Aldığı nefeste, yediği ekmektedir ki tutsaklığı; asırlar boyunca durmadan, dinmeden, tükenmeden haykırır insanlık: “ÖZGÜRLÜÜÜÜÜK!!!” diye.

“ÖZGÜRLÜK” kavramı dünyaya gelir gelmez, insanlık tarihindeki çeşitli renklerini de almaya başlar. Bu renkler çoğaldıkça çoğalır... “Kölelerin özgürlüğü”, “ulusal özgürlük”, “toplumsal özgürlük”, ötekileştirilen cinsiyet “kadının özgürlüğü”, “irade özgürlüğü”, “kendi kararını kendin verme ve kararlarına göre hareket edebilme özgürlüğü” vd. gibi bir okyanusta dümen kırıp dururken, yolunu kaybettiği de bulduğu da olur özgürlüğün.

Elle tutulup gözle görülemeyince, insanlığa uzaklaştıkça uzaklaşınca da; şiirlerin mısralarına, sayısız romana-öyküye, şarkıların sözlerine, sanatçıların soyut eserlerine, minicik çocukların dillerine dek yerleşir artık: ÖZGÜRLÜK!

İnsanlığın doğadaki yabani bir canlı varlık olmaktan çıkıpta, “sivilizasyon”; toplumsallaşma-uygarlaşma-devletleşme basamaklarını çıkmaya başlaması, neleri keşfettirmiştir ona. Ve artık düşünebildiğinin-üretebildiğinin farkındadır. Bu ‘uygarlaşma’ sürecidir ki, yöneten-yönetilen ilişkisini-çelişkisini daha da bir çetrefilli hale getirir. Yönetenler, yönetme deneyimlerini ilerlettikçe yetkinleşir. Yönetilenler, yönetilmenin getirdiği zora karşı savunma mekanizmalarını ayarlamaya çalışıp durur.

***

Az değil, binlerce yıllık bu döngüde bilim ve teknolojinin henüz neredeyse hiç gelişmediği asırlarda “özgürlük” hakkında yazılanlar günümüzde okunduğunda; buruk bir tebessüm yapışır yüzümüze. Ne kadar yol katettiğimizi farkederiz insanlık tarihinde. Ancak yazılanlar ne kadar yalındır-samimidir. Ve her şeyden önce artık, insanı insan elinden kurtarmak önemlidir!

Bilim ve teknolojinin görece ilerlediği dönemlerde yazılanlar günümüzde okunduğunda; yine buruk bir tebessüm yapışır yüzümüze. Ne kadar çok yol katedilmiştir! Ne kadar çok şey keşfedilmiştir. Ve her şeyden önce artık, insan elinden kurtulamayacak olan insanın, yani tek başına kurtuluşu-özgürlüğü mümkün olmayan insanın silüeti resmedilmiştir.

Ve ÖZGÜRLÜK’e ilişkin üretilenlerin hiçbiri anlamsız değildir. Nitekim insanlık tarihi; bunların hepsinin damla damla birikerek bir deryaya dönüşebildiği bir asra da tanıklık etmiştir.

***

İnsanlık tarihi maalesef hep kanla yazılmıştır, ülkelerin sınırları hep kanla çizilmiştir; bu tarihler içerisinde savrulan ÖZGÜRLÜK ise ellerdeki bir kırmızı gül olarak cansuyunu arayıp durmaktan usanmamıştır!

Bilim ve teknolojinin hızla ilerleyebildiği zamanlarda ise, yani günümüzde; tarihler boyunca resmedilen özgürlük renkleri, yönetilenlerden çok yine yönetenlerin avuçlarındadır. Para-özel mülkiyet kimlerin elindeyse onlar, adeta; toplumsallaşma sürecine yeni adım atan ilkel, doğaya-kendine ait bilgisi-birikimi olmayan insanlıktan daha da fazla vahşileşmektedir. Varolan teknolojinin faydalarıyla da birlikte, mülkiyeti elinde bulunduran eller-tekeller bir tiyatro sahnesinin koltuklarında otururcasına rehavet içerisinde; asla birbirlerinin değil, gerçekten de yiyecek ekmeği dahi zor bulanların kanlarıyla özgürlüğü boyamaya devam etmektedir. Özgürlük, onların koltukları sallandıkça daha da çok kanla boyanmaktadır...

Dünya dediğimiz koca küre ise, kendisine dahi sınırsız-doyumsuz ve gözü dönmüşçesine zulmeden bu yaratıkları hızla temizlemenin acelesine düşmüştür adeta.

Ve bütün bu sahneler içerisinde, medyanın insana erişim hızı ve toplum üzerindeki jet etkileriyle; üzerine yapıştırılan tüketim amaçlı etiketlere, koca bir tanımsızlığa dönüştürülmeye çalışılmasına isyan etmektedir ÖZGÜRLÜK!

Bedeli ne olursa olsun insanlığı meşakkatli tonlarının peşine takabilen özgürlük artık; “politikleşme” başlıklarıyla inşa edilen depolitizasyon duvarlarının parıltıları altında, algıları şaşırtılmış-kör edilmiş bir insanlık sahnesinde, renklerinin yeniden keşfedilmesini beklemektedir!

Dünya denen bu gezegen, üzerindeki insanlığın nefes almasına izin verdikçe; Aristotalesler’den Markslar’a dek gelen, sonrasına akan özgürlük renkleri bizler için hep hayatın gerçek anlamı olarak kalacaktır. Çünkü tarih, durduramadığımız ve hâlâ oluk oluk akıtılan kanla yazılmaktadır! Çünkü ÖZGÜRLÜK, hâlâ ona cansuyu verenlerin tüketilemediği ve asla tüketilemeyeceği bir kırmızı gül olarak hep canlıdır! Ve bu dünyada insan denen canlı varlığın soyu tükenmedikçe, bedeli ne olursa olsun, illâ ki özgürlüğün meşakkatli tonlarının keşfine çıkanlar olacaktır!

*Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’nin, Nisan-Mayıs-Haziran 2020 tarihli 92. sayısında; Aristotales, Hannah Arendt, Helene von Druskowitz, Mary Wollstonecraft, Simone de Beauvoir, Jean Paul Sartre, Adam Smith ve Marx’tan “Özgürlük Üzerine” makaleler-pasajların çevirileriyle birlikte, bir dosya olarak yayınlanmıştır.

Güney 92. sayısının tamamı; bu sayıya özgü olmak üzere derginin internet adresinden okunabilir.