“Fransa’daki Türk diasporasını; ırkçılık, İslam düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı ile mücadelede kurumsallaşmanın sağlanması, sivil toplumun güçlendirilmesi ve toplumsal katılım noktasında zorlu bir mücadele beklemektedir. Öte yandan anavatanla olan bağın korunması ve güçlendirilmesi de Fransa’daki insanlarımız açısından büyük önem arz etmektedir.”diyen Yeneroğlu ayrıca şunları kaydetti:

“Öncelikle ülkemizde ve dünyada etkisi hızla sürmekte olan korona virüs salgını sebebiyle, Fransa’da hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet; yakınlarına başsağlığı dilerim.

Fransa ile Türkiye arasında, 8 Nisan 1965 tarihinde imzalanan işgücü anlaşmasının 55. yılında vatandaşlarımız Fransa’ya artı değer katmaya devam etmektedir. 700 bine yakın nüfusu ile Fransa’daki dördüncü büyük göçmen grubunu oluşturan Türk toplumunun Fransa’da toplumsal hayata katkısı niceliğini çoktan aşmış durumdadır. Türk toplumunun yarattığı artı değer yalnızca kendileri için değil, diğer göçmen toplumlar için de büyük bir kazanım sağlamakta; örnek teşkil etmektedir.

Ne var ki buna karşılık son yıllarda, Avrupa’da aşırı sağın göçmen karşıtlığı ve İslamofobi üzerinden yeni bir hareket alanı bulması, özellikle geçtiğimiz aylarda Fransa’da gerçekleşen yerel seçimlerde aşırı sağın yükselişe geçmesi ve yakın zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “laiklik” söylemleri üzerinden İslam’ı hedef alan açıklamaları, Türk toplumunda ciddi manada huzursuzluk yaratmakta ve toplumsal birlikteliğe zarar vermektedir.

Fransa İslamofobi İle Mücadele Derneği’nin (CCIF) 2019 yılı raporuna göre, Fransa’da 2019 yılı içinde 789 İslamofobik vaka kaydedilmiştir. Ülkedeki İslamofobik vakalarda 2018’e göre %17, 2017’ye göre ise %77 artış söz konusudur. Bu vakaların %59’unun ayrımcılık nedeniyle ortaya çıktığı, eylemin gerçekleştiği alan olarak da %59’unun kamu hizmeti veren kurumlarda meydana geldiği görülmektedir. Ayrıca bu eylemlerin %70’inin kadınlara yönelik yapıldığı da veriler arasındadır. 

Geride bıraktığımız son bir yıl içerisinde, Türk toplumuna yönelik tutumu radikalleşen Fransa’da okullarda laiklik tartışmasının mazisi iki yüz yıla dayanırken, maalesef geçtiğimiz aylarda bu tartışmalara bir yenisi eklenmiştir. Aşırı sağcı Marine Le Pen’in liderliğindeki Ulusal Birliktelik (RN) Partisi’nin önerisi üzerine okul gezilerinde öğrencilere refakat edecek annelere yönelik başörtüsü yasağı gündeme getirilmiştir. Bu yasak, öğrenci veya öğretmen gibi eğitim sürecinin birincil aktörleri olmayan anneler için anlamsız olmakla birlikte, bu yasakla çocuklar ve okullar üzerinden ailelere, ailelerden ise özellikle Müslüman topluluklara bir mesaj verilmek istenmektedir. Bu konu akıllara Fransa’da yapılan Kamuoyu Araştırma Enstitüsünün (IFOP) anketini getirmektedir. Ankete göre, başörtülü kadınların %60’ı hayatlarında en az bir kez ayrımcılığa maruz kaldığını ifade ederken, başörtülü Müslümanların %37’si de hakarete uğradığımı beyan etmiştir. Bu sonuçlar açıkça toplumda yaratılan ürkütücü tablonun bir çıktısıdır.

Cumhurbaşkanı Macron, geçtiğimiz aylarda “Radikal ve Ayrılıkçı İslam’la Mücadele Planı” kapsamında, 2024 yılı itibariyle Türkiye, Cezayir ve Fas gibi ülkelerden Fransa’ya imam ve öğretmen alınması uygulamalarını engelleyeceğini ifade etmiştir. Diyanet İşleri Türk-İslam Birliği (DİTİB)’ne bağlı vakıf ve derneklerin banka hesaplarının kapatılması, hesap açma haklarının engellenmesine kadar uzanan bu durum, Müslümanların din ve organize olma özgürlüklerini büyük oranda kısıtlamaktadır. Ayrıca önümüzdeki eğitim döneminden itibaren Türkçe’nin yabancı dil dersi olarak okutulmaya devam edip etmeyeceği de belirsiz bir durumdadır.

Fransa’daki Türk diasporasını; ırkçılık, İslam düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı ile mücadelede kurumsallaşmanın sağlanması, sivil toplumun güçlendirilmesi ve toplumsal katılım noktasında zorlu bir mücadele beklemektedir. Öte yandan anavatanla olan bağın korunması ve güçlendirilmesi de Fransa’daki insanlarımız açısından büyük önem arz etmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada, elde edilen kazanımların genişletilmesi bir yana, muhafazasında dahi güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Maalesef bu durumun gerekçeleri arasında, yaşanan konjonktürel değişimlerin yanı sıra Türkiye’nin bu hususta rasyonel bir politika üretememiş olması da yer almaktadır. Fransa’daki Türk toplumunun kazanımlarının muhafaza edilmesi için kuşatıcı, kucaklayıcı, vatandaşı özne olarak değerlendiren, onları araçsallaştırmayan ve aklı selime odaklı politikalar üretilmelidir. Yurtdışındaki Türk toplumuna ve ihtiyaçlarına hakim bürokratlar ve kurumlar ile ortak ve koordineli bir diaspora politikası geliştirilmeli, anlık refleksler ve devamlılığı olmayan siyasi manevralar yerine rasyonel bir dil kullanılarak yeniden itibarlı bir dış politika izlenmelidir.

Bu düşüncülerle, Türkiye-Fransa İşgücü Anlaşması’nın 55. yıl dönümünde birinci nesli saygıyla anarken; çoğulcu toplum inşasına katkı sunan tüm vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.