Yoksulluktan geçmek kolay, bırakmak zor varsıllığı

acıdan kaçmak kolay, bırakmak zor tatlıyı

kafamın içinde yandı yanalı bu güzel ışık

sorarım kendikendime: insan neden istemez kurtulmayı -Hasan Hüseyin-

***

Canlı-cansız bütün variyetiyle tüketiyorlar-tüketmekteler bütün gezegeni. Önceki gün dünyanın dörtbir yanında, milyonlarca gencin tertemiz yürekleriyle bağırdıkları gibi: “Bu gezegenin bize ihtiyacı var!”

“Kafamızda komplo teorileri mi üretmeye başladık?” diye soruyorum sık sık kendime. Yok! Komplo teorisi olmasa gerek bütün bunlar!

Şu iki gün içerisinde, Dersim’in “Palavra Meydanı” diye anılan meydan hikâyelerini aratmayacak şeyler yaşandı “politik arena”da. Hem de jet hızıyla. Tam da Newroz Kutlamaları’nın yapılacağı günün arefesinde!

Ve sadece Türkiye’de değil, buralarda da...

***

İstanbul Sözleşmesi’nin tek taraflı, hukuki olmayan feshi!

Diyarbakır sınırlarının küt diye Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle değiştirilmesi!

HDP Milletvekilleri’nin patır patır gözaltına alınması ve nihayetinde vekilliklerinin küt diye düşürülmesi.

İHD’lerin çatılarına kadar kepçe atılması.

Ve sayfalara sığamayacak kadar çok şey...

Bunlar oralarda olanlar!

***

Buralarda olanlara bir bakalım.

Radyosu-gazetesi-televizyonu; tüm medya İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’deki tek taraflı feshini ve Kürt Milletvekilleri’nin gözaltına alınmalarını-vekilliklerinin düşürülmesini gündeminin birinci sırasına yerleştiriverdi.

Yanısıra, 20 Mart sabahına; ‘Korona uygulamalarına karşı isyan’ bayraklarının açıldığı haberleriyle uyanıldı. Tam Newroz Kutlamaları’nın yapılacağı gün!

Hemen ardından Almanya’da: “Pandemi sebebiyle, yürüyüşlerde-mitinglerde 6000 kişilik katılım sınırlaması” ve kamuya açık yerlerin nasıl işlevlendirilebileceğine ilişkin yeni kararnameler tartışılmaya başlandı.

19 Mart’ta gerçekleştirilen Dünya İklim Protestoları’nda dile getirilen:

Şubat ayından itibaren belirginleşen atom silahları yeni anlaşmalarının-kullanımının durdurulması talebine ses çıkarılmadı.

Sosyal-Politik Bilimler alanında çalışan akademisyenlerin: “Avrupa artık dünyanın merkezi rolünü oynamaktan vazgeçsin. Başka ülkelere savaş, kendimize demokrasi ihraç etme taklidi yaptığımız asır geride kaldı” yönlü açıklamalarına ses çıkarılmadı.

Plastik torba kullanımını olabildiğince asgariye indirme kampanyası yürütenlerin; günde tüketilen milyonlarca maskenin denizlere atılmasını neden engellemedikleri sorusuna ses çıkarılmadı.

Aldi gibi, bilinen marketler önünde protestolar gerçekleştiren yerel tarım üreticilerinin; “Açız. Artık resmen açız. Ürünlerimize kota konuluyor...” yönlü yaptıkları sayfalarca açıklamaya-taleplere ses çıkarılmadı.

İlerici doktorların; “Fabrikalarda taşeron firmalara sağlanan sınırsızlık ve işçilerin deney hayvanı haline getirildiği” yönlü çığlıklarına ve bu döngünün durdurulması taleplerine ses çıkarılmadı.

Bir ormanın yokedilmesine karşı çıkan gençlerin; neden hapsedildikleri sorusuna ses çıkarılmadı.

Bu çığlıkların hiçbirine yanıt verilmedi-verilmeyecek!

Peki nelere yanıt veriyorlar, hangi gündemleri masalardan indirmiyorlar:

Pandemi sürecinde dijital dünya patentlerinin rekabeti.

Pandemi sürecinde aşı patentlerinden hangisinin daha büyük bir pazar bulacağı.

Irkçılığın-ayrımcılığın sürekli arttığı, ancak kasalarında bu projelere ayırabilecekleri bir ödenek olmadığı; güvenlik-polisiye önlemlerine ağırlık vermekten başka çarelerinin kalmadığı.

Aile içi şiddet, bu şiddet sonucu öldürülen kadınların sayısındaki artış, çocuklara yönelik cinsel istismardaki artış oranı, gençlerin çok yaygın bir şekilde uyuşturucu kullanımı!!!!

Bu sorular da; tabi ki Almanya gibi bir ülkede, hangi projelerin planlandığı ve buna ne kadar ödenek ayrıldığı gibi cevapların dışında bir çerçeveye taşamadı.

***

Küçümsenemeyecek milatlar yaşıyoruz bu pandemi döneminde. Takibedebildiklerimiz ise, kesinlikle tamamı değil. Sadece bizi bilgilendirdikleri kadarı!

Hayatta kalabilirsek ve pandeminin atlatıldığı bir dönemi kucaklayabilirsek; bu milatlar birer balyoz gibi ağırca iniverecek önümüze.

Bu balyozların başımıza patlayışı, Avrupa ülkelerindeki meta-insan denen canlıyı daha da fazla rehabilite etme kulvarına akıtılmakta.

Türkiye gibi ülkelerde ise; buralarda hayal dahi edemeyeceğimiz şeyler gerçekleştirilmekte.

Kelepçeli ev hapsinde bulunan genç kadınlar; 8 Mart’ta ve Newroz’da, kelepçelerini kırıp, bir de kendilerini ihbar ederek sokaklara koşmakta.

İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan kadınların karşısına bu sefer, kadın polis barikatları dikilmekte; “Dostlar pazarda görsün” misali. Can kadınlar gümbür gümbür gelerek, kadın polis kortejlerini yırtıp ilerlemekte.

“Bıçak kemiğe dayandığında” denir ya; bunu gösteren sayısız manzaraya tanıklık etmekte o topraklar! Yine-yeniden ve hep daha ağır-sancılı!

***

Bu Palavra Meydanı’ndan, bıçak kemiğine dayanan halklar; belki yenilerek, ama hep direnerek çıkacaklar. Bu kesin!!!

Peki bizler, buralarda yaşayanlar!!! Bu çok büyük bir soru işareti...

Milyonlarca gencin tertemiz yürekleriyle bağırdıkları gibi, gerçekten: “Bu gezegenin bize ihtiyacı var!”

Ve işte bu yüzden; bu soruyu kendimize yöneltmekten, sürekli aynaya bakmaktan vazgeçmememiz umuduyla...