürlükçü demokratik güçleri ile birleştirirlerse özgür Kürdistan statüsü temelinde Suriye’nin demokratikleşmesinin de güvencesi olurlar.”

Kürt coğrafyasındaki bu gelişmeler, aynı zamanda Suriye’nin iç politikasındaki demokratikleşme hareketi bakımından da oldukça önemsenmektedir. Kürtlerin oluşturacağı model, Suriye’de pratikleşmiş bir örnek olarak ortaya çıkabilir. Bu durum doğal olarak Suriye’nin genelinde demokratikleşme hareketinin gelişmesini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda uluslararası ve bölgesel ilişkilerde, Kürtlerin zorunlu ve kaçınılmaz olarak dikkate alınmasını sağlıyor.


Suriye Kürtleri uluslararası alanda kabul gördü

Rusya ve ABD anlaşmasının açığa çıkmayan ama Suriye bakımından en önemli halkalarından biri de Kürtlerin artan rolünün kabul edilmesidir. Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen Rusya’nın İsviçre’de yapılacak olan konferansa ‘Kürt Yüksek Konseyi’ni davet etmesinin nedeni, Kürtlerin, Suriye denkleminde belirleyen bir güç haline gelmiş olmasıdır. Ayrıca, kamuoyuna pek yansımamış olsa da, son birkaç aydır, Birleşmiş Milletler Konseyi temsilcilerinin Kürt Yüksek Konseyi’ni doğrudan muhatap alarak görüşmesi, Kürtlerin artan rolüyle doğrudan ilişkilidir.

Suriye’nin Milli Misakı fiilen dağıldı, parçalandı. Bunu ne Esad, ne de muhalifler yeniden tesis edebilir. Kürtler kendi bölgelerinde kendi özerk sistemlerini kurarak ilerliyor. Bu bakımdan yeni bir sosyo-politik durumun ortaya çıktığını herkes bir biçimiyle kabul ediyor. Kabullenmek istemeyen tek güç Türkiye’dir. Bunun için bütün olanaklarını kullanarak süreci baltalamaya ve hatta Suriye’de mevcut istikrarsızlığın derinleşmeye çalışıyor.


AKP’de panik ve teyakkuz

Resulayn’da kontrolün YPG’nin eline geçmesiyle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul’daki çalışmalarını yarıda keserek Ankara’ya döndü. Önce MİT Müsteşarı Fidan, sonra Beşir Atalay ile görüştü. Daha sonra Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’le görüşerek izlenecek politikayı belirlediler. Türk ordusu, sınır bölgelerinde kırmızı alarma geçti. Mardin bölgesinde 4 bin askerin katıldığı büyük bir operasyon başlatıldı.

Batı Kürdistan’da oluşan özerklik modelini içten başarısızlığa uğratamayan Türkiye, saldırı için askeri hazırlıklara yönelmiş bulunuyor. Kendisini haklı çıkartacak bir gerekçe bularak, saldırı için uluslararası alanda meşruluk yaratmak istiyor. Ancak böyle bir kararı vermesi de son derece zordur. Gemileri yakan birileri için böylesi bir yönelim olanak dışı da değildir. Özellikle sınır güvenliği gerekçesiyle kısmi bir yönelime girebilir. Bunun için bölgesel ve uluslararası güçlerin ortaya koyacağı tavır önemlidir. Ne ABD ne de Rusya Türkiye’nin böylesi bir yönelime girmesini ister. Türkiye, uluslararası güçlerin izni olmadan böyle bir yönelime doğrudan girmez. Bu nedenle, daha çok sınır bölgesinde saldırılar yapmak, birkaç kilometre içeri girip operasyonlar yapıp geri çekilmek, özellikle savaş uçaklarıyla YPG mevzilerine saldırmak gibi askeri operasyonlara yönelebilir. Hedef bölgedeki istikrarsızlığı süreklileştirmektir. Salih Müslim’in belirttiği gibi Türkiye’nin olası bir saldırısı karşısında ‘Kürtler direnecektir.’

Türkiye bir yanda Rojava Kürtlerinin özgürlük talebini ve bu çerçevede geliştirdikleri ‘demokratik özerklik’ modeline yönelik çok yönlü saldırılar yaparken, Kuzey’de PKK ile barışın sağlanması mümkün olabilir mi? Olmaz. Çünkü PYD aynı zamanda KCK sistemi içerisindedir. PKK ile PYD aynı ideolojik merkezden besleniyor. İkisi de Öcalan’ı lider olarak görüyor. Cemil Bayık’ın başında bulunduğu KCK Başkanlık Konseyi aynı zamanda Rojava Kürdistan bölgesindeki gelişmeleri de kontrol ediyor. PYD’ye saldırı doğrudan PKK’ye bir saldırıdır.

Erdoğan’ın barışı buraya kadar.

Batı Kürdistan’a doğrudan veya dolaylı saldıran bir Türkiye, ne Öcalan ile ne de PKK ile barış yapabilir. Suriye’de Kürtleri tasfiye etmek isteyen bir güç, Türkiye’de Kürtlerin demokratik taleplerini koşulsuz olumlu yanıt verebilir mi? Vermez.

AKP’nin ve devletin bütün planı, Kürtleri politik olarak tasfiye etmektir. Suriye’deki yönelim bunun somut bir örneğidir. Şansı var mı? Olmadığı kesin.

Başarı ve başarısızlığı devlet değil, Kürtlerin politikaları belirleyecektir. Tarihsel fırsatlar bazen yüzyılda bir gelir. Önemli olan bunu doğru bir zamanda, doğru bir tarzda kullanmaktır.