Yazar Orkunoğlu: Sosyalist hareketlerin ve sosyalistlerin büyük çoğunluğu tek-yanlılıktan kurtulamadı.

Sosyalistler, bilimsel sosyalizm adına, ütopik sosyalistleri eleştirdiler, ama onları okumadılar. Anarşistleri topa tuttular, ama Bakunin’i hele Proudhon’u esaslı bir şekilde inceleyen kim var diye sitem etti. Engels’in Anti-Dühring’i okundu, ama ‘kim bu Dühring’, ‘ne demiş’ diye merak eden olmadı. Lenin’in Dönek Kautsky kitabı okundu, ama Kautsky’i kaç kişi okudu? Aynı tek-yanlılığın İslam konusunda da devam ettiğini vurguladı Orkunoğlu. Kemalistlerin ve Sosyalistlerin, genel olarak İslam dinini küçümsediğini ve hor gördüğünü, ama İslam dinini incelemek ve eleştirmek için yeterli çaba sarf etmediklerini belirtti.

Konuşmasını dört başlık altında toplayan Orkunoğlu, ilk olarak Antik Yunan Mitolojisi ve Tek Tanrılı Dinler arasındaki farkları açıkladı ve "Antik Yunan Mitolojisinde, Kutsal Kitaplar, Peygamberler ve Dogmalar yoktur. Yunan’da Tanrı korkusu yoktur, kimse Zeus’tan korkmazdı; Kâinat ezelden beri var olduğu kabul ediliyordu. Antik Yunan’da tek tanrılı dinlerin aksine, akıl ön plandadır"dedi.

İSLAM BAŞINDAN BERİ SİYASALDIR

Ayrıca özellikle İslam ile Hıristiyan ve Yahudi peygamberlerini birbirinden ayıran temel bazı farklara değindi. İsa ve Musa’yı Muhammed ile karşılaştırdi ve şunları söyledi: "İsa ve Musa yenilen, silahsız peygamberlerdir. Muhammed ise, savaş sonucu galip gelen, devlet ve şeriat kuran başarılı bir Peygamber. Devlet kurduğu için, İslam başından beri siyasaldır."

İkinci konu altında ise, İslam’ın doğuşu ve yayılışını kısaca özetledi. Konuşmasında, İslam’da ilk ayrılmaların ve bölünmelerin dört Halife Dönemi’nde (632-661), özellikle Halife Osman’ın ölümünden sonra ortaya çıktığı vurgulandı. Muaviye ve Ali Taraftarları dışında Hariciler diye ilginç bir grubun çıktığına dikkat çekildi. Toplumu kim yönetecek? Liderler mi? Yoksa cemaat mi? Hariciler, esas olarak cemaatin söz sahibi olmasını isteyenlerdir, dedi.

Emevi (662-750) ve Abbasi dönemine (750-1258) de değinen Orkunoğlu, Abbasi Devrimi’nden bahsetti. Emeviler tarafından ezilen diğer Arap olmayan Müslümanların (İranlı Şiilerin ve Zerdüştlerin vb.) desteğiyle gerçekleşen devrim olduğunu ileri sürdü.

İSLAM'DA ORTAYA ÇIKAN AKILCI HAREKETLER YENİLGİYE UĞRADI

Üçüncü nokta olarak, İslam’da ortaya çıkan akılcı hareketler neden yenildi? Felsefe neden gelişmedi ve kötürüm kaldı? soruları ele alındı.

Orkunoğlu Abbasi döneminde 9-12. Yüzyılları arasında ortaya çıkan iki akılcı hareketin yenilgiye uğradığını anlattı. Bu hareketlerden biri, Mutezile hareketidir. Ayrılanlar anlamına gelen Mutezile hareketinin birçok tezi olduğunu, ama sadece iki teze (Kader ve Kuran’ın mahlûk olduğu) kısaca değinmekle yetineceğini vurguladı. Mutezile hareketi, İnsan’ın iradesi olduğu ve yaptığı iyilikten ve kötülükten yalnıza insanın sorum olması gerektiği tezini savundu. Diğer tezi ise Kuran’ın süreç içinde yaratılmış olduğu teziydi. Mutezile hareketinin görüşleri özellikle Halife Memun döneminde (813-833) Halifeliğin resmi görüşü haline geldi. Ne yazık ki, Hadisçi İbn Hanefi’nin görüşlerini geliştiren kelamcı Ebü'l Hasan Eşarî’nin (874-936) öğretisi, Mutezile’nin akılcı öğretisine galip geldi. Böylece ilk akılcı hareket yenilgiye uğradı.

İkinci Helenistik dalga sonucu ortaya çıkan diğer akılcı akım ise Felasife akımıdır. Felasife, Arapça Feylesof sözcüğünün çoğuludur. Müslüman dünyasında, Yunan tarzında felsefe yapanlara takılan isimdi Felasife sözcüğü. Abbasî döneminde, Antik Yunan kaynakları, ilkin Yunancadan Süryani diline, oradan da Arapçaya çevrildi. 200 yıldan fazla süren çok çeviri faaliyetleri meyvesini verir. Antik-Yunan felsefesiyle karşılaşan âlimler, eserler vermeye başlarlar.

'FİLOZOFLAR PEYGAMBERLERDEN DAHA ÜSTÜNDÜR'

Kindi (870-873), Aristoteles’i ilk okuyan ve İslim dinine felsefeyi ve felsefe bilgisini sokmaya çalışan ilk düşünür olarak kabul ediliyor. Daha sonra Farabi(872-936), İbn Sina(980-1036) ve İbn Rüşd (1126-1199) gibi düşünürlerin özellikle felsefe-din, filozof-peygamber, felsefi bilgi-vahiy arasındaki farklar konusundaki görüşlerini özetledi. Özellikle Farabi’nin bir görüşü dinleyicilere ilginç geldi. Farabi, filozofların peygamberlerden daha üstün olduğunu ileri sürmüştü. Bu görüşünü de, filozofun aklının, peygamberini hayal-gücünden daha üstün olduğunu temellendirmeye çalışmıştı Farabi. İslam uleması tarafından Farabi’ye gelen eleştiriler nedeniyle, İbn Sina, peygamber-filozof ilişkisinde İslam dogmasının taleplerine daha uygun cevaplar vermeye çalışır. İbn Sina’nın görüşleri de İslam ulemasının tepkisiyle karşılaşır. Bu tepki Gazali’de (1058-1111) doruğa ulaşır.

Gazali’nin filozoflara özellikle Farabi ve İbn Sina’ya yönelttiği eleştirilere de değindi. Filozofların üç öğretisinin (Dünya ezelden beri vardır; Ölümden sona insan bedeni yeniden dirilmez; Allah, sadece tümelleri bilir, tikelleri bilmez) İslam diniyle çatıştığını ileri sürdü Gazali ve Filozofların bu görüşlerinden ötürü "tekfir" edilmeleri, yani kâfir olarak ilan edilmeleri gerektiğini ileri sürdü. Yunan felsefesinin, filozofların gözden düşürülmesinde Gazali’nin tutumunun (tek neden olmasa da) önemli olduğunu dile getirdi. Zaten Gazali, Selçuklu İmparatorları Alparslan ve Melihşah’ın veziri olan Nizamimülk tarafından kurulan ilk medresenin başına getirildi. Orkunoğlu, medresenin, asıl olarak Şiiliğe, Fatımilere karşı Ehli Sünneti korumak ve güçlendirmek için kurulduğuna dikkat çekti. Gazali’nin ise yaşamının sonuna doğru tasavvufa yöneldiğini söyledi.

Gazali’den 25 yıl sonra dünyaya İspanya’da doğan İbn Rüşd, Gazali’nin filozoflara yönelik eleştirisinin haksız olduğunu belirtti. İbn Rüşd, Filozof-Peygamber arasındaki fark konusunda İslam öğretisine İbn Sina’nın verdiği tavizden daha ileri gitti. Peygamber’in Filozoftan daha üstün olduğunu ileri sürdü; Filozof, Peygamber’in varisidir, dedi.

Ve şu soruyu sordu: İbn Rüşd, neden bu konuda taviz vermek zorunda kaldı. Yazar Orkunoğlu’na göre, " toplumda felsefe ile halk arasındaki mesafe giderek açılmıştı. İbn Rüşd, felsefenin yaşaması bu konuda taviz verdi, ama İbn Rüşd’ün çok ilginç iki görüşüne dikkat çekti. Birincisi, eğer insan varlığı (evren, dünya vb.), bütünsel ve iyi şekilde bilirse, o varlığı yaratan tanrıyı da iyi kavramış olur. Bu görüş üzerinde düşünüldüğünde gerçekten, doğa bilimlerinin gelişmesine olanak veren bir görüştür. İbn Rüşd’ün ileri sürdüğü diğer ilginç görüş, şeriat bilgisinin, felsefi bilgiye uymadığı durumda, şeriat bilgisinin ‘tevil’ edilmesi gerektiği görüşüdür. Ne yazık ki, İbn Rüşd Doğu İslam Dünyasında bilinmediği gibi yeterince destek bulamadı. Batı’da ünlendi. Felsefe giderek kötürümleşti. Daha sonraki süreçte iman büyüdü, akıl küçüldü."

TÜRKİYE'DE 100'ÜN ÜZERİNDE İLAHİYAT FAKÜLTESİ VAR

Dördüncü noktada ise, İslam’ın geleceğine ilişkin bazı öngörülerde bulundu. Orkunoğlu’na göre İslam Türkiye'de hala güçlü ve örgütlüdür. 100’ün üzerinde İlahiyat Fakültesi olduğuna dikkat çekti. İslam dininin inanç düzeyinde varlığını koruyacağı, ama hukuk alanından İslam dininin modern yaşamın taleplerine cevap vermeyeceğini özellikle vurguladı. ‘Hırsızın elinin kesilmesini’ öngören İslam hukuku modern yaşama cevap olamaz. Recmin uygulanmasının günümüzde karşılığa olabilir mi?

En az güvenilen meslekler konusunda bir ankete gönderme yapan yazar, birinci sırada siyasetçilerin, ikinci sırada din adamlarının ve üçüncü sırada ise TV sunucularının yer aldığını vurgularken, Türkiye’de felsefeye ilginin geliştiğine işaret ederek konuşmasını son erdirdi.

Sorular kısmında, İslam reforma edilebilir mi sorusuna, ‘akıl açısından mümkündür’, ama inançlara dokunmak, kolay değildir, İbn Rüşd’un önerisini dile getirdi. İbn Rüşd, Şeriat bilgisinin tevil edilmesi gerektiğini, ama tevil etmenini halka bildirilmemesini önermişti. Toplantı, Yaşar Kahraman adlı bir katılımcının sazı eşliğine türküler söylenmesiyle sona erdi.