Dün gerçekleşen oturumda söz alan Halkların Demokratik Partisi İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, son günlerde ard arda yaşanan intiharlar, ekonomik sorunlar ve toplumsal kutuplaşma gibi pek çok konuya değinen bir konuşma yaptı.

AKP’ye yönelik sert eleştirilerine AKP Grup Başkanvekilinden çirkin bir yanıt geldi.

AKP Grup Başkanvekili Mehmet Muş Ahmet Şık’a yanıt vermek için çıktığı kürsüde “Meyhaneden arta kalan zamanlarında burada konuşma yapıyor” dedi.

Yanlış uygulamaları eleştiren herkesin iktidar tarafından kriminalize edildiğine dikkat çeken Ahmet Şık’ın konuşmasının tamamı şu şekilde:

Herkese merhaba, bütçe görüşmeleri için söz aldım. Ancak bu konu ile ilgili söyleyeceklerimi kısa tutacağım.

Kayıkçı kavgası deyiminin hikâyesini bilirsiniz. Kavga ediyormuş gibi görünenlerin başına bir şey gelmeyen bu temsilde, tek zarar gören izleyiciler olurmuş. Çünkü yankesiciler bu düzmece kavgayı izleyenleri bir güzel soyarlarmış.

Burada sıklıkla yaşanan kavga/dövüşe bakınca hep bu deyim aklıma geliyor. Çünkü birbirleriyle kavga ediyormuş gibi yapanlar, son kertede “Aynı gemideyiz” ya da “Beka…” diyerek aynı noktada buluşuyor.

Bu sayede yankesicilerin, hırsızların, soyguncuların rahatça çalışmasının koşulları da yaratılmış oluyor.

Siyaset, sermaye ve yandaşlarından oluşan bir avuç azınlığın serveti milyonlarca dar gelirlinin cebine girenin toplamından daha fazla oluyor.

Hukuku şeklen bile koruma gerekliliği duymayanlar, itiraz eden herkesi sindirmek için bu soygun düzeninin zulmünü her seferinde gözümüze sokuyorlar.

Bir yanda kendi çocuklarına tek taş yüzük takan bir görgüsüzlük, öte yanda ölen çocuklar.

Çocuklarımız açlıktan ölüyor.

Çorlu’da tren katliamında ölüyor.

Denizde ya da nehirde boğularak ölüyor.

Suruç’ta, Ankara Garı önünde bombalanarak ölüyor.

Savaşta ölüyor.

Çocuk işçi iken ya da çaresizlikten siyanürlü intiharlarda ölüyor.

Hâl bu iken; bütçe, hukuk, kanun, mevzuat demek anlamsız.

Hukuk devleti olmak bir yana kanun devleti olmaktan bile çıkılmışken doğru olan meşruiyetinizin sorgulanmasıdır.

Eğer hakikati konuşmuyorsak, söyleyeceklerimizle hakikati gizleyenlerin rehinelerine dönüşürüz.

Çünkü Nietzche’nin dediği gibi, “Konuşulmayan tüm gerçekler zehirler”.

Dolayısıyla bu kürsüde bütçe ile ilgili laf kalabalığına değil hakikati konuşmaya ihtiyaç var.

Gerçek şu: Devletin kaynaklarını sermayeye, siyasetten semiren bir avuç azınlığa ve savaşa peşkeş çeken hiçbir bütçe halk yararına değildir.

Hakikati size her söylediğimizde kolayca “vatan haini, bölücü, terörist, FETÖ’cü, kalleş, devlet düşmanı” diye yaftalıyorsunuz. Sadece bize de değil eski Cumhurbaşkanınızdan, başbakanınıza, bakanlarınıza kadar her kim ki ne olduğunuzu söylüyor, hakaretleriniz hazırda bekliyor.

Pelikan Çetesine ve istihdam ettikleri trollere değil, geç de olsa konuşmaya başlayan devrik yöneticilerinize kulak verin ki sıra size geldiğinde etrafınızda sesini çıkaracak olanlar bulunsun.

Bilin ki o gün geldiğinde de bugün olduğu gibi “beka tehlikesinden” bahsedenler çıkacak.

Bir beka tehlikesi olduğu doğru. Ama o tehlikeyi yaratan bizzat sizsiniz.

Bir kişinin bekasını bütün ülkenin, 80 milyonun bekasının üzerine koyarak yapıyorsunuz.

Bizim derdimiz birilerinin değil halkın bekası, sizi asıl korkutan da bu.

Korkmakta haklısınız.

Çünkü bugün kalabalık, güçlü ve kazanan olduğunuzu düşünen sizler, gelecekte bugünün karanlığının utancı olarak yerinizi alacaksınız.

Çünkü, doğru diye gösterilenin içindeki yanlışı, yanlış denilenlerin içindeki doğruyu görenlerin hiç de az olmadığını, geleceğin bizlerle var olacağını siz de bizler kadar biliyorsunuz.

Doğruluğa, iyiliğe, hakikate davet eden sözlerimiz bu soygun ve hırsızlık düzenini sürdürmek isteyenlere bir etkide bulunmayacak.

O nedenle konuşmamın bundan sonrasında söyleyeceklerim sevgili halkımız için.

Görünüşe göre çok dindar, ağızlarından Allah’ın adını düşürmeyen bir iktidar var.

İşte bu iktidar döneminde besmeleyle alınan rüşvet paralarının dualarla sayıldığına, hatta fetvalarla rüşvetçilere sahip çıkıldığına tanık olduk.

Eski iktidar ve suç ortakları yayınca herkes duydu. Buna rağmen son vermediler.

Doymak bilmez açlıklarıyla her türden kirli işleri çevirenler, bir avuç sermayedarın daha da zengin edildiği, komisyonları ödenmiş ihaleler ve hortumlamalarla Cumhuriyet tarihinin en büyük soygun çarkını döndürmeye devam ettiriyorlar.

Kurdukları suç düzenini sürdürmek için kutsal saydıklarınızı kirletmekten çekinmeyen, yetim hakkı çalanlardan razı mısınız?

Altın için dağları delik deşik ediyor, ormanları yok edip zeytinlikleri kesiyorlar. Termik santraller için yaylaları talan ediyor; HES’ler için dereleri ve ırmakları, define için adı Dipsiz olan gölü bile kurutuyorlar. Parkları AVM’ler için yok edip, rant tapınakları uğruna şehirleri betondan mezarlıklara çeviriyorlar. Memlekette ne güzellik varsa bozmaya ahdedenler devleti yağmalayıp, ülkeyi talan ediyorlar.

Bunlarla saf tutmaya devam mı edeceksiniz?

Sömürüyle, yolsuzlukla, hırsızlıkla büyütülen yoksulluk ve yoksunluk nedeniyle ölmeyi tercih edenlerin, çocukları ısınsın diye saç kurutma makinesini açtıktan sonra intihar eden annenin sorunlarını ortadan kaldırmak isteyenlerin mi yanındasınız?

Sosyal yardımları, yoksulları siyasi rehine haline dönüştürmek için kullanarak insanları ölüme sürükleyenlerin mi?

Emek sömürüsüyle zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul kılındığı bu örgütlü soygun düzeniyle işçilerin kaza denilen cinayetlerle katledilmesine, çocukların yetim bırakılmasına karşı mısınız?

Yoksa madenleri, fabrikaları, inşaatları ölüm kuyularına çevirip “fıtrat” diyen sorumlulardan olmaya devam mı edeceksiniz?

Ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmenlerden, işsiz bırakılan ya da mesleklerini yapamayan gençlerden, öğrencilerinden uzaklaştırılan barış bildirisi imzacısı akademisyenlerden, “Ağaç kabuğu yesinler” denilerek gece yarısı kararnameleriyle kamudan çıkarılanların hakkından mı yanasınız?

Kayırmacılıkla kendilerinden olanları ve biat edenleri işe yerleştirerek devletin imkânlarını sömürenlerden mi?

İktidar sahiplerinin ne olduklarını ve yaptıklarını anlatan gazeteciler zindanlara atıyor.

İktidarlarına borazan olanların da gazeteci olduklarına inanmanızı istiyor.

Yalanı gerçekmiş gibi göstermeyi gazetecilik diye yutturmaya çalışan, her türlü insani ve etik değerden uzak tetikçilerin mi, yoksa her ne pahasına olursa olsun hakikati söyleyen ve bu yüzden hapsedilenlerin mi gazeteci olduğuna inanacaksınız?

Halkın seçtiği temsilcilerinin yerine kayyım atanması ve hapsedilmelerine sessiz kalanlar için yarın bu hukuksuzluk norm haline geldiğinde çok geç olacak.

Bir yandan “seçmen iradesi” diye lafazanlık yapıp öte yandan o iradeyi gösterenlerin temsilcilerini “terörist” diyerek hapsedenlerden mi, yoksa Kürtlerin de kendisiyle eşit yurttaş olduğunu söylemeye devam edenlerden mi yanasınız?

Siyasal iktidarın ve isteklerini emir kabul eden yargının suç ortaklığıyla hapse atılan; Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Adnan Selçuk Mızraklı’nın, Gültan Kışanak’ın, Osman Kavala’nın, Ahmet Altan’ın, hasta mahkûmların ve adları bilinmeyen masumların hukuk, adalet, hak, barış, eşitlik isteyenlerin dilindeki ısrara mı yoksa özgürlükleri gasp edenlerin suçuna mı ortak olacaksınız?

Meslek ahlakını menfaatlerine çiğneten, iktidarın tetikçisi haline dönüşmüş; hak, adalet, vicdan ve liyakatten yoksun hâkim/savcıların işgal ettiği bir yargının mı, yoksa evrensel hukuk normlarını kendisine rehber edinen hâkim/savcıların bulunduğu bir yargının mı adaletli olacağına inanıyorsunuz?

Adaletin mezar kazıcısı haline dönüşen yargının eline düşmemek için Ege’nin, Meriç’in karanlık sularına düşerek ölmeye mecbur bırakılan çocukların, cesedi buzlukta bekletilen Cemile’nin, kendi evinde polis kurşunuyla can veren Dilek Doğan’ın acısına mı ortaksınız yoksa gözyaşı döktürenlerin cinayetlerine mi?

Kapıları işaretlenen Alevilerden; katledilen ya da yurt diye belledikleri topraklardan kovulan, geride kalanların sadece küfür etmek için anıldığı Ermeni, Yahudi ve Rumlardan; evlerinin camları kırılıp ibadethaneleri tahrip edilen Hristiyan ve Süryanilerden ezcümle bu ülkenin yurttaşı oldukları halde her daim korkuyla yaşamaya mecbur bırakılanlardan yana mı, yoksa “Tek tek tek…” diyerek bu çoğulculuğu ortadan kaldırmaya çalışanlardan mı yanasınız?

Ali İsmail Korkmaz’ın, Ethem Sarısülük’ün düşlerini kurduğu özgür dünyadan mı yoksa katillerinden ve savunucularından mı yanasınız? Berkin Elvan’ın çocuk olduğunu bilenlerden mi yanasınız, yoksa “Emri ben verdim” deyip acılı annesini yuhalatanlardan mı?

Gözaltında kaybedilen çocuklarının bir mezarı olsun, failler yargılansın isteyen Cumartesi Annelerinden mi yanasınız, yoksa çocukları kaybeden işkencecilerden mi?

Varlığını dökülen kandan, yoksul çocuklarının toprağa düşen bedenlerinden alan ve kurulu düzenin devam etmesi için savaş çıkartan ya da savaşmaya devam edenlerden mi yoksa barış demekte ısrar edenlerden mi yanasınız?

Roboski’de savaş uçaklarının bedenlerini parçaladığı köylülerden, oyuncak götürürken bombalanan Suruç’taki gençlerden, Ankara Garı önündeki can pazarının kurbanlarından, işe ya da okula giderken, görevi başındayken ya da evine dönerken şunun ya da bunun adına patlatılan bombalarla öldürülenlerden mi yanasınız? Yoksa bu katliamların emirlerini verenlerden, şiddetin sonlanmasını istemeyenlerden yana mı?

Siyasal iktidarın destekçisi, aktörü, finansörü ve kışkırtıcısı olduğu ülkelerindeki iç savaştan kaçıp sığınan Suriyelileri kovmak isteyen ırkçılardan mı yanasınız? Yoksa siyasal iktidarın, insanları sürgünde yaşamaya mecbur bırakan bu savaştaki rolünü sorgulayanlardan yana mı?

Her gün katledilen, tacize, tecavüze uğrayan kadınların, LGBTİ bireylerin faili olan eril zihniyetle mücadele etmekten yana mısınız?

Yoksa “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Kadına şiddet abartılıyor”, “Kadın iffetli olacak. Kahkaha atmayacak” diyerek katillerin ellerindeki bıçak, ateş ettiği silah olanlardan yana mı?

Bir insanın haysiyetli olup olmadığı menfaatleri ile prensipleri arasında tercih yapmak zorunda kaldığında anlaşılır.

Dolayısıyla insanın ne olup olmadığı ya da ne olup olmayacağı, yaptığı ya da yapmadığı tercihlerinin toplamından ibaret.

Evet seçtiklerimiz ve seçmediklerimizin toplamıyız ve bir arada yaşıyoruz.

Bir yanda hak, adalet, eşitlik, özgürlük, barış, hukuk ve demokrasi öte yanda savaşla beslenen bir zulüm ve soygun düzeni.

Herkes kendi seçimini yaptı, yapıyor. Nasıl ve neye sahip olarak yaşadığımızı ya da yaşayacağımızı belirleyen bu tercihlerimiz olacak.

Karar sizin.