Sevgili okuyucular,

Toplumsal gerçekliğimizi mercek altına almak, içinden geçtiğimiz süreci analiz etmek, her zaman biraz daha ivme kazanarak gündemimize oturmaktadır.

Türkiye toplumu sürekli olarak, kendi özgürlüğünü önemsemeyen, sadece günü kurtarma, kendi egosunu tatminini esas alan, bir sadaka toplumu olarak yaşamını ikame etme çabasındadır.

Toplumsal gerçekliğimizin, bu şekillenmesinde tabiî ki, Türkiye cumhuriyeti devletinin, mevcut AKP devletinin topluma bakış açısı ve mevcut sistemi, gasp ettikleri iktidar koltuğunu koruma ve kollama gerçekliği yattığını biliyoruz.

Bu vb. konuları bir makale ile detaylarıyla açığa çıkarıp yazmak mümkün olmayacaktır. Ama bir nebzede olsa, soru işareti bırakmak, tartışma ortamı yaratmak benim için önemli bir adım olacağı kanaatindeyim.

Yandaş olmayan, saray’dan beslenmeyen, mevcut AKP devletinin, ‘imkânlarından’ nemalanmayan, kalemlerin, makale yazarlarının, ortak noktaları genellikle, AKP iktidarının, sadaka toplumu, bilinmeyenlikler toplumu yarattığı gerçekliğidir.

AKP iktidar, devletinin bu konudaki, ’günahı’ yarattığı travma, İslam dinini referans alarak toplumu kendi sorunlarından uzaklaştırma, sömürüle bilen, sessizler yığını haline getirdiği gerçeği tartışmasızdır.

AKP iktidarı ile birlikte, genel, toplumda, yozlaşma, kendi sorunlarına lakayt davranma, yolsuzluk, hırsızlık, uyuşturucu, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma, kamu malını talan, farklı inanç ve etnik kökenler arsında kamplaşma önemli derecede ivme kazanmıştır.

Ama AKP devletinin, kötülüklerin anası olduğu gerçeğinin altını kalın harflerle çizdikten sonra; ama Türkiye toplumunun hiç mi, ‘günahı’ yok? Toplumsal gerçekliğimiz, yapılanmamız, ilişkilerimiz, pürü pak mı?

Komşuda yangın olunca, sessizliğini koruyan, seyirci kalan, bana dokunmayan yılan, ‘bin yaşasın’ diyen, bir toplumsal gerçekliğimizi inkâr edebilir miyiz? 1978 Maraş katliamında, kapı komşusunu, en yakın arkadaşını, katletme, malını mülkünü yağmalama girişiminde bulunanları, yok sayabilir miyiz?

2 Temmuz 1993 Sivas katliamında, insanı diri-diri yakanların ve vahşi katliam karşısında, katliamı, ‘alkışlayan’ ‘sloganlar atarak’ destek veren, seyirci kalıp izleyen, vicdanını (ki varsa) kiraya vermiş ve kaybeden yığınlar sorumluktan kaçabilirler mi? Bugün, Kobane’de, Suriye, Irak coğrafyasında, IŞİD çetelerinin, vahşi katliamları karşısında, toplumsal duyarlılığın, sadece belli kesim tarafından kabul görmesi, tesadüf müdür?

Yoksa Türkiye toplumu, çoook, özgürlük düşkünü, kendi kararlarını özgür iradesi ile verme uğraşında olan, demokratik bir toplumu talep eden, bir toplum mudur acaba?

Öyleyse, Türkiye toplumunun % 80’i, neden özgürlük düşmanı partilere, oy veriyorlar. Bu gerçekliği sadece, iktidarların kötü niyeti ile açıklamak, biraz toplumsal gerçekliğimize yabancı olduğumuz anlamına gelmez mi?Özgürlüğe aşık olmayan, özgürlük için bedel ödemeye hazır olmayan toplumsal güçler, elde ettikleri veya kendilerine, ‘bağışlanan’ özgürlükleri, sahiplenemez ve savunamazlar. Kadirini, kıymetini bilemezler.

Türkiye toplumu, Aziz Nesin’in, deyimiyle, özgürlüğü elinin tersi ile iteleyen, ‘’ % 60 aptallardan oluşan’’ bir zümreden oluşmaktadır.

Eğer böyle olmasaydı, kamuoyu yoklamalarında, toplumun % 85’nin, AKP iktidarının, 17 - 25 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sorumlu olduğuna, ‘inandıklarını’ açıklayacaklar. Ama hala, yolsuzluğun, rüşvetin, kamu mallarını talan etmenin keyif ini süren, AKP iktidarına oy vererek, taçlandıracaklar.

Özgürlüğe susayan, özgürleşmek için çaba harcayan bir toplum, kömür, makarna, çay şekeri, un için, kimliğini, geleceğini, düşlerini kiraya vererek, ‘hiçlik’ dünyasında yaşamaz!

Türkiye toplumsal gerçekliğinde, Türkiye cumhuriyetinin kuruluşu ile birlikte hedeflenen, yukarda kısaca ifade ettiğimiz toplumsal yapılanmanın yaratılması vardı. Türkiye cumhuriyetini oluşturan, ona ‘kan veren’ yaşatan, hâkim güçlerin, hedefledikleri, yarattıkları toplumsal gerçekliğimiz, maalesef budur.

Son yıllarda, AKP devletinin yarattığı ortamdan, vahşetten rahatsız olan güçler, kalemler, makale yazarları, sorumluluğu sadece, AKP devletinin sırtına yıkarak, toplumsal gerçekliğimizden kaçınmaya çalışmaktadırlar. Türkiye cumhuriyeti, kurucu felsefesi olan Kemalizm’in, bu felsefeye uygun davranarak, Türkiye cumhuriyetini yöneten İktidarların geldiği aşama budur.

Sorgulanması gerek, iflas etmiş Kemalist devlet anlayışının perişanlığıdır. Bugün toplumumuz, özgürlüğe bu kadar yabancı ise, burada Kemalist devlet anlayışının önemli sorumluluğu bulunmaktadır.

Bunun bariz örneği, askeri darbeler döneminde, özelikle de, 12 Eylül askeri faşist iktidarları döneminde, 12 Eylül çete reislerine, Kenan Evren’lere, Tahsin Şahinkaya’lara, Haydar Saltuk’lara, Veli Küçük’lere, Arif Doağn’lara, ‘methiye’ düzenler. Bu çeteler için, ‘en büyük kemalist’ oldukları için övgü düzenler.

Bu haydutların, iplikleri piyasaya çıktığında, bu çetelere uzak durmaya ve Kemalist kimliklerini, hasıraltı edilme uğraşına giriştiler. Ülkemizin, aydınları, demokrasi bileşenleri, özgürlük âşıkları, toplumsal güçlerin körelmesinde, bugünlere sürüklenmesinde, Türkiye cumhuriyeti devleti, Kemalist devlet felsefesinin oynadığı rol önemsenmelidir.

Gerçek özgürlük, toplumsal güçlerimizin talepleri ve özlemleri haline gelebilmesi için, Osmanlının çağ dışı zihniyeti ile hesaplaşırken, Kemalist felsefe ve toplum mühendisliği ile de, hesaplaşmayı ihmal etmemelidir. Özgür toplum, yeni toplum yaratmak ancak, toplumu dönüştürmek amacıyla atılacak girişimlerle mümkündür.

Öyleyse, özgür toplum yaratma mücadelesinde, önde gidenlere, aşk ola!

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere,

02 Kasım 2014

Twitter: AliekberP

Facebook: aliekberpektas