“Hatalardan ders almayı bilen biriyim” diyen Davutoğlu “Tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm ve bunu engellemek için çok çaba sarf ettim. Kişilere bağlı partiler kişilerle gider... Bunları yaşamış birisi olarak yeni bir partide varlığı liderine bağlı bir yapıya izin verir miyim?”

"Kim olursa olsun bu tutuklu yargılanmaya müsamaha göstermem, tutuklamayı kabul etmem. Kim olursa olsun, kimsenin siyasi görüşleri dolayısıyla muhasara altına alınmasını kabul etmem. Şimdi Demirtaş’ın meselesine baktığım zamanda da nihai hükmün verilmediği bir süreç var. Ve tutuksuz yargılanma tutuklu yargılanma konusunda da benim dediğim gibi benimsemediğim bir uygulamaya muhatap olmuştur. AİHM kararı da var." ifadelerini kullandı.

İşte o röportajdan bir bölüm…

Ahmet Taşgetiren: Partide çeşitlilik var ama partide lidere de ihtiyaç var. O dengeyi nasıl tutturacaksınız. Çünkü sizin baskın bir lider olduğunuz, partinin de kadro değil lider partisi olacağı hakkında kanaatler de var.

Ahmet Davutoğlu: Bu tür durumlarda uygulamalara bakılmalı. Parti kurulduktan bu yana takriben geçen bir aylık sürede en az 30 arkadaşımız parti adına ya da şahsi görüşlerini ifade etmişler. Ben hatalardan veya olumlu tecrübelerden ders almayı bilen biriyim. Ben tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm. Ve bunu engellemek için çok çaba sarf ettim. O zaman Sayın Cumhurbaşkanı’na şunu ifade ettim. “Efendim benim bir liderlik meselem yok, siz bu partiyi kurdunuz müsaade ederseniz bu partiyi kurumsallaştırırız. Ve bu parti öyle sağlam temele dayanıyor ki yüzlerce yıl da yaşayabilir. Ama kurumsallaştırmazsak yaşayamaz. Kişilere bağlı partiler kişilerle birlikte gider.” Bunu hem cumhurbaşkanına hem de partide birçok kez söyledim. Herkes de biliyordu benim en temel hedefim Ak Parti’yi kurumsallaştırmaktı. Şimdi bütün bunları yaşamış birisi olarak yeni kuracağım bir partide varlığı liderine bağlı bir yapıya izin verir miyim? Şimdi bütün o birikim üzerinde iddiam ve tezim şu; ifrat ve tefritten kaçmak lazım. Şimdi biri şöyle derse hiç lider olmadan parti kurulsun bu bürokraside de iş hayatında da entelektüel hayatta da insan doğasına aykırı bir şeydir.

BİZ İNTİKAM PEŞİNDE OLACAK BİR PARTİ DEĞİLİZ

Elif Çakır: Ama parti kurulalı bir ay oldu. Çok farklı açıklamalar yapılıyor. Örneğin bir genel başkan yardımcınız “gerekirse devri sabık yaratırız” diyor. Kürt sorunuyla ilgili parti yöneticilerinden farklı sesler çıkıyor. Sanki net bir iskelet oluşmamış gibi görünüyor.

Ahmet Davutoğlu: Çok net bir tanım konsaydı bu sefer de Davutoğlu’nun ideolojisi belli denirdi. Herkes aynı şeyi tekrar etseydi zaten demiştik tek adam var, hepsi aynı şeyi söylüyor denirdi. Ben arkadaşlara şunu söyledim program artık belli, hepiniz bu programa imza attınız, artık konuşabilirsiniz. Her sayfasına imza atılıyor bu programın. Devri sabık tabirini benimsemediğimi ilgili arkadaşımıza da söyledim. Doğru bir tabir değil. Kastetmek istediğinizin bu olmadığını da biliyorum. Biz rövanşist bir parti değiliz, intikam peşinde olan bir parti değiliz. Orada kastedilen şey şu. Hukuk dışı şeylere bu dönemde yeltenenler bunun hesabının sorulacağını bilsinler. Neden bunu söylemek ihtiyacı hissediliyor? Bize kurucu olan arkadaşlar işadamıysa maliye müfettişleri gidiyorsa, başka görevlerdeyse birtakım tehditler alıyorlarsa hatta bazı illerde bürokratlar birtakım işlemlerde bulunuyorsa.

Yıldıray Oğur: Örnek verebilir misiniz?

Ahmet Davutoğlu: Bize bilgiler geliyor. Birçok ilde gelip soruluyor siz şu partiyle birlikteymişsiniz dikkat edin diye. Bunlar söylendiği zaman hele bunlar devlet görevlileri tarafından söylenmişse ileride bu söyleyenlerin hukuk önünde sorumlu olacaklarının hatırlatılması lazım ki bu tekrar tekerrür etmesin. Talimatla yaptık demesin hiçbir bürokrat. İşler talimatla yapılmaz hukukla yapılır. Talimat o hukuk içindeyse işleme konur.

Bugün Şehir Üniversitesi olayı da dahil olmak üzere yapılan hukuksuz işlemler mutlaka bir gün hukuk tarafından tekrar ele alınılacaktır. Yoksa devri sabık gibi bir niyetimiz düşüncemiz söz konusu olamaz. Hiçbir zaman da rövanş ya da hissi bir tavır içerisinde olamayız. Hukuk his kaldırmaz.

VAKTİYLE TAYYİP BEY'E 'MUHTAR BİLE OLAMAZ' NAZARIYLA BAŞLIK ATANLAR GELECEK PARTİSİ HEYECAN UYANDIRMADI DİYE YAZIYOR

Elif Çakır: Bu şartlarda teşkilatlanmak zor olmuyor mu?

Ahmet Davutoğlu: Valla size samimiyetle bir şey söyleyeyim ben de bu kadar önemli bir psikolojik şiddet olduğunu hissetmiyordum. Son bir ayda bize gelip tebrik edenlerin önemli bir kısmı “siz ve ekibinizin göstermiş olduğu cesaret dolayısıyla tebrik ederim” diyor. Bir parti kurmanın cesaret gerektiren bir iş olduğu düşüncesinin kendisi bile utanılacak bir şeydir. Baskılar var ama beni mutlu eden bütün bu baskılara rağmen 152 kişilik çok kapsayıcı bir heyet ortaya çıktı. Bütün bu baskılara rağmen parti kuruluşunun hemen sonrasında iki hafta içinde 12 il başkanımızı tayin ettik. Bütün bu baskılara rağmen 10 binlerce kişi üyelik için başvurdu. Ve hala başvurular devam ediyor. Üstelik daha araziye çıkmadık bile. Haziran ayına kadar 81 ilde teşkilatlanmamızı tamamlayacağız. Bazılarını şimdi görüyorum ve tebessüm ediyorum. Vaktinde Tayyip Bey’e “muhtar bile olamaz” nazarıyla başlık atan gazetelerin bugünkü köşe sahipleri Gelecek Partisi heyecan uyandırmadı diye yazıyorlar. Görmek istediklerini görmeye çalışıyorlar. Hiçbir alan tecrübeleri yok.

Elif Çakır: Şimdi siz işte parti kurulduktan sonra parti yetkili kurullarındaki arkadaşlarınızla 30 yakın açıklama olduğunu söylediniz. Mesela Selahattin Demirtaş biliyorsunuz HDP eşbaşkanıydı, tutuklu, bir kitap yazdı, kitap tiyatroya uyarlandı ve partinizden bir tepki geldi. En nihayetinde yayınlanan bir kitap ve oynanan da bir oyun. Siz de bir akademisyensiniz. Bu tepkiyi yadırgamadınız mı? Tuhaf bulmadınız mı?

Ahmet Davutoğlu: Selahattin Demirtaş ve başka hususlarda benim tutumum da partinin tutumu da açık olarak programa yansımıştır. Nedir bu aşikar olan şey önce onu belirtelim. Daha tamamlanmamış hukuki süreçler söz konusuysa hukuka müdahale konusunda hiçbir açıklama yapmadım. İkincisi tutuklu yargılanmaya esastan karşı çıktım. Bunun muhatabı kim olursa olsun Başbakanlığım döneminde de tutuklu yargılanmalar geri dönülemez insan hakkı ihlallerine yol açıyor diye açıklamalar yaptım. Tutuklu yargılama hangi durumlarda olur;  kaçma riski varsa, delilleri tahrif etme riski varsa, çok istisnai hallerde uygulanır. İlkeleri koyarsak, Demirtaş veya başkası hangi vatandaş içine giriyorsa onun için de geçerlidir. Dolayısıyla kim olursa olsun hukuka intikal eden bir konuda kesin hüküm ifade eden cümleler kurmam. Kim olursa olsun bu tutuklu yargılanmaya müsamaha göstermem, tutuklamayı kabul etmem. Kim olursa olsun, kimsenin siyasi görüşleri dolayısıyla muhasara altına alınmasını kabul etmem. Şimdi Demirtaş’ın meselesine baktığım zamanda da nihai hükmün verilmediği bir süreç var. Ve tutuksuz yargılanma tutuklu yargılanma konusunda da benim dediğim gibi benimsemediğim bir uygulamaya muhatap olmuştur. AİHM kararı da var.

Siyasi meseleye geldiğimizde, siyasi rakiplerimle siyasal alanda mücadele etmeyi hep tercih etmişimdir. Demirtaş’la ilgili çok şey söyleriz, siyasi olarak eleştiririz. Ki bende geçmişte çok eleştirdim. 6-8 ekim olayları hakkında da eleştirdim. 7 haziran sonrasında PKK “çatışmasızlık dönemi bitti” dediği zaman, PKK silahlı direnişe çağrı yaptığında buna karşı HDP'nin tutum almamasını eleştirdim.

Ama buna rağmen 7 hazirandan sonra HDP' ye giderek, ilk defa bütün parti liderleriyle görüşürken HDP lideri olarak eşbaşkan ve heyetiyle yerinde görüştüm. Bizim siyasi tarihte bir ilktir. Bütün bu çerçevede bakarım bu olaya. Dokunulmazlıkların kalkması sürecinde ise Nisan Mayıs aylarında çünkü kamu düzenini yok eden 6-8 Ekim de olduğu gibi ve en çok da bölgedeki Kürt vatandaşlarımızın haklarını ihlal eden çukur barikatlara karşı bir terörle mücadele yürütüyorduk. O zaman çıkıp açık şekilde kendim için kaldırmadığım dokunulmazlığı başka siyasiler için kaldırmam dedim ve dokunulmazlıkların bütün siyasilere teşmil edilebilecek şekilde genişletilmesini sağladım. Yani kendi dokunulmazlığımı kaldırmadan Başbakan olarak Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına izin vermedim. Benim de kalktı dokunulmazlığım o anda. O anda gerek Ak Parti içerisindeki genel hava, gerek toplumdaki genel hava sadece HDP'li siyasilerin dokunulmazlığının kaldırılması yönünde olduğundan bunu yapmadım. Bunu şunun için söylüyorum siyasi mücadele siyasi alandan yürür. Siyasi alandaki aktörlere saygıysa o aktörlerle görüş ayrılığı içinde olsam bile o aktörlere oy veren kim olursa olsun onlara o vatandaşlara saygı duyarım. Bu HDP için de geçerlidir, bu Vatan Partisi için de geçerlidir. Son dönemde bana en ağır hakaretlerle saldıran iki üç kesim var. Doğu Perinçek’in partisinden sert eleştiriler geliyor, HDP’den geliyor. MHP ile de ihtilaflarımız oldu. Onların siyasal haklarını savunmak da benim görevim. Ve bu onlarla ihtilaf etsem bile onlara oy veren vatandaşlara saygımın bir gereği olarak haklarını savunurum. Bütün bunları şunun için söylüyorum ister Demirtaş olsun, ister kim olursa olsun bu ilkeler onlar için geçerlidir. Bu bağlamda tutuklu yargılamaya zaten esastan karşı olduğum için ve siyasi mücadelenin siyasal alanda olması gerektiğini düşündüğüm için Demirtaş’ın tutuklu olmasına ne ben ne partim bu çerçevede onay vermez yani olumlu  görmez.

BİZİM PARTİMİZDE KİTAP KARŞITI BİR TUTUM OLMAZ. KİM TARAFINDAN VE NİÇİN YAZILMIŞ OLURSA OLSUN

Ama bunları kabul etmek Demirtaş’ın yanlış yaptığı işleri de mazur göstermeyi gerektirmez. Bütün o hendekler çukurlar kazılıp bölgedeki vatandaşlarımızın en temel hakları ihlal edilirken bunlara karşı tutum alamayan HDP yöneticilerinin de özeleştiri yapması lazım. Siyasetin hukuk tarafından ipotek altına alınmasını haklı olarak eleştiriyorsak, siyasetin örgüt tarafından ipotek altına alınmasını da eleştirmemiz lazım. Biz zaten eleştiririz de asıl HDP’nin bunu sorunsallaştırması lazım.

Siyaseti özgürleştirmemiz lazım, hukuki baskılardan da özgürleştirmemiz lazım siyaset dışı örgütlerin baskılarından da özgürleştirmemiz lazım. Bu noktadaki tutumumuz açık; hukuki zemini içinde tutumumuz açıktır. Sayın Temurci’nin açıklamasına geldiğimizde, orada bütünü  inceledim vatandaşlarımızın hukuku çerçevesi çizildikten sonra böyle bir özeleştiri çağrısı var. Bu çerçevede kendi aramızda değerlendirdik, değerlendirmeye devam edeceğiz. Bizim tutumumuz da son derece açıktır ve gerektiğinde bu konuda partimiz veya ilgili parti temsilcileri gerekli açıklamaları yapar. Özetle hukuk siyaset üzerinde baskı aracı olarak kullanılmamalı, siyasi aktörler siyasi çerçevede düşüncelerini ifade edebilmeli ama siyasi aktörler aynı zamanda kendileriyle terör örgütleri arasında net bir çizgi ortaya koymalıdır. Selim bey de zaten bunları vurguluyor. HDP’nin de, Demirtaş’ın da o çizgiyi net bir şekilde ortaya koyması lazım artık.

Yıldıray Oğur: Siz hendek teröründen bahsettiniz. Sizin başbakanlığınız döneminin en kritik olaylarından biri şüphesiz PKK’nın başlattığı özerklik ilanları ve hendek terörüydü. PKK’nın oradaki günahları malumumuz. Fakat o dönemde devletin bu hendeklerle mücadele ederken insan hakları ihlalleri yaptığı sivil ölümlerine sebep olduğu, şehirleri bombaladığı yönünde eleştiriler de var. Siz de bu dönemle ilgili eleştiriliyorsunuz, bildiklerinizi tam olarak açıklamadığınız söyleniyor. Bugünden geçmişe baktığınızda hendek olayları sırasında devlet şurada yanlış yaptı dediğiniz bir şey var mı? O dönemle ilgili bilip açıklamadığınız bir şey var mı?

Ahmet Taşgetiren: En sonra Sırrı Süreyya Önder, o dönemde HDP’lilerle telefonla görüşmeler yaptığınızı, o telefonlar açıklanırsa gerçeklerin gün yüzüne çıkacağını söyledi.

Ahmet Davutoğlu: Benim Sakarya konuşmam üzerine başlayan bir tartışmaydı. Orada açıklığa kavuşturmuştum ama bir daha açıklığa kavuşturayım. Sakarya konuşmasında söylediğim 7 haziran 1 kasım arasında yaşananlar konuşursak bazıları insan yüzüne bakamaz. Hangi bağlamda söyledim bunu. Kayyum atamaları oldu seçimden hemen sonra, ben de bu kayyum atamalarını eleştirdim. Ve dedim ki eğer bu insanlar suçlu idilerse seçime sokulmamalıydılar. Eğer seçime sokuldularsa ve yeni bir suç işlemişlerse önce hukuka gönderilmeliler. Yok hukuka gönderilmiş ve ceza almışlarsa belediye içerisinden bir seçim olmalı. Yoksa Türkiye’de seçimin bir mantığı kalmaz. Bunun üzerine MHP'den Ak Parti’den benim aleyhime açıklamalar geldi. Teröre destek olduğum yönünde. Benim o konuşmada cevabım onlaraydı ve orada söyledim terörle mücadele yürütülürken, 30’a yakın şehidimizin defin merasimleri sürerken benim arkamdan kongre oyunları yapanlar dedim Ak Parti yetkililerini ve tam bu terörle mücadele yürütülürken hükümet kurmamı engellemek için her türlü çabayı gösteren MHP'lileri kastettiğimi söyledim. Bir kere o parantezi orada kapatmak lazım.

Başka gizli saklı bir şeyi ifşa etmek diye bir ifade de kullanmadım. Tehdit nazarıyla hiç kullanmadım. Gelecek Partisi’nin programında özgürlük ve güvenlik dengesi var. Bu benim akademik hayatımda da kullandığım bir kavram. Demokrasi özgürlükler ile güvenliğin denge içinde yaşandığı bir rejimdir. Otoriter rejimler şunu söyler. Özgürlükleri güvenlik adına erteleyebilirsiniz, yok edebilirsiniz. Terör örgütleri de her türlü güvenlik tedbirini özgürlükleri kısıtlayan bir şey olarak göstererek kamu düzenini değiştirmek isterler. Kaosla otoriter rejimler arasındaki dengeyi ve demokratik düzeni bu yolla sağlarsınız. 28 Ağustos’ta  Başbakan olduğumda 1 ay sonra 6-8 ekim olayları patlak verdi. Sanki çözüm sürecini ben gerçekleştirdim de terörle mücadeleyi sayın Cumhurbaşkanı yürüttü gibi bir hava üretiliyor. Ak Parti çözüm sürecini kötülemek istediğinde Davutoğlu onu yapmış oluyor, HDP terörle mücadelede  birilerini eleştirmek istediğinde Erdoğan yerine bana saldırıyor. Oysa çözüm süreci nasıl bir gereklilik idiyse, terörle mücadele de bir gereklilikti. Ben çözüm sürecini de terörle mücadeleyi de gerekli ve yararlı safhalar olarak yürüttüm, bundan da gocunmam.

Üç senedir ben siyasi iklimde yokum ama HDP’nin açıklamalarına bakın Demirtaş’ın duruşmalarda yaptığı açıklamalara bakın ilk sırada saldırdığı kişi benim. Temurci’nin açıklama yaptığı günden bir gün önce Sırrı Süreyya Önder’in benimle ilgili yaptığı açılamaya bakın. Bu açıklamalar, nezaketsiz olduğu kadar, yanlış olgu ve algılara da dayanıyor. Yakışıksız, çirkin kişisel ithamlar siyasilere yakışmaz.

Şimdi onlar bu bütün açıklamaları yapmakta serbest, birisi onlara eleştiri yönettiğinde ise dokunulmazlıkları var, bu olmaz. Demirtaş’ın tutuksuz yargılanmasını savunuruz fakat Demirtaş dokunulmazlık sahibi değil eleştirilir. HDP de eleştirilir. Bizi en ağır şekilde eleştirenlerin eleştiriye de açık olmaları lazım.

Sayın Cumhurbaşkanı bana başbakanlığı devrederken yani kongrede iki emanetim var dedi. Emanetlerinden birisi FETÖ ile mücadeleydi. İkincisi çözüm süreciydi. Ne olursa olsun çözüm sürecini terk etmeyin dedi. Ve emanetçi başbakan istemiyorum dedi. Şimdi bu parametreler açısından bakıldığında 1 Ekim’de başbakanlığı devralmışsınız çözüm sürecini devam ettireceksiniz. FETÖ ile mücadele zaten devam edecek. Ve düzeni de koruyacaksınız. 1 Ekim’de Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim. Bu ilk defa olan bir şeydi. Ve aynı gün Tayyip bey döneminde çözüm sürecini yasalaştıran paketi Meclis’te kabul ettik. Çözüm sürecinin bir legal zemini vardı ve yürüyordu. Bu Cumhurbaşkanı’ndan bana intikal eden bir şeydi yeni bir durum değildi. 1 ekimde görüşme yaptık. Çözüm sürecinin gereği olarak PKK’nın silahları bırakması ve sizin de terörle aranıza  bir mesafe koymanız gerekir diye olumlu  bir görüşmeydi. Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim diye eleştirildim. Legal bir partiyi Başbakanlık’ta kabul ederim dedim. Bu kadar da açık şekilde iyi niyetimi gösterdim. Bunu konuştuktan ve çözüm süreci yasalaştıktan sonra 6 ekimde Suriye’deki olaylar bahane edilerek Türkiye’nin şehirleri kana, ateşe boğuldu, insanlar hayatını kaybetti. O telefon görüşmesi o zaman yapıldı. Sayın Demirtaş’a telefonda bu konuda insanları tahrik eden konuşmalardan kaçının dedim. Öyle bir zaaf ortaya çıktı ki sanki Türkiye’nin belli bir bölgesinde kamu otoritesi devletin elinde değilmiş gibi gösterildi. Bunun sorumlusu ben miyim tabii ki hükümet üyesi olarak başkasının üstüne atmam. Ama çözüm sürecinin kamu düzeni aleyhine bozulduğu bir dönemi devralmıştık. Onun üstüne ilgili kamu güvenlik birimlerini topladık söyledim de çözüm sürecine şans vereceğiz. Sonuna kadar şans vereceğiz.

Ahmet Taşgetiren: Ne dedi sizin uyarınız karşısında Demirtaş?

Ahmet Davutoğlu: Efendim şimdi operasyonu durdurun. Öyle bir talep olur mu? Orada Batman alevler içerinde, kameralardan ben görüyorum. Ve kurban bayramında yapılıyor bu. Şimdi onların bu eylemleri yapma hakkı var, şehirleri kana ateşe boğma hakkı var, devletin kamu düzenini korumak için tedbir almak için hakkı yok öyle mi? Bu gelişmelerden sonra bütün güvenlik birimleri ve çözüm sürecini yürüten arkadaşlarla oturduk dedim ki 2015 Martına kadar çözüm sürecine sahip çıkacağız. Ne yapılması gerekiyorsa yapacağız ama mart ayında silahları bırakmaları şartıyla. Artık bu silahsızlanma yani ta 2013’de verilen bir sözdü eğer çözüm süreci başarıya ulaşmaz ve bu terör eylemlerine benzer 6-8 Ekim olaylarına benzer olaylar yaşanır ve vatanımızın bir köşesinde şehirler ateşe kana bulanırsa bir daha böyle bir kamu düzeni zaafı görmek istemiyorum. Gerekeni yapacaksınız ve hazır olacaksınız. Bu talimatı verdim.

Ahmet Taşgetiren: Dolmabahçe’de bir mutabakat zemini oluşmuştu halbuki.

Ahmet Davutoğlu: Orada silahların bırakılacağına dair bir taahhüt var. Çünkü 2013’de Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak süreci başlattığında Martta biliyorsunuz Öcalan’ın bir mektubu okunmuştu Diyarbakır’da. Ve haziran ayında silahları bırakacaklardı. Türkiye’yi terk edeceklerdi. Bunu yapmadılar. Bunun yapılmasını engelleyen 2013'tür. O anlamda kritik bir yıldır. DEAŞ'in ortaya çıkışı, Mısır darbesi, Türkiye’de gezi olayları, arkasında da 17-25 Aralık olaylarıyla bölgenin ve Türkiye’nin bütün denklemi değişti.

7 Haziran’da seçime giderken seçimin demokratik şartlarda yapılabilmesi için çok mücadele verdik. Gittiğim bütün şehirlerde ortaya çıkan kamu zaaflarını da gördüm ve gerekli talimatları verdim. Bir takım illegal mahkemeler kurulacak, bu illegal mahkemelere insanlar götürülecek hesaba çekilecek, devletin mahkemeleri devre dışı bırakılacak. Bunlara dünyanın hiçbir yerinde müsamaha gösterilmez. 7 Haziran sonrasında ise açık söyleyeyim HDP kanadında tam bir küstahlık hâkim oldu. Nasıl olsa Ak Parti’nin Meclis’te çoğunluğu yok. Kırılgan bir yapıdalar diye. Arka arkaya gelenlere bakın. 11 Temmuz’da PKK açıklaması var, çatışmasızlık dönemi bitmiştir diye. 13 Temmuz’da halkı direnişe çağıran açıklamaları var. Ve HDP bunlara karşı birşey söylemiyor, bu terör çağrılarıyla arasına mesafe koymuyor. Yine de 15 Temmuz’da ben HDP’yi ziyaret ettim. CHP ve MHP’yi ziyaret ettiğim gibi. Ve orada da kendilerine söyledim bakın bu gidiş gidiş değil. Eğer bu hükümetin çoğunluğu yok dolayısıyla biz istediğimizi yaparız diye düşünüyorsanız 6-8 Ekim olayları gibi şeyler yaşatmayı düşünüyorsanız bakın ben bir dakika bile bu ülkede başbakanlık yaparsam onun hakkını veririm ve bir daha bu ülkede kamu düzeninin bozulmasına izin vermem dedim kendilerine. Baktım ki HDP’de  istediğimizi yaparız havası var. 15 Temmuz’da bunu konuştuk. 20 Temmuz’da Suruç saldırısı oldu, 21 Temmuz’da Adıyaman’da bir askerimiz şehit edildi PKK tarafından. 22 Temmuz’da DEAŞ bir askerimizi şehit etti sınırda. 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin şehit edilmesi sonrasında o tarihte terörle mücadele talimatı verdik. Ve o mücadeleye katılan herkes bilir ki talimatım açıktı: Demokratik hukuk devleti içinde mücadele verilecek ve hiçbir sivile zarar verilemeyecek dedim.

DEMİRTAŞ VE ÖNDER BUGÜN RAHATÇA BENİ ELEŞTİRİYORLAR DA, O DÖNEMKİ SORUMSUZLUKLARINI BİR MASAYA YATIRALIM

Yıldıray Oğur: Peki bu tam olarak gerçekleşti mi sizce? 

Ahmet Davutoğlu: Bunu sağlamak için elimizden geleni yaptık. Bir yanda karşınızda hiçbir kural tanımayan bir terör örgütü var, ne yazık ki diğer yanda her şeyi istismar etmeye çalışan bir FETÖ var. Örneğin Cizre’de bir ceset yerde  sürükleniyor bunu videoya çekiyorsunuz ve terörle mücadeleye zarar vermesi için bunu yayıyorsunuz. Derhal soruşturma talimatı verdim ve bunu yapanlar anında açığa alındı.

Burada bir noktayı daha vurgulamam lazım. Bugün o dönemdeki mücadele, büyük oranda HDP’nin gözü ve perspektifi üzerinden söylemselleştiriliyor. Sürekli devletin yürüttüğü mücadeleye mercek tutularak eleştiriye maruz bırakılıyor. Demirtaş ve Önder bugün rahatça beni eleştiriyorlar da, o dönemdeki sorumsuzluklarını bir masaya yatıralım. Ortaya çıkan bilançonun sorumluluğunu üstleniyorlar mı? Kürt çocuklarının Hendek saçmalığı üzerinden göz göre göre ölüme gönderilmesine karşı mı çıktılar, göz mü yumdular? PKK’ya dönüp bu sürreel saçmalıktan vazgeçin diyebildiler mi? Bugün Kürt halkına dönüp, sizi mağdur ettik, görevimizi hakkıyla yerine getiremedik diye özür dilediklerine şahit oldunuz mu?

PKK çözüm sürecini bozmaya yönelik peş peşe açıklamalar yaptığında, çözüm sürecini anlamsızlaştıracak terör saldırılarına hız verdiğinde Demirtaş, bunu eleştirebildi mi? HDP yüksek bir oy aldı, siyasetle bu işi çözebiliriz, terör bunu gölgelemesin dedi mi? Siz buna benzer bir açıklama duydunuz mu?

Yıldıray Oğur: Bir de o dönemde yıkılan Sur ile ilgili “Sur Toledo olacak” açıklamanız kulaklarda kaldı.

Ahmet Davutoğlu: Burada kültür cehaleti ve istismar var. Toledo dünyanın en iyi korunan tarihi şehirlerinden biridir. Onlar Toledo deyince Franco’yu hatırlıyorlar çünkü zihinleri öyle çalışıyor, ben Toledo deyince hayran olduğum tarihin en iyi korunmuş şehrini hatırlıyorum. UNESCO kayıtlarında da örnek şehirlerdendir Toledo. Kastettiğim artık burası bir terör şehri veya güvenliğin olmadığı bir şehir değil, örnek bir kültür hazinesi olacak diye. Diyarbakır’ı benim ne kadar sevdiğimi Diyarbakırlılar bilir. Biz o dönem demokratik hukuk kuralları içinde mücadele etmeye azami gayret sarf ettik. Bu mücadelede MHP bizi yalnız bıraktı, hükümet kurulamadı. HDP kışkırtıcı bir şekilde ülkeyi kaosa sürüklemeye çalıştı. Ve maalesef AK Parti içinden de beni Eylül ayında devirebilmek için imzalar toplandı. Ve ben bu şatlarda ülkede hukuk düzenini korumaya hem de terörle mücadele etmeye çalıştım. Bir başbakan olarak burada hatalarımız eksiğimiz hepimizin olabilir. Ama o dönemde verdiğim mücadeleye millet şahit ve 1 Kasım’da suhuletle yine bir seçime gidilmişse bu o dönemde benimle birlikte bu görevi yürüten arkadaşların gayreti sayesindedir. Bu vesile ile orada şehit olan askerlerimizi polislerimizi rahmetle anıyorum. Her türlü provokasyona rağmen demokrasi sınırları içinde terörle mücadele etmeye çalışan herkesi de tebrik ediyorum. O günkü anlayıştan uzaklaştığınızda, demokrasiyi gerektiğinde rafa kaldırılacak bir lüks olarak gördüğünüzde ne olduğunu görüyoruz. Bugün ülkemizin bir bölümü siyasi hamaset uğruna açıkça düşmanlaştırılıyor. Bu kabul edilemez.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsine aynı şeyi vaat ediyoruz. Onurlu bir hayat, özgürlüklerin ve kamu düzeninin sağlandığı bir hayat, hukuk düzeni.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARININ HEPSİNE AYNI ŞEYİ VAAT EDİYORUZ

Yıldıray Oğur: Aslında parti programında Kürt meselesi adıyla çokça geçiyor ve ileri öneriler yer alıyor. Mesela anadilde eğitim. Yine kayyum atamalarına karşı çıkılıyor, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi savunuluyor. Gelecek Partisi Kürtlere ne vaat ediyor?

Ahmet Davutoğlu: Kürtlere ne vaat ediyor diye başladığınızda baştan Kürtlerin ayrı bir kategori olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti  vatandaşlarının hepsine aynı şeyi vaat ediyoruz. Onurlu bir hayat, özgürlüklerin ve kamu düzeninin sağlandığı bir hayat, hukuk düzeni. Ve gelecekten herkesin emin olacağı bir ekonomik refah düzeyi.

Şimdi bunu sağladığınız zaman onurlu bir hayatın içine insanların kendi kimliklerinden gurur duyarak yaşayacakları, kendi dilinden utanmayacakları bir hayat bunun parçasıdır. Hatta programda bir çoğunuzun belki fark etmediği radikal değişiklik yaptık. Bütün diğer parti programlarına bakın önce devlet çatısı kurulur yani anayasal düzen, yönetim sistemi gibi gider. Biz ilk defa insan odaklı siyaset dedik insan temel hak ve özgürlükleri dedik, sonra eğitimi ve sağlığı insan haklarının parçası olarak adlandırdık. Yunus Emre’nin Türkçesi de Fekiye Teyra’nın Kürtçesi de bizimdir. Dilin korunması insanın korunmasıdır. Anadilin eğitimde ve sosyal hayatta kullanılması ve öğretilmesi. Dünyada tüm Türkler için talep ettiğimiz bir hakkı nasıl kendi vatandaşlarımızdan esirgeriz.

20-01/21/4-1579558341.jpg

ÜÇ YIL ÖNCE CUMHUR İTTİFAKI YOKTU, ÜÇ YIL SONRA OLACAK MI O DA BELLİ DEĞİL

Bizim meselemiz ne anti-Erdoğanizm ne de tek bir kişiyi kutsallaştıran bir sistemde pay alma

Ahmet Taşgetiren: Bir parti doğarken onun Türkiye siyasetinde yarın neye tekabül edeceği konusu da hemen gündeme geliyor. Çünkü yeni sistemde ittifaklar var. Kim kiminle ittifak yapacak. Burada HDP diye bir olgu var. Yüzde 10 oy alıyor. HDP bu ittifaklarda nerede duracak, kim onunla yan yana gelecek meselesi üzerinden siyaset yapılıyor. Karşılıklı yapılan açıklamalardan Gelecek Partisi ile HDP arasında ciddi mesafe olduğu, birlikte bir ittifakta yer almayacakları izlenimi oluşuyor. Gelecek Partisi hangi ittifakta yer alacak?

Ahmet Davutoğlu:. Ben siyasi değerlerin konjonktüre bağlı olarak tanımlanmasını doğru bulmam. Üç yıl önce Cumhur İttifakı yoktu. Üç yıl sonra olacak mı o da belli değil. Parti kurarken hangi ittifak içerinde yer alacağız sorusuyla başlamadık. Neyi savunacağınızı düşünerek başlarsınız. Hatırlarsanız parti daha kurulma aşamasındayken, manifesto yayınladık bazı yorumcular Davutoğlu, Erdoğan’dan taviz alabilmek, yer kapabilmek için bir muhalefet sergiliyor dedi. Şimdi de bazıları “Gelecek Partisi’nin tek hedefi Ak Parti’den yüzde 2-3 koparmak” diyor. Bunu da hakaret kabul ediyorum. Erdoğan’ı devirmek için Millet İttifakı içinde yer alacak deniyor. Bizim meselemiz ne anti-Erdoğanizm ne de nerdeyse tek bir kişiyi kutsallaştıran bir sistemde pay alma meselesi. Biz bu partiyi inşallah 100 sene yaşasın diye kuruyoruz. Yarın Erdoğan da olmayacak ben de olmayacağım. Erdoğan’ı indirmeye dayalı bir siyaset ile parti kurulursa, o parti piyon olur. Burada Gelecek Partisi’nin meselesi bu ülkenin vatandaşlarına onurlu bir hayat sunmaktır.

Elif Çakır: Ama Türkiye’de siyaset öyle bir hal aldı ki iktidarı değiştirmeyi istemek de suç haline geldi. Halbuki muhalefetin amacı iktidara gelmek değil midir?

Ahmet Davutoğlu: Elif Hanım kastettiğim şu; çıkış noktanız bu olmamalı, aksine çıkış noktası ülkenize bir vizyon üretmektir. Ama doğal sonucu siz o vizyonu halka anlatırsanız iktidar olduğunuzda şu andaki iktidar değişecektir. Ama “benim bütün meselem bu iktidarı yıkmak sonra ne gelirse gelsin, kim gelirse gelsin beni ilgilendirmez” diyemezsiniz. Bizim kişilerle meselemiz yok. Türkiye bir krizde, derin bir krizde. Bir yönetim krizinde, bir demokrasi krizinde ve ekonomik krizde. Gelecek Partisi’nde bu ülkenin yetiştirdiği aydın, bilim insanı, iş insanı, vatandaş, kadın, erkek, gençler olarak bu ülkeye kendimizi borçlu hissediyoruz. Arkadaşlarımla birlikte bu borcu yerine getirmek tek derdimiz.

İTTİFAKLARIN KALICI OLDUĞU KANAATİNDE DEĞİLİM. HER PARTİYLE GÖRÜŞÜYORUZ

İttifakların kalıcı olduğu kanaatinde değilim. Her partiyle görüşürüz. İttifaklar seçim yaklaşınca işlevsel olur. O işlevsellik içinde de kim nerde yer alacak bundan o kadar emin olmayın. HDP meselesine gelirsek, halkın oyunu  almış  herkesle görüşürüm. O görüşme o halka, oy verenlere saygının bir gereğidir. Türkiye’nin normalleşmesi gerektiği gibi, HDP’nin de normalleşmesi gerek. Normalleşme çift yönlüdür. Bir; diğer taraflar HDP’yi siyasi parti olarak görmeli. İkincisi HDP kendisinin siyasi parti olduğunu ispatlamalı. Ve kendisiyle terör arasına net çizgi koymalı, ben bir siyasi partiyim bana herhangi bir yerden talimat gelmez ben gereğini yaparım demeli. Bunu diyen HDP ile neden görüşülmesin. Hatta şunu da söyleyeyim, genel merkez biraz yerleştikten sonra bütün partilerden randevu taleplerim olacak. AK Parti’den başlayarak, herkesle konuşacağız. Bize hakaret edenler bir gün hicap duyarlar.