Çözüm sürecinin en önemli aktörlerinden biri de İmralı heyeti sözcüsü HDP’li Sırrı Sırrı Süreyya Önder’di. Önder’le bölgenin ağır çatışmalar yaşadığı ve yeni bir çözüm süreci umudunun giderek azaldığı günlerde Cumhuriyet gazetesi yazarı Kemal Göktaş konuştu.

Önder hendek savaşlarının başında Silopi’de insiyatif alarak çözüm ürettiklerini ancak daha sonra “Gladyo” yapılanmalarının insiyatifi İçişleri Bakanlığı’ndan aldığını söyledi. Çözüm sürecinde hükümetin acziyeti nedeniyle cemaatle de görüşme trafiği yaşadıklarını anlatan Önder, 15 Temmuz’un bir NATO operasyonu olduğunu ve cemaatin bu operesyonun elverişli vasıtalarından biri olduğunu belirtti. Önder’e göre darbe girişimi senaryo değildi ama bir ön tasfiyeye gücü yetmeyen hükümet, gelişmelere “meyil” vermiş ve bir karşılama senaryosu hazırlamıştı. 

* 15 Temmuz darbe girişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk Ordusu bir NATO ordusudur. NATO da bağlı orduların hiç bir sapmasını, enişte-kayınço ferasetine bırakmaz. An be an haberdar olur.

- Yani?

Yanisi şu: Bu girişim baştan sona bir NATO operasyonudur. Ordu içindeki cemaat yapılanması, niteliği, sayısı, refleksleri, bunların orduya yerleşmeleri, terfileri ve darbe girişimi tümüyle NATO'nun bilgisi ve çizdiği çerçeve içinde olmuştur. Aksi NATO'nun fıtratına aykırıdır. Bir tesbit böyle başlamayıp, üst akıl, yan akıl, global, uluslararası vb kavram kabızlıklarında cirit atıyorsa devamını dinlemeye değmez. Cemaat de bu darbenin en önemli elverişli vasıtasıdır. Komuta kademesinin önemli bölümünün ortaya çıkan-çıkmayan, sorumluluğu, bilgisi, katkısı ya da bilinçli ihmali vardır. Bu ordu profilinin oluşması, samimi yurtsever ve yüzü sola dönük subayların 12 Mart 1971'den başlayarak tasfiyesi ile mümkün olmuştur. Cemaatin orduya yerleştirilmesi de bu planın tamamlayıcı parçasıdır. Ordu da bir tek sol bakışlı kurmay kalmadığı için bu başlığın yalnızca birine odaklanılıyor yani cemaate.  O zaman da darbe polisiye bir şeymiş gibi ele alınıyor. Özetlersek bu darbe girişimini anlamaya/anlatmaya ne Cumhurbaşkanı’nın ne komuta kademesinin ne savcıların  ne de Reşat Petek'in mevcut bakışı yetmez. 

* Öcalan'ın bahsettiği "darbe mekaniği"nin karşılığının 15 Temmuz olduğunu söylemiştiniz... 

Tam olarak öyle. Somutlarsak darbe mekaniğinin vahim sonuçlar üretmeye dönük ilk icraatı sopalı seçime dönük Davutoğlu'nun kabineyi kurup savaş ilan etmesiyle başlatabiliriz. Zamanında da bunu darbe girişimi olarak değerlendirmiştik.  Öcalan'ın darbe demeyip, ‘darbe mekaniği’ demesi bile mevcut durumu anlatmak için anahtar niteliğindedir. Bakınız bir darbe girişimi oldu, hem hükümetin ön hazırlığı hem de halkın kahramanca özverisi ve cesaretiyle püskürtüldü. Ama onu salt AKP eliyle yürütülen bir başka darbe girişimi izlemekte. "2. darbe tehlikesi" spekülasyonları da bu sürmekte olan darbenin sözümona meşruluğunu sağlamaktadır. Öcalan çözüme de işaret etti. Demokratikleşmek, hem de en radikalinden. Başka türlü bu mekaniği tasfiye etmek imkansızdır. 

HÜKÜMET MEYİL VERMİŞ OLABİLİR

* Selahattin Demirtaş "Darbe gerçekti ama alınan tedbirler senaryoydu" diye ifade etti yaklaşımını. Bir yönetmen ve senaryo yazarı olarak işin içinde "senaryo" ya da "tiyatro" görüyor musunuz? 

Bu değerlendirme sayın Ertuğrul Kürkçü tarafından ilk dile getirildiğinde amansız bir lince maruz kalmıştı. Eşbaşkanımızın ifade ettiği şey aslında herkesin düşünüp de söylemeye cesaret edemediği ciddi bir değerlendirmedir. Başta söylediğim NATO gerçekliği ile birlikte ele alırsak Rusya'nın ciddi bir ön enformasyon ve uyarı yaptığı artık aşikar. Yani enişteden önce Rusya var. Bence darbe girişimi hükümetin bir senaryosu değildi ama bir karşılama senaryosu hazırlanmıştı. Bir ön tasfiyeye güçleri yetmediği için gelişmelere meyil vermiş olabilirler. Halen karanlıkta kalan noktalara bakarak şunu söyleyebiliriz ki; bugün darbeci olarak gözükmeyen komuta kademesinin bir kısmıyla belli bir pazarlık yürütülmüş gibi. Genelkurmay Başkanı’nın helikopterine binen ve binmek isteyen darbecilerin pervasızlığına ve Genelkurmay Başkanı’nın uysal tutumuna baktığımızda bu senaryo hissediliyor. Sızdırılan ifadeler de bu kanıyı güçlendirecek nitelikte. Bir de 15 Temmuz ve yeni darbenin henüz yeterince işlenmeyen  servet transferleri boyutu var ve bundan bağımsız okumak mümkün değil. Yalçın Küçük Hoca’nın 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini ekonomik göstergeler üzerinden açıkladığı -ki bu konuda neredeyse tek değerlendirmedir- ölçüleri bu dönem üzerinden de yapmak gerekir. Umarım Hoca’nın sağlığı ve vakti buna uygundur. 

* FETÖ ile Kürt hareketi arasında bir ittifak iddiası. Böyle bir şey mümkün mü?

Saçmalık boyutunda bir psikolojik savaş argümanıdır. Tüm bu yaşananlar bir yandan da bölgesel boyutuyla birlikte ele alındığında siyasal İslam’ın iç savaşıdır. Bunu böyle söylemek ümmeti bölecek bir muhteva taşıdığından işin içine Kürtler katılmaktadır. İşe de yarıyor maalesef.  ‘Haydi Kürde vuralım’ denince sarayda hizalanmayan kim kaldı? 

* Gülen'in yayınladığı ilanda "geçmiş olsun" diye arayan siyasetçiler arasında geçiyordu adınız. Gülen konusunda siz de mi kandırıldınız?

Böyle söylemekten haya ederim. Ben cemaatin önemli isimleriyle bir çok görüşme yaptım. Bunların tamamı eşbaşkanımızın ve ilgili arkadaşlarımın bilgisiyle ve müzakere süreciyle bağlantılı görüşmelerdi. Onları bize muhatap kılan da hükümetin acziyetiydi. 

TAKOZ KOYAN CEMAATLE “PARALEL GÖRÜŞMELER”

* Nasıl görüşmelerdi bunlar? 

Şöyle bir örnek vereyim. İlk İmralı görüşmesinde PKK'nin elindeki rehin askerlerin hemen bırakılması ve bununla eş zamanlı sağlık sorunu olup bunu resmi belgelerle kanıtlamış KCK tutuklularının salıverilmesi (ki bu yasal haklarıydı, ekstra bir işlem değildi) gerekiyordu. Rehin askerler bırakıldı. İmralı heyeti olarak her hafta 4 bakanla, süreçte gelinen noktayı değerlendiriyorduk. Aylarca ilk gündem maddemiz hasta tutsaklar oldu. Cemaat engeli hem yargısal süreçlerde hem kolluk raporlarında hem de Adli Tıp boyutunda bir türlü aşılamıyordu. ‘Falanca daire başkanı cemaatçi ve engel oluyor, değiştireceğiz’ deniliyordu. Değiştiriliyordu da  fakat yerine getirilen de cemaatçi çıkıyordu. En sonunda önemli bir bakan ‘Yorulmuşları gidiyor, dinlenmişleri geliyor’ şeklinde özetlemişti. Bu koşullar altında sadece cemaatle de değil, bu ülkedeki bütün güç odaklarıyla önemli bir diplomasi yürüttük. Cemaat de bunlardan biriydi. Bu diplomasiden kısmen sonuç da aldık ama sürece takoz koyma tutumlarını hiç bırakmadılar. O  ‘geçmiş olsun’ ilanı da bu süreç  çerçevesinde gelişmiş beşeri münasebetlerin sonucudur. Bizim partimizden bana ve Ahmet Türk'e teşekkür edilmişti. Ahmet Bey de bu konuda Sayın Öcalan'ın önerisiyle önemli insiyatifler alan arkadaşlarımızdan birisiydi. 

* Cemaatten kimlerle, neyi görüştünüz? 

Medyadaki ve sivil toplumdaki temsilcileriyle görüştük. Genellikle cemaatçi valilerin, kaymakamların, polislerin, savcıların çözüm sürecindeki olumsuz tutumlarına, sekte vurma çabalarına ilişkin konular bizim tarafımızdan gündemleştiriliyordu. Bir de televizyonlarında nefret söylemi yayan dizilerin vehametini ve kabul edilemezliğini dile getirdik. Onlar da özellikle bölgedeki dershanelerine yönelik şiddet ve engellemelerden yakınıyorlardı. Hiçbir somut netice elde edemedik. 

* Çözüm sürecinde hükümet dışında cemaatle de “paralel görüşmeler” oldu diyebilir miyiz yani..

Sürece toplamında baktığımızda çok tali görüşmelerdi bunlar diyebiliriz. Muhatabımız öncelikli olarak hükümetti tabii olarak. Bir tek faydası oldu, kullandıkları sorunlu dil bir parça düzeldi.

ÖCALAN’A GÖRE GÜLEN...

* Abdullah Öcalan'ın görüşme notlarında cemaati ‘ABD etkisinde bir kontrgerilla örgütü’ olarak tarif ettiği yansımıştı. Ama bu sözlerin basına yansımasından bir süre sonra siz Öcalan’ın “Fethullah Gülen’in ‘Sulhta hayır vardır’ yaklaşımı benim de yaklaşımımdır. Bütün Ortadoğu’daki demokratik bir siyaset ve barış için birlikte çalışabiliriz. Muhterem Fethullah Gülen’e selamlarımı söyleyin. Onu en iyi anlayan benim” dediğini açıkladınız. Öcalan'ın Gülen'e yaklaşımını hangisi ifade ediyor?

Her ikisi de. Öcalan, Gülen Cemaati’ni ve ‘paralel devlet’ kavramıyla birlikte bu yapının özelliğini en iyi tahlil edenlerden biriydi. Çözüm süreci konusunda cemaatin bazı derin yapılarının engelleyici provakatif girişimlerinin olabileceğini sıklıkla ifade ediyordu. Ancak, Gülen’in ‘sulhta hayır vardır’ açıklamasını duyunca ‘o halde kendisine selam söyleyin, barış için katkı sunmaya hazırlarsa sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da da barış için birlikte çalışabiliriz’ diyerek Gülen'e o mesajı gönderdi. Burdaki temel yaklaşımı, cemaatin çözüm sürecini bozucu etkisini ortadan kaldırmaktı. Bunu da açıkça söylüyordu. Cemaati sadece dini bir örgüt olarak da görmüyordu, uluslararası bağlantıları nedeniyle çok ciddi değerlendiriyordu. Aslında mesaj sadece Gülen’e değil, Gülen’i himaye ve kontrol edenlereydi aynı zamanda.

"Çözüme engel olmayın, barış için birlikte çalışalım" mesajını etkili tüm uluslararasi aktörlere gönderiyordu. Gülen’in ABD’de bir tür rehine gibi tutulduğunu düşünüyordu. Kendisini 1999’da kaçırarak Türkiye’ye teslim edenler Gülen’i de ABD’ye teslim etmişti. Bunların hepsinin Türkiye’ye karşı oynanan teslim alma operasyonlarının birer parçası olduğunu düşünüyor ve bu tezgahı bozmak için sürekli yoğunlaşıp yeni pratikler geliştiriyordu. Bu amaçla iğne ucu kadar bir imkan bulsa değerlendirmek için canla başla çalışan bir yapısı var. Gülen’den gelen ‘sulhta hayır vardır’ mesajını da böyle değerlendirmek istedi ancak sonuç alınamadı maalesef.    

* 15 Temmuz'un ardından Gezi eylemleri ile ilgili olarak "darbe girişimi" suçlaması yeniden tedavüle girdi. Siz Gezi'nin başlamasında önemli rollerden birini oynadınız ve üstelik o dönem partiniz BDP'deki bazı aykırı seslere de karşı çıkarak Gezi'yi sonuna kadar sahiplendiniz. Şimdiden geriye baktığınızda Gezi'de bir ‘üst akıl’ ya da ‘cemaat etkisi’ görüyor musunuz?

Önce ‘önemli rol’ değerlendirmesini reddederek başlayayım. Ben sıradan bir sorumluluğu yerine getirdim. Şimdiden ya da geriden baktığımda hep Ali İsmail'i, Abdocan'ı, Ethem'i, Berkin'i, Medeni'yi ve bu itiraza kan can veren bütün kardeşlerimi görüyorum. İşte en önemli rol yalnız ve ancak onlara ait bir sıfattır. Bir de zorbalıkları görüyorum tabii ki cemaatinden iktidarına herkesin kol kola girdiği... Gezi'nin güzellikler ve iyilikler tarihimizde aldığı yer zamanla daha iyi anlaşılacak. 

* Cumhurbaşkanı'nın çözüm sürecini sonsuza kadar buzdolabına kaldırdığı, Başbakan’ın ‘çözüm mözüm yok’ dediği bir ortamdayız. Önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu döneminde Yüksekova'daki çatışmaların bitmesi amacıyla HDP aracılığıyla yapılan bir girişim olmuştu ama Cumhurbaşkanı ve ordunun bu girişimlere karşı çıkması nedeniyle devamının gelmediği anlaşılmıştı. Beri yanda KCK'nın bazı arabuluculuk girişimlerine işaret ettiği açıklaması, Abdullah Öcalan'ın kardeşi aracılığıyla verdiği mesaj var...

Maalesef hükümet ve Cumhurbaşkanı temel yaklaşım olarak barışı reddeden savaşı önceleyen bir noktadalar. Öncelikle imitasyon muhataplar yaratmaya çalıştılar. Bunların bir etkisi olamayacağı anlaşıldı. Yeni girişimin önünde iki temel engel var. Birincisi, İmralı'ya gittiklerinde Öcalan'ın "nerede kalmıştık?" sorusunu duymak istemiyorlar. Eski mutabakatı uygulayacak siyasi cesaretleri de yok, o güçte de değiller. Bakmayın hakim-i mutlak gibi gözükmelerine. Gerçeklik şudur: Güçsüzdürler. Hem de tarihte hiç olmadıkları kadar. Aydınlara, medyaya, kamu emekçilerine ve Hdp'ye karşı geliştirdikleri saldırgan tutum ve yok etme arzusu bu güçsüzlüklerinin tezahürüdür. İkincisi bölgede fiilen yükselen Kürt gerçekliği karşısında kendilerini konumlandırdıkları pozisyonun irrasyonel oluşudur. Sürdürülebilirliği ve maliyeti itibarıyla bu pozisyon bir gayya kuyusuna dönüşmüş durumdadır. Bunlarla bağlantılı bir diğer güçsüzlük yeterli ve yetkin kadrolara sahip olmayışlarıdır. Kadro kaynağı olarak yararlandıkları insanların neredeyse tamamı ya kripto cemaatçi şüphesi altında ya da kendilerine darbe yapma potansiyeli taşıyan eski kuvvetler. Bu ahval ve şerait içinde "Milli birlik, yerlilik" gibi darbe dönemleri temel kavramlarına sarılıyorlar. Bu kavramlar darbe jargonu olmanın yanısıra girdikleri yeni ittifakların gereği olarak da ele alınmalıdır. Hükümet Avrasya söylemleriyle aslında izolasyonist bir konumu arzuluyor. "İnsan hakları, uluslararası dayanışma" gibi kavramları itibarsızlaştırmayı hedefleyen bir kavramlar üzerinden sınıf mücadelesi yansıması bu. Cesur olabilseler, mutlak iktidar arzularından feragat edebilseler ve ‘demokratik birlik’ mottosuyla yeni bir çıkış noktasına gelseler her şey çok daha kolay, meşru ve ortak iyilik, erdem kavramları çerçevesinde gerçekleşecek. 

* KCK açıklamasından bazı çevrelerin çözüm süreci ile ilgili girişimleri olduğunu anlıyoruz.. Bunlar ne aşamada?  Yeni bir girişim var mı? Yoksa yakın gelecekte böyle bir şeyi olası görüyor musunuz?

Ham umut dağıtmak istemem ama iyimser bakışımı korumak istiyorum. Her şey bir anlamda bölgesel faktörlerle de bağlantılı. Ama mevcut halin büyük toplumsal maliyetler üretmeden sürdürülmesi imkansız. 

* HDP, 7 Haziran'da yüzde 13 oyla 80 milletvekili çıkarmıştı. Üstelik seçmenin yarısının "kesinlikle oy vermem" demediği, yani oy verebileceğini söylediği bir partiydi. 1 Kasım'da görünür hale gelen zayıflama sürecinin neresindeyiz? HDP bugün için Türkiyelileşme iddiasını sürdüren bir parti mi?

En küçük bir sapma olmadan bütün ilkesel yaklaşımlarımızı ve iddialarımızı sürdürüyoruz. Değişen şey HDP değil, ülkenin topyekün siyasal atmosferidir. Bir kez yaptık. Eksik ve hatalarımızı değerlendirip daha iyisini yine ve yeniden yaparız. Sadece Türkiye'ye değil bölgeye baktığınızda da çağı anlayabilen, nizam kurma becerisi olup bir hikayesi olan bizlerden başka kimse yok. Bir çok siyasal yapı, bırakın çağı ve onun paradigmasını anlamayı, bu konuda bir 'merak ve ihtiyaç' a bile sahip değiller. 

* Çözüm sürecinin, en azından ateşkesin olmadığı bir ortamda HDP'nin iddiasını devam ettirmesi sizce mümkün olur mu?

Zorlaşmış olabilir ama mümkündür. 1 Kasım'dan bu yana yapılan hiçbir kamuoyu yoklamasında, Kasım sonuçlarının altında gözükmedik. 

* PKK'nin HDP'nin aldığı başarıyı ve bunun barışa giden süreçteki önemini kavradığını düşünüyor musunuz? HDP'nin önünün PKK tarafından kesildiğine ilişkin yorumlara ne dersiniz?

Buna katılmıyorum. Ya da özel olarak bu amaçla hareket ettiklerini düşünmüyorum ancak bizzatihi savaş, demokratik siyaset alanını daraltır. Bu objektif olarak böyledir. Bu daralma da sadece HDP’yi değil bütün siyasal oluşumları etkileyen bir şeydir. 

PKK, İMHA KAYGISINI SİYASETE TESLİM ETMELİYDİ

O halde, devlet çözüm sürecini bitirirken PKK’nin de savaşı kabul etmekte hevesli olduğu yorumlarına ne dersiniz? 

Başından beri büyük bir güven sorunu vardı karşılıklı olarak. Bu bir türlü aşılamadı. Davutoğlu'nun Rojava ve Suriye politikalarındaki savrukluk ve uçukluk bu bunalımı iyice derinleştirdi. Savaş hevesle başlatılacak veya yürütülecek bir şey değildir.  Arka planında çok katmanlı gerekçeleri olan bir olgudur. Sanırım ‘Hükümet barışa değil imhaya hazırlanıyor’ düşüncesi etkili oldu. Benim düşüncem, bu kaygıların sivil siyasete ve demokrasi güçlerine teslim edilmesiydi. Sonuç ne olurdu bilinmez ama en kötü barış bile daima savaştan iyidir.

* Siz daha önce “Hendekler kapansın çağrısı yapabiliriz, ama halkta karşılığı olmaz” demiştiniz. Oysa bölge halkında Kandil'in hendek politikasının kendilerini büyük bir felakete götürmesinden kaynaklı tepki ve HDP'nin de bu süreçte beklenen rolü oynamamasından ötürü kızgınlık olduğu açıkça görülüyor... Keşke "hendekler kapansın deseydik" diyor musunuz?

İmralı Heyeti daha önceki hendek krizini çözmüştü. Hatırlayın Diyarbakır-Bingöl karayolu, onlarca hendekle ulaşıma kapanmıştı ve askerler rehin alınmıştı. Depremde yıkılan evleri bile yıllardır yapılmayan bölgede, mantar gibi kalekol yapımlarına girişilmesine halk büyük tepki göstermişti. İki gün sonra MGK toplanacaktı ve bugün çoğu darbecilikten tutuklu askeri kadro, sert müdahele istiyordu. Biz hükümetin önerisiyle insiyatif aldık. Bölge halkıyla görüştük. Yerinde gözlemledik. Süratle hükümetle paylaştık. Sonunda kalekol inşaatları durduruldu; biz rehin askerleri aldık. Hendekler de bizzat açanlar tarafından bir günde kapatıldı. Yol güvenli bir şekilde ulaşıma açıldı ve kimsenin burnu bile kanamadan, kimseye bir şey dayatmadan diyaloğla çözdük. MGK üyesi bakan MGK toplantısındayken diğer yandan bizimle bir koordinasyon yürütüyordu. Yani salt çağrı yaptığınızda bir karşılığı olmuyor. Eş zamanlı ve karşılıklı barışı önceleyen hamleler yapılmazsa bizden istenen şey o gençlerin ölüm fermanlarına bizim de bir imza atmamız anlamındadır. Bu imzayı atamazdık. Yeterince güvercin kasabı kol gezerken bunu yapmak insanlık dışı olurdu. Bunu kastettim. Bir önemli bilgiyi daha paylaşmak isterim ki başlangıç aşamasında Silopi'de insiyatif alıp yine kimseye zarar gelmeden çözüm ürettik. Fakat daha sonra gözlemimiz odur ki İçişleri Bakanlığı insiyatifi kaybetti. Daha derin gladyo yapılanmaları insiyatif aldı. Sur ve Cizre'de de bu kanalları işletmeye çalıştığımızda bu gladyo duvarını aşamadı. 

* Nasıl görüşmelerdi bunlar? PKK ile hükümet arasında arabuluculuk mu yaptınız?

Doğrudan bir arabuluculuk değildi. Kendi geliştirdiğimiz bir insiyatifti. Sorun alanı olan operasyonların durdurulmasıyla sonuçlandı ve hendekler kapatılmaya başlandı. Fakat devlet içindeki savaşçı kesim bunu süratle provoke etti. 

* Gladyodan kastınız cemaatçiler mi yoksa farklı bir kesim mi? 

Hayır burada kastettiğim jeeplerle gezen doğrudan özel harp unsurlarıydı. İkinci hendek meselesi de bu özel harp unsurlarının yönelimleri ve yine çoğu tutuklu polis kadrolarının bu bölgelerde giriştikleri yoğun, kitlesel gözaltı, tutuklama furyasıyla başladı. Yani durup dururken olmadı. Bir de hükümet ve cemaat unsurlarının ittifakıyla yürüdü. Buna rağmen Eylül 2015’te eşbaşkanımız Sayın Demirtaş'ın öncülüğünde hendek ve barikatların olduğu 10 ilçede mitingler yaptık. Bu mitinglerde hendek ve barikatların kapatılması, hükümetin de yaygın tutuklamalara son vermesi için demokratik siyasi çözüm çağrıları yaptık. Maalesef hükümet ve ona yakın medya bütün bu girişimlerimizi boşa çıkararak, çok sert ve vahşice o gençlerin üzerine gitti. Biz ne dağda ne de kentlerde savaş olmasın diye çok uğraştık uğraşmaya da devam ediyoruz. Ama hendek ve barikatları bahane ederek Kürt kentlerinin  haritadan silinircesine yakılıp yıkılmasının sorumluluğunu, hiç kimse Hdp ye yükleyemez. Bu insanlık suçunun mazereti yoktur. Her şeye rağmen biz siyasi ahlakımızın gereği, halka olan sorumluluğumuzun farkındayız. Kendi eksiklerimizi ve yetersizliklerimizi görecek kadar da vicdan sahibiyiz. 

* Bir söyleşinizde de “PKK'nin uluslararası konjonktüre, gereğinden fazla anlam yüklemesinin doğru olmadığını” söylemiştiniz. Hatta buna Rojava ve bölgedeki diğer gelişmeleri de eklemiştiniz. Gelinin noktada hendekler politikası olarak nitelenebilecek şehir savaşlarının Kürt illerinde yarattığı yıkımdan PKK'nin bu ABD ve Batı desteğine fazla anlam yüklemesinin payı var mıdır? Kürt hareketi Rojava'da statü elde edilmesini Türkiye'deki barıştan daha mı çok önemsiyor?

PKK'nin meseleler arasında böyle bir hiyerarşi oluşturduğuna dair bir emare yok. Türkiye barışına dair yayınladıkları son deklerasyon da barış adına olumlu bir işaret. Buna biz de heyet olarak dikkat çeken bir açıklama yaptık ama denetimli medya sınırları arasına hapsedildi. Benim o değerlendirmem bölgesel anlamdaki konumlanışlarıyla ilgili olarak yapılmıştı. 

* Abdullah Öcalan’ın, kardeşi Mehmet Öcalan aracılığıyla ilettiği mesajı değerlendirirken ‘çözümü içselleştirmiş bir heyet ve anlayışın devreye girmesi gerektiğini’ söylediniz. Neyi kastettiniz bu sözlerle?

Süreç tökezlediğinde hükümet temsilcilerinin yaptığı değerlendirmelerin tonuna ve içeriğine baktım. Dünya’daki çatışma ve çözüm süreçlerini de yeterince biliyorum. Barışı bir ihtiyaç olarak içselleştirmek, kurduğunuz dille görünür olur. Kurulan dile baktığımda bundan bir hayli uzak olduğunu görmüştüm. Bunu kastettim. 

* HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve beraberindeki heyetin Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni ziyaretinde Barzani'nin arabuluculuğu mu konuşuldu? Bu ziyaretin çözüm arayışlarına bir katkısı oldu mu?

Bu ziyaret tamamen oradaki Kürt partileri arasında yaşanan diyalogsuzluğu gidermek, tansiyonu düşürmek, Kürtler arası ittifak zeminlerini güçlendirmek içindi. Bunun doğrudan değil ama dolaylı olarak ülkemizin iç barışına da katkısı olacaktır elbette.

* Sizin Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile temaslarınız olacak mı? Barzani'nin arabulucuğuna güvenir misiniz?

Barış için samimi bir katkı sunacak herkesin desteğinden ancak mutluluk duyarız. Sayın Barzani de deneyimli ve önemli bir lider. Elinden gelecek katkıları eksik etmeyecek birisidir. Hakeza sayın Talabani ve partisi YNK için de geçerlidir bu. Defalarca görüşmelerimiz oldu. Bir çoğu çok verimli sonuçlar üretti. Şartlar elverirse yine görüşürüz. 

* Kolombiya'da halk FARC ile hükümet arasındaki barış anlaşmasını - düşük bir katılım ve az bir farkla da olsa- referandumda reddetti... Türkiye'de böyle bir referandum olsa ne olur diye içinizden geçti mi?

Barış referandum konusu edilemez. Ne Türkiye de ne de Kolombiya da... FARC'ın barış için emek vermeye devam edeceğini açıklaması çok sevindiricidir. Türkiye'de çözüm sürecine halkın desteği bölgede yüzde 90’ları batıda da yüzde 60’ları bulmuştu.  

* Bölge halkı Cizre, Sur yıkılırken vekillerini yanlarında görmemekten yakınıyorlar.. Bir özeleştiriniz var mı bu konuda?

Böyle bir yakınmaya biz muhatap olmadık doğrusu. Kendi adıma en az gidebilen bendim. İki önemli sağlık operasyonu geçirmiştim ve kımıldayamıyordum bir yere. Bununla birlikte yapamadığım herşeyin özeleştirisini veririm ancak başta bölgenin vekilleri olmak üzere tüm vekillerimiz seçildiklerinden beri neredeyse Ankara'yı görmediler bile. Aylarca bu alanlarda bombardıman altında 24 saat halka birlikteydiler. Defalarca ölüm tehlikesi atlattılar. Faysal vekilimiz, Ferhat Encü, kadın vekillerimizin tümü canla başla didindiler. Sayın Demirtaş'a iki kez suikast girişimi oldu. Sayın Kürkçü ve Sayın Yüksekdağ'ın de içinde olduğu geniş bir heyetimiz kim olduğuna dair bir işaret taşımayan bu gladyo güçleri tarafından doğrudan hedef alındılar. Resmi bir askerin son anda yaptığı müdahele ile boşa çıktığını biliyorum. Mithat Sancar ve Ahmet Türk defalarca hastanelik oldular. 

* Ocak ayında "Dokunulmazlıklar kaldırılacak ve bizi 90'lardan daha sofistike bir şekilde tutuklayacaklar" demiştiniz. Dokunulmazlıklar kaldırıldı ve henüz bir tutuklama olmadı. Hala tutuklanacağınızı düşünüyor musunuz?

Sizce bu medya operasyonları, bu destek veren aydın ve sanatçılara, bilim insanlarına dönük vahşi yönelimler ne için? Dilerim kalkışmazlar ama mahkemeler zorla getirme kararlarını ardı ardına almaya başladılar. Bize her yer mücadele alanı. Yaşayıp göreceğiz. 

* Zorla getirme kararları duruşmalara getirmek için… Onu ayrı bir yere koyarsak, tutuklanıp cezaevine konulacağınızı düşünüyorsunuz yani hala?

Bu proje hiç rafa kalkmadı. Kendileri bakımından maliyet hesapları yapıyorlar.

* Bir süre önce "Tayyip Erdoğan’ın paradigması başarılı olursa Dolmabahçe fotoğrafındaki herkesin tasfiye edileceğini düşünüyorum. Buna Efkan Ala da dahil" demiştiniz. Erdoğan'ın paradigması ve sizin öngörünüz tutmuş görünüyor. 

Keşke ikisi de tutmaz olaydı. Demokratikleşme arzusu ve iradesi toplumsallaşmazsa  ülkemizi bekleyen en iyimser şey kaostur. Umudu kaybetmeyeceksek eğer,  halen geri dönüş mümkündür. Bu da bütün demokrasi güçlerinin kavram kargaşasından uzak net bir barış hedefine yönelmesiyle mümkündür. Erdoğan paradigması kendisiyle müsemma bir yaklaşım değildir. Osmanlı’nın akıbeti tam da bu anlayışın tarihteki izdüşümüdür. Bizim yaklaşımımız da Osmanlı’dan elde kalan bakiye ile bir yurt yaratan bilincin günceldeki halidir. Birleşmezsek, hukukumuzu karşılıklı olarak gözetmezsek, yem oluruz.

* İktidarın “yeni Kurtuluş Savaşı” söylemi var. Siz, “Yeni Kurtuluş Savaşı’nı biz veriyoruz” mu diyorsunuz?

Biz yeni bir demokratik cumhuriyet inşasının mücadelesini veriyoruz. Herkesin kendisi olarak varolabileceği, özgür eşit ve adil bir cumhuriyetin..  Hükümet kurtuluş savaşı verecekse, Cerattepe ve onun gibi yüzlerce vatan parçası üzerindeki tahribatını durdurmakla başlamalıdır. Elde nitelikli vatan toprağı kalmayacak bu gidişle. 

* Yönetmenlik yaparak, senaryo yazarak sözünüzü söyleyebilir ve üstelik bunu politika dışı olmanın verdiği konforla da daha özgür bir biçimde sürdürebilirdiniz. Milletvekili olduğunuza pişman olduğunuz anlar oluyor mu?

Efkar ettiğimiz memleketin halidir... Bu can pazarında kişisel değerlendirmeler yapmam ayıp olur. Pişmanlıklarım olduğu zaman dahi bunu kendime saklamayı tercih ediyorum. Yaklaşık 3 yıl hiç bir evladımızı savaşa kurban etmediysek bunda karınca misal bir damla su hakkım vardır. İkinci damla için geri kalan bütün hayatımı verebilirim. 

* Görüşme notlarından öğreniyoruz ki, Öcalan'a politikayı bırakmayı istediğinizi söylediğinizde itirazla karşılaşmışsınız ve sizden bırakmayacağınıza dair söz almış. Öcalan'a verdiğiniz sözü tutacak mısınız? 

O sözü tuttum zaten. Bırakmak istediğim politika değildi. Aktif milletvekilliğiydi. İlk gününden itibaren sevemedim. Gereklerini yerine getirmekte zorlanıyorum. Buna rağmen halka verdiğim "vekillik tarifi"ne hep sadık kaldım. Ama politika yalnızca vekillik değildir. Yaşlanıyorum. Sağlığım hiç iyi değil. Zihnim eski küşayişinde değil. Zaman zaman tekrara düştüğümü görüyorum. Genç arkadaşlara hayranlıkla bakıyorum. Onlara alan açmamız, kendimize ve ülkemize yapacağımız önemli iyiliklerden birisi olacaktır. Çok notlar biriktirdim. Fıratın doğduğu yerden, Şattül araba kadar olan ve kadim haritalarda "Tufan Coğrafyası" olan bölgenin yüz yıllık hikayesini bir destan-roman olarak anlatmak istiyorum. Sayın Öcalan'la tanıştıktan ve 3 yıla yakın onunla çalıştıktan sonra bu hikaye önemli bir ekolojik boyut da kazandı. Devrimci şair Enver Gökçe'nin de Seyranbağları huzurevinde yatarken böyle bir özlemi vardı. Ömrü ve sağlığı vefa etmedi. Artık biriktirdiklerimizi ve gözlemlerimizi kayda geçme günlerimiz. 

* Bu sözlerinizden vekilliği bırakmaya hazırlanıyorsunuz diye anlıyorum..

Zaten üç dönem oldu. Tüzüğümüz gereği nöbeti devretmemiz lazım.(Cumhuriyet)