Neden Pencere? Herşeyden önce içerden dışarısını gözlemlemek, penceresiz olmuyor. Pencere insanın kendi iç dünyasından bir an içinde olsa kopup, dış dünyayı bir gözlemci olarak analiz etmesini sağlıyor. İnsan içerden dışarıyı analiz etmeye başladığında kendisi içinde sonuçlar çıkarmaya çalışır, kendini yeniden süzgeçten geçirir ve iç dünyasının mahkumu olmaktan kurtarır.


Dışardan olaylara baktıkça, gelişmeleri daha net görebiliyor insan. Birçok insan olayların içindeyken, hatalarını görmüyor, gelişmelerin akisine, tıpkı Munzur'un, Fırat'ın, Kızılırmak’ın  ve Meriç’in sularına kapılmış bir kedi yavrusu gibi suların o hızlı akışı içinde sürüklenip gidiyor.

Giderek küreselleşen dünyamızda siyasal gelişmelerden bazen o kadar uzaklaşıyoruz ki hayatın seyri içinde kendimize zaman ayırıp, özeleştiri yapamıyoruz…kendi kendimizi analize etmekten tamamen uzaklaşıyoruz.

Bazen bir dostun eleştirileri bize bir çuvaldızın batışı gibi acı veriyor. Acılara rağmen egomuz gerçekleri görmemizin önüne bir perde çekip, pancereden dışarıyı görmemizi engeliyor.

Türkiye‘de ki siyasal ve toplumsal gelişmelerde o kadar hızlı gelişiyor ki, o gelişmelerin içinde yer alan bir çok kişi ve kuruluş, gelişmelere ayak uydurmaya, suların hızlı akışı içinde boğulmadan yaşamaya çalışıyor…bu hızlı akışın içinde yaşamdan uzaklaşıp agresivleşiyor insan bazen. Agresivleşen insan bulunduğu konum içinde de doğru karar alamıyor, çünkü kendisine hakim değil, ne yaptığını bilmez ve suya düşmüş bir kedi gibi bir an önce kıyıya ulaşmaya çalışır. Durum böyle olunca kurumlara yön veren bu insanlar olduğuna göre, bu insanların yönetiği kurumlarda halkın ve toplumun ihtiyacına uygun politika üretemez duruma gelip,populist çıkışlarla günü kurtarmaya çalışıyorlar…

Bügün Türkiye´nin içinde bulunduğu toplumsal ve sosyal durum büyük bir krizin içinde. Bir kişinin ebedi iktidar hırsı ve totaliter bir sistemde tek adam olma hayali toplumun bütün hücrelerini bir kanser gibi sarmış durumda. Bu hastalıktan kurtulmanın tek yolu toplumsal kurumların yeniden yapılandırılmasının sağlanması,özgürlüklerin anayasal güvenceye alınması ve demokrasinin önünün açılması için toplumu ameliyat masasına yatırıp bir an önce ameliyat etmektir. Özellikle 7 Haziran yenilgisini içerleyemeyen tek adam savaş çığırtkanlığı yaparak toplumu büyük bir felakete sürüklemektedir. Yükselen savaş çığlıklarına karşı barışı savunmak hepimizin ortak sloganı olmalıdır.Herşeye rağmen inadına barış ve özgürlük.

Bugünün penceresinden geleceği aydınca görebilen çok az kişi ve kurum var. Siyasal partiler ve ekonomik kurumlar  - bunların büyük bir kısmı -  günlük ve kısa süreli çıkarlarını gözeterek  Türkiye toplumunun geleceğini karartıyorlar. Sürdürülmek istenen bu kirli savaşın duvarına harç olarak ortak oluyorlar.Dünya tarihine bakıldığında savaşı politikalarının merkezine oturtarak  tek adam olmaya özenmiş hiç bir kişi uzun bir dönem iktidarda kalmamıştır.Hitler ve Mussolini’nin insanlığa geride bıraktıkları miras avrupa ve dünya halkları için toplumsal yıkım olmuştur.Tüm barbarlıklarına rağmen onlarda kendilerinin yaratıkları bu yıkımın altında kalarak, yaratıkları canavarla birlikte yok olmuşlardır.

Gerginleştirilen bir toplumun içinde bulunduğu ruh hali populist çıkışların zemin bulmasına ortam hazırlıyor ve toplumu bir maceranın içine sürüklemeye yetiyor.Türkiyenin bu gün cesur, eleştriden korkmayan, kendisini yenileyebilen, günümüzün penceresinden geleceği aydınca görebilen entellektüel ve uzakgörüşlü kişilere her zamnkinden daha fazla ihtiyacı var.

Türkiye‘nin Türküyle, Kürdüyle, Zazasıyla, Lazıyla, Gürcüsüyle, Ermenisiyle ve Türkiye´nin kültürel zenginliğini oluşturan tüm etnik kimlikleriyle, birlikte yaşamı temel alan ve eşit katılımcılığı, çokkültürlüğü toplumsal yaşamın her alanına indirgeyen yeni bir yapılanmaya, yeni bir toplumsal oluşuma ihtiyacı var.

Türkiye’nin bugünkü siyasal cografyası bu ihtiyacı karşılayacak potansiyele fazlasıyla sahip.Sorun toplumun barıştan ve özgürlükten yana olan tüm bileşenlerini -kurumsal ve bireysel- kucaklayarak, onları bir potada bir araya getirebilen bir oluşumun olmayışı.Son parlemento seçimlerde HDP’ile atılan ileri adımlar, umarım kesintiye uğramaz.

Pencereden dışarıyı gözlüyorum, sokaktan gelen araba sesleri, trafik lambasında karşıya geçmek işin yeşil ışığı bekleyen insanlar beni yeniden çocukluk yıllarıma götürdü. Ve Munzur nehiri halen coşkuyla geleceğe akıyor…

Ve ben gelecekle buluşmak için perdesiz bir pencere açmak istiyorum. Penceremden görebildiklerimi sizlerle zaman zaman paylaşmak istiyorum.Güzel aydınlık bir gelecek için, özgür bir yaşam için merhaba. Gelin binbir dereden akan sular gibi hep birlikte bir nehir olup geleceğe akalım.

Bonn, 12.08.2015