I. AYRIM: “2015 TAKVİMİ”NDEN!

I.1) TERÖR(İSTLER)

I.2) YOLSUZ

LUK(LAR)

I.3) GÖÇ(MEN)

I.4) “BARIŞ” (MI?)

I.5) MADENCİLER, İŞÇİLER

I.6) IRKÇILIK

I.7) EVRENİST DESPOTİK BASKILAR

I.8) AHLÂK VE DİN

I.9) SEÇİM (Mİ?)

I.10) SURUÇ KATLİAMI (VE SONRASI)

I.11) “ARA SONUÇ”

II. AYRIM: YERKÜRE(MİZ)

II.1) “YDD” HÂLİ

II.2) ZENGİNLİK&YOKSULLUK

II.3) VAHŞET VERİLERİ

III. AYRIM: COĞRAFYAMIZ

III.1) TOPLUM PSİKOLOJİSİ

III.2) İNSAN HAK(SIZLIK)LARI

III.3) EKONOMİ ÇÖKERKEN!

III.3.1) GENEL HÂL(İMİZ)

III.3.2) YOKSULLUK

III.3.3) BORÇ(LANMA)

III.3.4) İŞSİZLİK

III.3.5) VE İSRAF İLE TALAN

IV. AYRIM: “NE”Yİ, “NASIL” YAPMALI?

ÖNCESİ VE SONRASIYLA SÜREKLİLİK İÇİNDE KOPUŞ: 2015’İN “BUGÜN”Ü[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Savrulup duran bir zaman diliminde

sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler

ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı

hayatı savunabilecek kadar güçlüdür.”[1]

“… ‘Haziran’dan Sonra OHAL’den Önce: 2015’ adında bir çalışma yapıyorum. Çerçevesi adından anlaşılıyor zaten…

1968, 1980, 2000 gibi 2015 yılının da kendinden sonraki yıllara referans olan bir yıl olduğunu düşünüyorum. O yılda yaşananlara bakınca, mutlaka bir yerlerde kayıtlı kalmalı…

2015 yılından sonrasını tutsak olarak hapishanelerde geçirdim. 2020 yılı Nisan ayında kanser nedeniyle tahliye edildim. O günden bu yana ev hapsindeyim,” diyor ve soruyor Umut Şener:

“1) 2015 yılı bir aydın olarak sizin için ne ifade ediyor?

2) Bugün yaşadığımız ekonomik, sosyal, siyasal olaylardan hangileri sizce 2015’in izlerini taşıyor?”

Bize Angela Davis’in, “Ben, hapishanenin olmadığı bir toplumun gelecekte bir ihtimal olabileceğini ama bunun ancak itici gücün, kâr değil insanın ihtiyaçları olduğu, dönüşmüş bir toplumda mümkün olabileceğini düşünüyorum. Günümüzde hapishanenin ortadan kaldırılmasının ütopik bir fikir gibi görünmesinin sebebi, tam da hapishane fikrinin ve onu destekleyen ideolojilerin çağdaş dünyamızda bu denli derinden kök salmış olmasıdır,” sözlerini anımsatan sevgili Umut ister de olmaz mı? Elbette…

Kardeşimizi Ankara’dan tanırız; O biz(ler)e Marie-Henri Beyle/ Stendhal’ın, “Bizi yöneten canavarların yapamayacakları ne var ki?” sorusu eşliğinde; Fyodor Dostoyevski’nin, “Yemin ederim size baylar, her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır; hem de tümüyle gerçek bir hastalık. Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir…”[2]

Samed Behrengi’nin, “Hayat gerçekten bir avuç yerde durmadan dönüp durmak, sonra da yaşlanıp ölüp gitmek mi yoksa bu dünyada başka türlü yaşamak da mümkün mü?”[3]

Lev Tolstoy’un, “Sadece kitap okumak yetmez; meydan okumayı da bilmeli insan. Kendine, dünyaya, hayata...”

Ignazio Silone’nin, “Özgürlük; otoriteye ‘Hayır’ diyebilme gücüdür…”

“Jiyana rojekîye bi rûmet, ji jiyana salaye bi koletî çêtire/ Bir günlük onurlu yaşam, yıllarca boyun eğip kölece yaşamaktan iyidir,” diyen Kürt savsözünü…

Hermann Hesse’nin, “İnsan düşüncelerinde ve yaptıklarında ciddiyse, o gerçek bir azizdir…”

Jean Paul Sartre’ın, “İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe insan değildir…”

Nâzım Hikmet’in, “Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil/ İnsan gibi yaşamalıyız dersin/ büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi/ yakalanmak, hapse girmek hürriyetinle hürsün…”

Émile Zola’nın, “Bir kişiye karşı yapılmış haksızlık, bütün insanlığa karşı yapılmış haksızlık demektir…”

George Orwell’in,  “Deli dedikleri şey, tek kişilik bir azınlıktı belki de… İnsanın azınlıkta olması, tek kişilik bir azınlık olması bile, deli olduğu anlamına gelmiyordu,”[4] sözlerini anımsatır.

O; “Görmek fark etmektir; farkı açığa çıkarmak ve dönüşmektir” diyen 11. Tez’cilerdendir ve dedik ya, kardeşimizdir.

Tekrarlayalım: Sevgili Umut ister de olmaz mı? Elbette, ancak birkaç şeyin altını çizmemiz gerekiyor: 2015’in, 1968, 1980 gibi bir “milat” olduğunu düşünmüyoruz. Karl Marx’ın 1852’de, “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar,” sözleriyle ifade ettiği üzere, tarihin süreklilik içinde bir kopuş olduğu kanısındayız.

Böylesi bir kavrayışla 2015 dünyası ve Türkiye’sinden bugüne mülhem şeylerden söz etmek mümkün ve elbette gerekli…

I. AYRIM: “2015 TAKVİMİ”NDEN!

“Yaşama sevgi beslemeyen varlık,

yok olma yoluna girmiş demektir.”[5]

Edip Cansever’in, “Bu düzen size insanlığınızı unutturacak,” dizeleriyle müsemma bir yıldı kapitalizmin 2015’i…

28 Şubat’ta Yaşar Kemal’i, 28 Kasım’da sokak ortasında katledilen Tahir Elçi’yi kaybettik. 9 Mayıs’ta da eski Genelkurmay Başkanı ve 7. Cumhurbaşkanı darbeci Kenan Evren ve 17 Haziran’da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hesap vermekten kurtularak öldüler!

2015 Türkiye’sinde AKP’li Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı, Ahmet Davutoğlu da Başbakan’dı.

İki kez seçim yapıldı 2015’de. İlki Haziran 2015 Genel Seçimleri. İkincisi de kaybedenin “Olmadı, yeniden!” dediği metazori Kasım 2015 Genel Seçimleri idi!

I.1) TERÖR(İSTLER)

“Gerçek her zaman için teröristtir.”[6]

7 Ocak’ta Paris’te Charlie Hebdo’nun merkezine silahlı saldırıda 10 kişi katledildi, 11 kişi yaralandı. El Kaide’nin Yemen kolu saldırıyı üstlendi.

8 Ocak’ta Boko Haram Nijerya’nın kuzeydoğusundaki Baga kentinde gerçekleştirdiği saldırılarda 2 binden fazla kişiyi katletti.

Fikret Başkaya, “Asıl Terör Devlet Terörüdür”;[7] Murat Çakır’ın, “Terör emperyalizmin meşru egemenlik aracıdır,”[8] saptamalarının altını çizip;

Diyanet İşler Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in, Charlie Hebdo saldırısına ilişkin, 12 milyon insan katledildiğinde ses çıkarılmadığını savunarak “Sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını ibretle izlediklerini” söylemesine rağmen;[9] hangi ırk, din, millet, etnik gruptan olursak olalım Paris’teki vahşi saldırıyı lanetlemek zorundayız. Chalie Hebdo saldırısı “Ama” demeden... Hiçbir “bahane” ya da “gerekçeye” sığınmadan lanetlenmelidir. Çünkü o da, bir “Sivas Katliamı”, bir Madımak’tır.

“Hâlâ, ‘İslâm bu değil’, ‘Zaten bu tür örgütleri Batılı güçler üretti’ bahanelerine sığınmak, ortada çok önemli bir sorun olduğunu görmezden gelmenin, örtmenin gerekçesi olmaktan başka bir şey değil”ken;[10] söyleyin; “Gerçek İslâm’ı” kim anlatacak? Boko Haram mı? El Kaide mi? IŞİD mi? Diyanet mi? Cübbeli Ahmet Hoca mı? “Altı yaşında evlenilebilir” diyen Nurettin Yıldız mı? “Kahkaha atmak günahtır” diyen Bülent Arınç mı? “Yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvası veren Hayrettin Karaman mı? Bu “gerçek İslâm’ı” bize anlatacak kim? Çıksın hele ortaya... Görelim kaç “Gerçek İslâm” varmış![11]

Gerçek şu ki; El Kaide, IŞİD, Taliban, Boko Haram, El Nusra gibi insanlık düşmanı İslâmi örgütler kan akıtırken; Müslüman Mahallesi bu gidişata “Bizim Çocuklar” muamelesi çekerek destek veriyor, ya da göz kırpıyordu.[12]

Orhan Kemal Cengiz’in, “Gerçek İslâm hangisi?”;[13] Murat Sevinç’in, “Hiçbiri gerçek Müslüman değilse, gerçeği nerede?”[14] soruları ile Murat Paker’in, “Bir fanatik fantezi olarak ‘gerçek İslâm bu değil’,”[15] saptamasında  “Soru(n) ne Charlie Hebdo ile başlıyor, ne de bitiyor”[16] ve “İyi Müslüman, kötü Müslüman”[17] düalitesini tartışmaya açıyordu ki, bu da “Müslümanların temel açmazı”[18] yani “Aşil Topuğu”nu sergiliyordu!

I.2) YOLSUZLUK(LAR)

“Kötülüğün kazanması için

gereken tek şey, iyilerin

hiçbir şey yapmamasıdır.”[19]

20 Ocak’ta Meclis Genel Kurulu’ndaki oylamada rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına adları karışan dört eski bakan Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar için Yüce Divan kararı çıkmadı. “AK”landılar; “kapitalizm yasal mafya, mafya da yasadışı kapitalizmdir” formülü bir kere daha doğrulandı!

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, “Bu adamlar hiçbir zaman halkı sevmediler. Halk için hiçbir zaman acı çekmediler. Halk için hiçbir şeylerini feda etmediler ama onların hayalleriyle alay ettiler,”[20] sözlerini anımsatan hâle ilişkin ‘Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2014 raporunda Türkiye’nin yolsuzluk algı endeksinde “Türkiye, en büyük puan düşüşü ile beş puan gerileyerek 45 puan alıp 64. sırada yer aldı,”[21] ifadelerini kullandı.

Ernst&Young’ın ‘Global Yolsuzluk Anketi’ne göre de, Türkiye’de yolsuzluk yaşandığını söyleyenlerin oranı yüzde 12’den yüzde 14’e çıktı.[22]

Gerçekten de “Yolsuzluğun dünya haritası”nda[23] önemli bir yeri olan Türkiye’de Jean Jacques Rousseau’nun, “Paradan başka gayesi kalmayan bir hükümetin, yolsuzluğun en dibine vurduğu söylenebilir,” ifadesindeki üzere “Haksız kazanç kapitalizmin mayasıdır”![24]

25 Ocak’ta Yunanistan’da genel seçimi SYRIZA kazandı. “Yeni Yol” diye sunulan “liberal sol”un ne kadar da bilinen reformist açmaz olduğu süreç içinde savunanların suratına bir şamar gibi indi!

14 Şubat’ta Özgecan Aslan Mersin’de tecavüz uğrayıp, katledildi. Ataerkil vahşet iş başındaydı ve 2015’te 283 kadın cinsiyetleri nedeniyle öldürüldü!

I.3) GÖÇ(MEN)

“Başkalarının haklarını korumak,

hayattaki en asil duruştur.”[25]

11 Şubat’ta Libya’dan yola çıkan 200 aşkın göçmeni taşıyan tekne Akdeniz’de battı; göçmenler öl(dürül)düler!

‘Uluslararası Göçmenler Günü’nde uluslararası raporlar göçmenlerin yaşadığı zorlukların artarak devam ettiğini gösteriyor. Akdeniz’de bini aşkın kişi 2020’da “umut yolculuğu”nda ölürken; göçmen kamplarında da koşullar hâlâ kötü ve yetersiz. Bununla beraber yerkürede çeşitli sebeplerle doğdukları ülkeden başka bir ülkeye göç edenlerin sayısı, üç kattan fazla arttı. BM Uluslararası Göç Örgütü (IOM) verilerine göre, 272 milyon göçmen bulunuyor. Dünya genelindeki göçmen nüfusunun yüzde 52’si erkekler, yüzde 48’i ise kadınlardan oluşuyor. Dünya nüfusunun yüzde 3.5’ini oluşturan göçmenlerden 166 milyonu Avrupa ve Asya’da yaşıyor. Bu iki bölge, dünya genelindeki göçmenlerin yüzde 61’ini oluşturuyor;[26] yersiz/ yurtsuz; eşitsizliklerin kurbanı ve geleceği olmayanlar, çokça “insan hak(sızlık)lar”ından söz eden emperyalist-kapitalist talanın kurbanları!

Geçerken ekleyelim: ‘The Guardian’ ile ‘Lost in Europe’ın çalışmasına göre, 2018’den beri Avrupa ülkelerine gelen 18 bin 292 göçmen çocuktan haber alınamıyor. Bu, Avrupa’da 2018’den beri günde yaklaşık 17 çocuğun kaybolduğu anlamına geliyor. Sadece 2020 yılında 13 Avrupa ülkesinde 5 bin 768 çocuk ortadan kayboldu. Üç yılda kaybolan çocukların çoğunun Fas, Cezayir, Eritre, Gine ve Afganistan’dan geldiği belirtildi. Mevcut verilere göre kaybolan çocukların yüzde 90’ı erkek ve yaklaşık altı çocuktan birinin yaşı 15’in altında![27]

UNICEF, 2021’in başında Meksika’dan ABD’ye geçmeye çalışan çocukların sayısının 380’den 3 bin 500’ yükselerek dokuz kat arttığına dikkat çekip, sınırı geçmeye çalışan çocukların çoğunlukla Honduras, Guatemala ve El Salvador gibi yoksul ülkelerden geldiğini belirtti.[28]

17 Şubat’ta gazeteci Nuh Köklü,  Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken camına kar topu isabet eden bir esnaf tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Sanık cinayetten sonra, “Benim 46 raporum var sizi öldürür, elimi kolumu sallayarak ertesi gün çıkarım,” dedi! Evet coğrafyamızda para-militer keyfilik tırmanıştaydı!

19 Şubat’ta Türkiye ile ABD Suriyeli tetikçiler için eğit-donat programı anlaşması imzalandı. Yani emperyalizmin Ortadoğu’daki tetikçiliğine soyunuluyordu her zamanki üzere! Kimler besleniyor, hangi amaçlarla kullanılıyordu!

I.4) “BARIŞ” (MI?)

“Zorbalık karşısında

duyarsız kalan bir toplum

zehirlenmiş demektir.”[29]

28 Şubat 2015’te hükümet yetkilileri ile İmralı-Kandil arasında görüşmeleri yürüten HDP heyeti Dolmabahçe’deki Başbakanlık çalışma ofisinde, çözüm süreci boyunca ilk kez ortak bir açıklama yaptılar.

HDP heyeti adına konuşan Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan’ın, PKK’ya bahar aylarında olağanüstü kongre çağrısı yaptığını duyurdu ve “Öcalan bu kongrede silahlı mücadele yerine demokratik siyasetin yer alması gerektiğini söylüyor,” dedi. 

Abdullah Öcalan İmralı’da HDP heyeti ile gönderdiği açıklamada silah bırakmak için kongre toplanması çağrısında bulundu. Ama İsmail Beşikçi’nin, “TC, Kürtlerin yokluğu üzerine kurulmuştur,”[30] diye tarif ettiği düzlemde bu mümkün müydü?!

HDP Milletvekili Adil Zozani’nin, “Türk bayrağını biz yücelteceğiz”; HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın, “Size Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz”; HDP Milletvekili Pervin Buldan’ın, “Türkiye’yi bölmek kimsenin haddine değildir”; PYD Sözcüsü İlyas Ehmed’in, “Dört parçada da Kürtlerin devlet olmasına karşıyız”; PKK Başkanlık Konseyi’nden Duran Kalkan’ın, “PKK Türk devletinin en demokratik gücüdür”; Abdullah Öcalan’ın, “PKK Türkiye’nin sigortasıdır. Biz varoldukça Barzani Kürdistanı kuramaz,” ifadeleriyle süslenmiş “barış söylenceleri”ne rağmen hayat İsmail Beşikçi (Hoca)’yı doğrulayacaktı.

Siz bakmayın Diyarbakır’ı Kürtçe selamlayan Başbakan Davutoğlu’nun, “Biraz vakit bulsam güzel Kürtçemizi de güzel Türkçemiz kadar öğrenmek istiyorum,” deyip; çözüm sürecinin başarıya ulaşacağı vurgusuyla, “Kobanê’deki her kardeşimin alnından öpüyorum,” demiş olmasına![31]

Veya MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Van’ın Erciş ilçesinde yaşayan akrabalarının törenle BDP’ye katılmış olmasına![32]

“2005’ten beri devlet, PKK’yı dağdan indirmek için Kandil’le bir dizi görüşme yaptı. Devlet adına temasları yürüten ise MİT oldu,”[33] denmesine!

Ya da Murat Karayılan’ın MİT-PKK görüşmesi hakkında, “Görüşmelerde sadece MİT yoktu, devlet-hükümet yetkilileri de vardı. Protokolleri de 10 Mayıs’ta devlet bize getirdi,”[34] demesine!

Ayrıca Norveç’in Oslo kentinde gerçekleştirilen ve daha sonra basına sızan MİT-PKK görüşmelerine ilişkin olarak “MİT ile değil, devletle masaya oturup görüşmeler yaptık,”[35] diye konuşmasına!

Sonra MİT-PKK görüşmeleri hakkında Zübeyir Aydar’ın, PKK-devlet görüşmesi olduğunu savunmuş olmasına![36]

Selahattin Demirtaş’ın, hükümeti temsil eden devlet heyetinin İmralı’nın yanı sıra KCK ile “paralel görüşmeler yürüttüğünü” belirtmesine![37]

Abdullah Öcalan’ın, İmralı Adası’nda yetkililerle görüşmesinde “barış konseyi” kurulması konusunda mutabakata varıldığını iddia edip;[38] “Devlet’in ortaya koyduğu tavrı ‘güvenilir’ bulan Öcalan’ın 4 Temmuz 2011 itibariyle yeni sürecin olumlu sonuçlar doğurabileceği konusunda ikna olmuş”[39] olmasına![40]

“Barış süreci”nin olası durakları, alacağı virajlar liberallerin umduğu/sunduğu gibi değildi!

Kolay mı? Friedrich Engels’in hatırlattığı gibi, toplumsal olaylarda tarafların her biri kendi çıkarları doğrultusunda, güçleri oranında çabalarlarken; tarih de bu çabaların bir bileşkesi olarak ilerlerdi. Ancak çoğu kez ortaya çıkan sonuç(lar), şaşırtır, tarafların hiçbirini tatmin etmezdi.

KCK operasyonları sırasında tutuklanıp, 129 gündür cezaevinde bulunan Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Beykent Üniversitesi’nde “misafir” öğretim görevlisi olması için davet eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisini neden açıkça desteklemediğini anlayamadığını söyleyip; “Keceke’nin ne olduğunu bugün de bilmediğini cezaevinde de öğrenemediğini”[41] dile getirse de bizde de öyle oldu!

28 Şubat’ta solunum güçlüğü ve kalp ritim bozukluğu sebebiyle hastanede tedavi gören edebiyatımızın çınarı ve (anadili Kürtçe konusunda) “Bizim dilimizi kestiniz. Bir milletin dilini kestiğiniz zaman, onu öldürürsünüz,” diyen (İnce Memed’in babası)Yaşar Kemal 92 yaşında hayata gözlerini yumdu.

I.5) MADENCİLER, İŞÇİLER

“Çürümüş bir şey var bu ülkede.”[42]

13 Nisan’da Soma’daki maden katliamının ilk duruşması yapıldı. 2021’de hâlâ devam ederken içerideki tek tutuklu ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı!

Soma -sorumlusunun “kâr, her zaman daha çok kâr” peşindeki burjuvazi olduğu- bir işçi katliamıydı.

13 Mayıs 2014’te, Manisa’nın Soma ilçesindeki bir kömür madeninde yaşanan faciada 301 işçi hayatını kaybetti. Raporlar, haberler yaşanan büyük felakete kaza deyip geçmenin mümkün olmadığını ortaya koydu. Kâr marjına insan kurban edilen, işçinin taşeron taşeron dayıbaşı dayıbaşı sömürüldüğü sistem, emniyetlerine zerre kadar önem vermemişti. Yalandan denetlemeler, dümenden uyarılar derken, yaşanana kaza değil cinayet denir herhâlde...[43] Daha doğrusu, katl

am…

Soma Kömürleri AŞ’ye ait Eynez Maden ocağında 301 madencinin yaşamını yitirdiği katliamın ardından Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada verdikleri ifadelerde iş cinayetinden kurtulan madenciler, müfettişler denetlemeye gelmeden önce “hazırlık” yaptıklarını anlattı.[44]

Soma’da 301 madencinin hayatını kaybettiği faciada Çalışma Bakanlığı müfettişlerinin raporları tüyler ürpertiyordu. Raporda madenin ana havalandırma yolunda “acil çıkış bacası’ yapılması için Türkiye Kömür İşletmeleri”nden izin alındığı ancak acil çıkış bacası yapılmadığı gibi o bölümden kömür çıkarıldığı yer aldı. Davanın avukatlarından Derviş Emre Aydın, 240’tan fazla madencinin çıkış bacası olmadığı için can verdiğini söylüyordu.[45]

Soma’da katliamdan son anda kurtulan madencilerin “Kömür çıksın da ne olursa olsun,” biçimindeki ifadeleri kan dondurmuştu.[46]

Soma’dan sağ kurtulanlar Elmadere ve Danişment’te yeni madenlere giriyor. İşçiler, Soma Eynez’deki gibi iş güvenliği koşullarının tam anlamıyla hayata geçemeyeceğinden endişe duyduklarını söylüyorlardı.[47]

Manisa Soma’da 301 madencinin hayatını kaybettiği katliamı Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkı ihlâli saysa da[48] ücretli kölelik zulmü yerli yerindeydi!

Ancak “O [işçi] yaşamak için çalışır. Onun için çalışmak, yaşamının bir parçası değil, yaşamının feda edilmesidir. Bir başkasına devrettiği metadır. Bundan ötürü, kendi faaliyetinin ürünü de, bu faaliyetinin amacı değildir,” diyen Karl Marx’ın, “Ve onların mülksüzleştirilmesinin öyküsü, insanlık tarihine kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır,” notunu düştüğü işçiler için:

Émile Zola, “Özgür oldukları söylenerek işçiler bir kenara atılmıştı, evet, onlara açlıktan ölme özgürlüğü tanınmıştı, onlar da bu özgürlüğü doyasıya yaşıyorlardı.” “Siz gerçeği gömebilirsiniz, ama gerçek yeraltında durmayacaktır. Bir gün öç alan bitkiler hâlinde her yerde fışkıracaktır. Fırtınanın nereden geleceğini bilemem ama mutlaka gelecek, ülkemiz her şeyi öğrenince ayaklanıp adaletin yerine getirilmesini isteyince kin ve öfke yaman olacaktır. Ve o öfke halkı aydınlatmak olanağı elindeyken bunu yapmayanları kasıp kavuracaktır.” “Fakat şimdi madenci, kuyunun dibinde uyanıyor, gerçek bir tohum gibi toprak altından filiz veriyordu. Günün birinde de, tarlaların ortasında öyle bir ürün yetişecekti ki! Evet, insanlar yetişecekti, adaleti yeniden kuracak olan bir insan ordusu!”[49]

Jack London, “Öve öve bitirilemeyen modern toplumunuz kan üzerine kurulu, her tarafından kan fışkırıyor. Bu kıpkırmızı lekeden ne ben kaçabilirim ne de sizler.” “Sizin adınıza başkaları çalıştığı için elleriniz yumuşacık...”[50]

Maksim Gorki, “Size kölelik koşullarını dayatan sermaye sahibi egemen sınıftır. Bu acımasız oyun, siz izin verdiğiniz sürece devam edecektir…”

Behice Boran, “İşçi sınıfının mücadele ufku, ücret, ikramiye, kıdem tazminatı, referandum gibi ekonomik sorunlarla sınırlanmamalıdır.” “İktidar şu partiye değil de, bu partiye sadece oy vermekle gerçekleşmez. İşçi sınıfımızın kendisi iktidara hazırlanmalıdır.” “İşçilerin kaybedeceği hiçbir şey yok, kazanacağı çok şey vardır. Dünyanın her memleketinde işçi sınıfı ileriliğin ve gelişmenin savunucusu olmuştur...”

Vergilius, “Labor omnia vincit/ Emek her şeyi yener,”[51] derken haksız değillerdi…

I.6) IRKÇILIK

“Kötülük, insanların somut şeyleri

soyut hâle getirmesinden doğar.”[52]

15 Nisan’da Dersim’de 1938’de katledilen 24 kişiye ait toplu mezarda yapılan kazıda insan kemikleri bulundu. Sonrası mı? Hiç!

ABD’de ise, 28 Nisan’da gözaltına alınan Fredie Gray 12 Nisan’da polis aracından indirildiği sırada omuriliğinden ciddi bir biçimde yaralandı; 19 Nisan’da da öldü. Polisin sert müdahalesine halkın tepkisi de sert oldu. Cenaze törenindeki protestolar üzerine Ferguson’da olağanüstü hâl ilan edildi. Siyahî Amerikalının ölümünden sonra Baltimore başta olmak üzere birçok şehrinde protestolar yayıldı.  Michael Brown’a atfen “Her yer Ferguson, her yer Baltimore” sloganları atıldı. 

Dersim’den Baltimore’a ırkçılık her yerdeydi! James Baldwin’in, “Bütün sıkıntılarımızın kaynağı, yani insanlığın sıkıntılarının; belki de sahip olduğumuz tek hakikât olan ölüm gerçeğini reddetmek uğruna yaşamlarımızdaki bütün güzellikleri feda edecek ve kendimizi totemlere, tabulara, haçlara, kurbanlara, kilise çanlarına, camilere, ırklara, ordulara, bayraklara, uluslara hapsedecek olmamızdır,” uyarısındaki üzere!

Oysa Albert Einstein, “Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8’den fazla kategoriye ayrılırlar. Hâlbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2’ye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar,” derken diğerleri de eklerdi:

Nelson Mandela, “Önemli olan derinin rengi değil, değerlerinin rengidir”…

William Faulkner, “Bugün dünyanın herhangi bir yerinde yaşayıp da insanların ırk veya ten renginden dolayı eşitliğine karşı olmak, Alaska’da yaşayıp da kara karşı olmaya benziyor”…

Desmond Tutu, “Beyazlara iyi davranın, insanlıklarını yeniden keşfetmeleri için size ihtiyaçları var”…

Pierro Webo, “Ben beyaz değilim, ben siyah değilim. Sadece insanım”…

Eric Hoffer, “Bir insanın kendi mükemmelliğine olan inancı ne kadar zayıfsa, ulusunun, dininin, ırkının veya inandığı kutsal amacın mükemmelliği yönündeki iddiası da o kadar güçlüdür,” diye anlayana!

4 Mart’ta Şili’de parasız ve adil eğitim için 2006’dan beri eylem yapan öğrenciler amacına ulaştı. Şili hükümeti 2016’dan itibaren üniversitelerin parasız olacağını açıkladı. Boğaziçi’nin kanıtladığı üzere bizim de günümüz gelecek elbette!

I.7) EVRENİST DESPOTİK BASKILAR

“Olanı gördüler, sebebini değil.”[53]

27 Mart’ta polise yargı kararı olmadan 48 saate kadar gözaltı ve telefon dinleme hakkı gibi geniş yetkiler tanıyan, kamuoyunda İç Güvenlik Kanunu olarak bilinen ‘Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilât, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ Meclis’te kabul edildi. Bu, çok değil bir-iki ay içerisinde patlak verecek altüstlüklerin işaret fişeğiydi, adeta.

Bunda şaşırtıcı bir şey yoktu; Nelson Mandela’nın ifadesiyle, “Bir halkın insan haklarını inkâr etmek demek, insanlığını reddetmek demek,” olsa da önemsizdi. Çünkü burası Türkiye’ydi!

Bireyin hak ve özgürlükleri ilk ve ortaçağlarda pek ciddiye alınan bir şey değildi. Bir hak olarak görüldüğü yerlerde ise hâkim sınıfların hakkıydı. Tıpkı Alman felsefecisi Friedrich Hegel’ini “Devlet Tanrı’nın yeryüzündeki yürüyüşüdür, devlet gerçekliktir, devlet zorunluluktur, devlet kutsaldır ve kendini korumak için her türlü önlemi olmaya izinlidir!” deyişindeki despotlukla![54]

1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde yaklaşık 20 bin polisin görevli olduğu İstanbul’da gazlı TOMA’lı müdahale vardı. Beşiktaş’ta eli sopalı kişilerin göstericilere saldırdığı, bir göstericinin de bıçaklandığı günde 50 kişi yaralanırken 339 kişi gözaltına alındı. Taksim Meydanı yine yasaktı; ama Tüm İstanbul Taksim’di!

9 Mayıs’ta 12 Eylül’ün mimarı Kenan Evren; Türkiye’nin 7’nci Cumhurbaşkanı GATA’da 98 yaşında öldü. 12 Eylül’ün sorumlularının yargılanmasını engelleyen anayasanın geçici 15. maddesinin 2010’daki referandum ile kaldırılması sonucu Kenan Evren ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya hakkında dava açılmış, iki komutan dava sonucunda müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı. Tahsin Şahinkaya da 9 Temmuz’da ölmüştü. Yani her iki general de artık “firarî”ydi!

Kenan Evren tarihe insanlığın kara bir lekesi olarak geçti!

İşkenceden geçirttiği, öldürttüğü, mahpuslarda çürüttüğü insan sayısını tekrarlamaya gerek yok. Kötü bir insandı ve çok kötülük yaptı. Türkiye 1915 ile, Varlık Vergisi ile, 6-7 Eylül olaylarıyla yüzleşmediği gibi, 12 Eylül Darbesi ile de yüzleşmedi. Sadece darbeciler ve yaptıkları açısından değil, 12 Eylül’ün gençliği açısından da.

Her şeyi Kenan Evren mi yaptı? Elbette “Hayır”! Onu oraya, oralara getiren kapitalist yapı yaptı. Bu toplumun tarihî koşulları yaptı.. Kenan Evren de bunların hepsinin sözcüsü oldu.

‘The Time’ın kapağına “Dünyanın en zengin elli generali,” diye geçen elli general arasında 12 Eylül’ün darbecilerinden Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya da varken;[55] onbinler cezaevlerinde, işkence tezgâhlarında, ya da dışarıda olanlarsa açlığa, işsizliğe mahkûm ya da sürgünde geçirdiler o kara günleri.

Ama en önemlisi 12 Eylül dönemi patronlarının da itiraf ettiği gibi, darbe olmasa 24 Ocak kararları uygulanamazdı. Evren, sendikal hareketi ezerek sermayeye dikensiz bir gül bahçesi armağan etti.

İşçi haklarını budamak ve emek hareketini ezmek Kenan Evren ve arkadaşlarının ilk icraatları arasındaydı. 12 Eylül işçi haklarına ve sendikalara adeta 1960-80 döneminin intikamını alırcasına saldırmıştı. 12 Eylül’ün çalışma hayatındaki tahribatı yıllardır hiç bitmedi…

Evren Özal’ı ekonominin başına getirerek 24 Ocak kararlarının uygulanmasını sağladı. Özal özelleştirmeleri hızlandırılarak kamu işçilerinin tasfiyesinin yolunu açtı. Evren silahın, Özal paranın gücüyle “yeni” bir Türkiye inşa etmeye başladılar. Bugün o Türkiye’de yaşıyoruz.

Sendikalaşma dibe vurmuşsa, işçiler grev yapamıyorsa ve güvencesiz çalışma almış başını gidiyorsa, iş cinayetleri azalacak yerde artıyorsa bunun en büyük nedeni 12 Eylül ve 24 Ocak ile kurulan “yeni” Türkiye’dir. Evren emeğe çok bedel ödetti.

I.8) AHLÂK VE DİN

“Aklınız neyi kabul edip inanıyorsa,

onu gerçekleştirebilir.”[56]

22 Mayıs’ta Diyanet İşleri Başkanı Görmez’e Diyanet Vakfı bütçesinden 1 milyon TL’ye Mercedes marka makam aracı alındığı haberleri kamuoyunun gündemini uzun süre meşgul etmişti. Diyanet, aracın değerinin 1 milyon TL olmadığını açıklarken, Maliye Bakanı Şimşek makam araçlarına harcanan paranın milli gelir ve bütçede çerez parası bile olmadığını söylemişti.

Tartışmaların sürmesi üzerine Diyanet İşleri Başkanı Görmez de, Mercedes’i “ibreti âlem için” iade edeceğini açıklamıştı. Konuya dahil olan Cumhurbaşkanı Erdoğan da Görmez’e jest olarak köşk envanterinden zırhlı bir Mercedes verileceğini açıkladı.

Bilir misiniz? Jean Meslier, “Ahlâk ve erdem için din hiç gerekli değildir,” derken eklerdi Ludwig Andreas Feuerbach da, “Ahlâkın temeli ne zaman ilahiyata dayandırılırsa, halklar ne zaman ilahi otoriteye bağımlı hâle getirilirse, en ahlâksızca, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mazur gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir,” diye!

Umberto Eco’nun, “Dünya; zengin din adamlarının, yoksul ve aç insanlara erdem üzerine vaaz ettikleri bir rezillik yeridir,” vurgusuyla ekleyelim: Bir ülkede din sorgulanamaz bir tabu hâline geldiyse, ahlâk da dinsel ahlâka indirgendiyse, o ülkede demokrasi değil, teokrasi olur.

Siyasetçilerin ahlâkı dinin tekelinde gördüğü Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanı’nın “Ahiret inancı olmayan insandan her türlü kötülük beklenir,”[57] açıklaması yaptığını asla unutmamak gerek!

Ahlâk ve erdem ile din arasında zorunlu bir bağlantı yoktur. Dindar olsunlar veya olmasınlar, felsefe tarihinde, bir ahlâk ve erdem anlayışı geliştiren birçok filozof vardır. Ahlâklı ve erdemli olmak için din zorunlu değildir. Bunu da bize en iyi öğreten alan, felsefedir. Ve malum üzere felsefe özgürleştirir.[58]

Tıpkı “İnsanların aldatıcı mutluluğu olarak dinin kaldırılması, onların gerçek mutluluklarını talep etmektir,” diyen Karl Marx ve “Nusquam est qui ubique est/ Her yer de olan, hiçbir yerdedir,” deyişindeki üzere!

5 Haziran’da 7 Haziran Genel Seçimleri’ne iki gün kala Diyarbakır’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) mitinginde,  Selahattin Demirtaş kürsüye çıkmadan önce art arda iki patlama meydana geldi. Patlamalarda 2 kişi öldü, 100’den fazla kişi de yaralandı.  Daha önce 18 Mayıs’ta HDP’nin Adana ve Mersin il başkanlıklarının bulunduğu binalarda eş zamanlı iki patlama gerçekleşmişti. “Derin (denilen) devlet” yine iş başındaydı ve arkası da gelecekti! “Masa devrilmiş”, yalancı “Barış süreci” sona ermişti.

Hatırlanır ise, 7 Haziran seçimi öncesi G. Antep’teki açılış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, mevcut yönetim şeklinin Türkiye’ye uymadığını, ihtiyacını karşılayacak olan sistemin başkanlık sistemi olduğu vurgusuyla, “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün,”[59] ifadelerini kullandı. Erdoğan, bu ifadeyi farklı zamanlarda sıklıkla dile getirmişti. Artık sıra, bu yönde somut adımlar atmaktaydı.

I.9) SEÇİM (Mİ?)

“Her farklılık

bir fark yaratmalıdır.”[60]

7  Haziran’da 13 yıldır iktidardaki AKP 7 Haziran seçimiyle birlikte ilk kez tek başına iktidar için gerekli çoğunluğu yakalayamadı. YSK’nın kesin sonuçlarına göre AKP oyların yüzde 40.66’sını alırken CHP yüzde 25.13, MHP yüzde 16.45, HDP ise yüzde 12.96 oy aldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 550 milletvekilinin belirlendiği 2015 Genel Seçimi  sonucunda Ahmet Davutoğlu liderliğindeki AKP, 2002 genel seçimlerinden beri mecliste tek başına iktidarı sürdüren AKP ilk kez çoğunluğu kaybetti. Bu bir şeyin “sonu” değil; birçok şeyin başlangıcıydı!

Yeri gelmişken; George Orwell’in, “Liberal, güce tapan bir güçsüzdür,” saptamasındaki zihniyetin yücelttiği seçim(ler) konusunda Emma Goldman’ın, “Eğer oy kullanmak bir işe yarasaydı, emin olun yasaklanırdı”; Theodor W. Adorno’nun, “Seçimler sistemi değiştirseydi, yasadışı ilan edilirdi”; V. İ. Lenin’in, “Parlamento burjuvazinin ahırıdır”; Mahir Çayan’ın, “Bugün gerici parlamentarizme kanat gerenler, seçimlerden sonra yanıldıklarını görerek, bu yolla düzen değişikliğinin imkânsız olduğunu görecektir”; Metin Yeğin’in, “Parlamento kurmak istediğimiz kolektif yaşamın eşeği olacaksa, bu komedinin içinde oyun oynadığımızı bilerek seçimlere katılmak hiç de sıkıntı değil,”[61] vurgusuyla Horatius’un, “Sincerum est nisi vas, quodcumque infımdis acescit/ “Kirli kaba ne koyarsan koy, mutlaka bozulur,” sözünü de anımsatmadan geçmeyelim!

Unutmamak gerek, parlamento, özellikle emperyalizm çağında devasa boyutlara ulaşmış devlet aygıtının yalnızca bir ayağını oluşturmaktadır. Halk koca bürokratik mekanizmanın başka hiçbir parçası üzerinde herhangi bir belirleme hakkına sahip değildir. Başta sürekli ordu, polis aygıtı ve “derin” kurumlar olmak üzere, devlet aygıtının diğer bileşenleri halkın tümüyle menzili dışındadır. Nitekim Lenin, parlamentonun işlevi ve devletteki yerini, Devlet ve Devrim’deki şu sözleriyle betimler: “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler hep devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şey yapılmaz.”

Kaldı ki Karl Marx’ın da, parlamentoyu “domuz ağılı”na benzetmesi, orada oynanan bu tür pis oyunlara bir göndermedir.

Gerçekten de Haluk Yurtsever’in deyişiyle, “Parlamentolarda artık sınıfsal ve siyasal olarak gerçekten farklı taraflar bulunmuyor. Göstermelik ölçüde bulunsa bile, parlamento içinde siyasete gerçek katılım mekanizma ve işleyişleri yok. Kısacası, parlamento artık gerçek egemenlik alanı değil. Gerçek egemenlik yürütme gücüne, devletle tekellerin birlikte karar ve irade ürettikleri dar yuvarlara geçmiştir. Toplum yaşamını ilgilendiren tüm önemli yasa ve kararlar buralarda kotarılıyor...”[62]

Nitekim, muhaliflerin büyük kesiminde seçim sonrasında başgösteren “Aman, AKP’den kurtulalım da ne olursa olsun,” öforisi, kısa sürede, iktidarı terk etmeye hiç niyetli olmayan siyasal İslamcıların girişimiyle bir karabasana dönüşecek, 2015 yazını kana bulayan kara serüven seçimlerin Kasım’da yenilenmesi ve AKP’nin oylarını % 50’ye yaklaştırmasıyla son bulacaktı.

17 Haziran’da Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, tedavi gördüğü hastanede 91 yaşında hayatını kaybetti.

23 Haziran’da AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Saray’da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve diğer diyanet yetkililerine iftar yemeği verdi. Büyük ve yuvarlak bir masada verilen iftar yemeği sonrası basınla paylaşılan fotoğraflar sosyal medyanın diline düştü. Mimarlar Odası da masanın fiyatının 6.5 milyon lira olduğunu öne sürerek yeni bir tartışma yarattı.

I.10) SURUÇ KATLİAMI (VE SONRASI)

“Bizi biz yapan seçimlerimizdir.”[63]

20 Temmuz’da Urfa’nın Suruç ilçesindeki bir kültür merkezinde çeşitli illerden Kobani’ye destek için giden Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençlerin basın açıklamasına intihar saldırısı düzenlendi. 32 kişi öldü, çok sayıda kişi de yaralandı. İntihar bombacısının 20 yaşındaki Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu belirlendi.  Emniyetin terör listesindeki Suruç bombacısı Abdurrahman’ın ağabeyi Yunus Emre Alagöz de 10 Ekim’de Ankara’da 100’den fazla insanın hayatını kaybettiği saldırıyı gerçekleştiren isimlerden birisiydi.

20 Temmuz’da Suruç’da bombalı intihar saldırısı düzenlendi; 33 sosyalist katledildi; 100’den fazlası yaralandı; “dava” hâlâ devam ediyor; somut hiçbir sonuç yok!

Suruç Katliamı’ndan yaralı kurtulan Çağla Seven, yaşanan birçok katliamın hâlâ aydınlatılmadığına dikkat çekiyor. Katliamın planlı ve devlet gözetiminde gerçekleştiğinin altını çizerek şunları diyor:

“Suruç katliamının görünen failinin kardeşi aradan 3 ay bile geçmeden 10 Ekim katliamını gerçekleştirerek 104 insanın ölümüne sebep oldu. Bunun önlenebilirliğini anlatmanın gereği var mı bu noktadan sonra? Bir katliam yaşanıyor ki; öncesinde kendi ailesinin emniyete verdiği beyanlar, bilgiler, şüpheler var. Telefon kayıtları var. Siz katliamı gerçekleştiren kişinin ailesini bile tam olarak soruşturmuyorsunuz. Burada en başta davaya konan gizlilik kararının ve avukatların dosyaya ulaşma ve taleplerini dillendirme, soruşturmayı izleyebilmesinin önüne geçilmesinin dosyanın tabiri caizse toplumdan kaçırılmasının ne denli vahim sonuçları olduğunu hep birlikte gördük. Gizlilik kararı bu bilinçle alınmış bir karardır ve sonraki katliamların tüm sorumluluğu bu kararı alanlardadır.

Elbette ki; 10 Ekim de, sonraki tüm katliamlar da sadece Suruç katliamının etkin bir şekilde soruşturulmasıyla kolaylıkla önlenebilirdi. Hepsi göz göre göre yaşanmış olaylardır ve dönemin iktidarı, İçişleri bakanı, emniyet görevlileri sorumludur. Suruç ilçe emniyet müdürüne taksitle verilen 7 bin 500 TL cezayla geçiştirilecek bir sorumluluk değildir bu.

Siyasi çekişme içine girince defterleri açmaktan söz eden Ahmet Davutoğlu dönemle ilgili soruya ‘İslâm’da günah çıkarmak yoktur’ diye cevap vermiş. Günahları olduğunu kabul etmiş böylelikle. Bizler de günah çıkarmasını değil hesap vermesini istiyoruz. Kendisi İŞID gibi tecavüzcü, yağmacı kafa kesen bir çetenin üyelerinden ‘Birkaç öfkeli genç’ olarak bahsedilmiş, şüpheli canlı bomba listesinden ‘Eylem yapmadan yakalayamayız’ diyebilmiştir. Oysa ki bu ülkede şiddetle hiçbir ilişkisi olmamış, düşünceleri, siyasi görüşü, meslek pratiği hatta Twitter paylaşımı yüzünden içeride tutulan binlerce insan var.

Davutoğlu’nun 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananları siyasi manevra olarak ağzında gevelemesini değil, mahkemede tanık olarak dinlenerek siyasi sorumluluğunu yerine getirmesini istiyoruz. Bu talebimiz de mevcut. Amed, Suruç, 10 Ekim Ankara Katliamı olmuş ve ülke kan gölüne çevrilmiş iken güya emniyetin kırmızı bültenle aradığı İŞİD militanı İlhami Bali ile MİT’in Ankara da 5 yıldızlı bir otelde görüştüğü bilgisi basına belgeleriyle yansıdı.”[64]

Egemenler için artık “Ok yaydan çıkmış”tı!

25 Ağustos’ta 7 Haziran sonrasında 45 günlük süre zarfında koalisyon turlarından bir sonuç çıkmaması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan Anayasa’nın 104’üncü ve 116’ıncı maddeleri uyarınca seçimlerin yenilenmesine karar verdi.

30 Ağustos’ta Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak 12 Eylül’e kadar devam etti: Cizre’nin hâlini ya da “barış görüşmesi” yapılan devletin nelere “kadir” olduğu görüldü!

2 Eylül’de İnsanlık kıyıya vurdu... Ailesiyle birlikte Yunanistan’a gitmeye çalışırken şişme botlarının batması sonucu ölen 12 mülteciden birisi, üç yaşındaki Aylan Kurdî’nin Bodrum kıyılarında yüzükoyun yatan cesedi kapitalist dünyanın göçmen sorununa sessiz kalmasına bir yanıttı!

8-9 Eylül’de Yurdun birçok noktasında HDP binaları ateşe verildi, binalardaki tabelalar indirilerek yerlerine Türk bayrakları asıldı. İki gün boyunca Kürt vatandaşların iş yerleri yakıldı, yağmalandı, tahrip edildi.  Antalya’da  HDP binasının tabelasını indirdi, içerideki eşyaları sokağa atarak yaktıktan sonra binaya Türk Bayrağı asıldı.  Ankara Beypazarı’nda mevsimlik Kürt işçiler saldırıya uğradı. Kırşehir’de Gül Kitabevi kalabalık tarafından ateşe verildi.

20 Ekim’de Başbakan Davutoğlu  Van mitingindeki “AKP iktidardan indirilirse ya bu terör çeteleri dolaşacak, ya da eskiden olduğu gibi ‘Beyaz Toroslar’ dolaşacak. Biz bu memleketi terör çetelerine, faili meçhullere bir daha bırakmayacağız” sözleriyle fail-i (belli) meçhul cinayetlerin simgesi aracı hatırlatarak seçmeni tehdit ettiğini hatırlattı!

1 Kasım’da yaklaşık 54 milyon seçmen, 175 bin sandıkta 26’ncı dönem milletvekillerini belirlemek için 5 ay sonra bir kez daha sandık başına gitti. Seçimlerde 16 siyasi parti ve 21 bağımsız aday yarıştı.  Önceki seçimlere kıyasla çok hızlı açılan sandıklardan AKP’ye yüzde 49.48, CHP’ye, 25.31, MHP’ye 11.90, HDP’ye ise 10.75 oranında oy çıktı.

Öncesi ve Suruç Katliamı’nı müteakip egemenler için maksat hasıl olmuştu!

28 Kasım’da Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi katledildi. Saldırı anları hem bölgedeki güvenlik kameraları hem de basın açıklaması için orada bulunan gazeteciler tarafından saniye saniye kaydedildi. Elçi, çatışmadan hemen önce yaptığı basın açıklamasında “Silah, çatışma, operasyon istemiyoruz,” mesajı vermişti.

3 Aralık’ta İspanya Anayasa Mahkemesi, 9 Kasım’da Katalonya düzenlenen referandum ile özerk yönetim parlamentosunda kabul edilen “bağımsızlık deklarasyonu”nu oy birliğiyle iptal etti.

I.11) “ARA SONUÇ”

“Beklemeyin. Hiçbir zaman,

doğru zaman olmayacak.”[65]

Yerküreden coğrafyamıza değin kapitalizm babında, “Ex nihilo nihil fit/ Hiçlikten ancak hiçlik çıkar,” diye tarif edilen bir noktadayken belirtelim: 2021’de, 2015’den daha berbat bir noktadayız!

‘Freedom House/ Özgürlük Evi’nin 2020 yılında özgürlük ve demokrasi durumuyla ilgili raporuna göre, dünya genelinde demokrasideki düşüş hızlandı, otoriter liderler daha da cesaretlendi, “Denge tiranlık lehine değişti” ifadeleri yer alırken; dünya nüfusunun yüzde 75’ini temsil eden 73 ülkenin özgürlük puanlarını düşürdü![66]

“Demokrasi, halkın egemen olduğu yönetim biçiminin adıdır,”[67] palavralarının bir değeri kalmadı artık; demokrasi yalanı yerle yeksan olurken!

Noam Chomsky’nin, “Demokrasi içindeki insanların oyuncu değil izleyici olduğu bir sistemdir… Eşitlik olmadan demokrasi olmaz… Kapitalizm altında, tanım gereği demokrasiye sahip olamayız. Kapitalizm, toplumun merkezi kurumlarının prensipte otokratik kontrol altında olduğu bir sistemdir,” notunu düştüğü hâle ilişkin Bernard Shaw şunların altını çizer:

“Demokrasi, düzenbaz bir azınlık tarafından atanma yerine, yetersiz bir çoğunluk tarafından seçilmeyi getirmiştir. Bir zamanlar krallara dalkavukluk yapmayı öğrenmek zorunda olan siyasetçiler, şimdi de seçmenleri büyülemeyi, eğlendirmeyi, kandırmayı, aldatmayı, korkutmayı ya da onlara şirin görünmeyi öğrenmek zorundalar. Demokrasi dediğimiz siyasal deney, düzeysiz, kötü yönetimin son sığınağıdır.”[68]

Ve “Çağımız kapitalizminde demokrasi illüzyonu ile kitleler yönetilir.[69] Yerleşik toplumsal düzeni tehdit etmediği sürece ‘muhalefet’, egemen elitlerin çıkarınadır. Amaç muhalefeti bastırmak değil muhalefetin sınırlarını belirlemek, muhalif hareketi şekillendirmek ve kalıba sokmaktır,” diye uyarır bizi Michel Chossudovski.

II. AYRIM: YERKÜRE(MİZ)

“Utanmak,

insanlığı kurtaracak düzeyde

güçlü bir duygu.”[70]

Alvin Toffler’in “Bizler batan Titanik gemisinde, hayatlarımızı kurtarmaya çalışırken, onlar hâlâ güvertede en iyi koltuğu kapma peşinde,”[71] notunu düştüğü sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı ya da uluslararası krizi ile yüz yüzeyiz.

Server Tanilli’nin, “Emperyalist eğilim, yalnız otoriterliği değil, saldırganlığı da beraberinde taşıyor,” sözleriyle müsemma denklemde Türkiye’de yaşanan krizden nasibini, fazlasıyla alıyor!

“Omnia mutantur/ Her şey değişir,” diyen ve değiştiren tarih çok şeyi yeniden biçimlendiriyor.

Neo-liberal küreselleşme karaya oturdukça Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da yeni birikim (güç) merkezleri yükseliyor. Çelişkiler yaygınlaşarak, keskinleşiyor. Bunlarla birlikte yerküre kaynaklarının paylaşımındaki yerleşik hegemonya düzenini sorgulamaya başlıyor.

Yani 1980’lerden sonra tüm dünyaya egemen olan finansal serbestleştirme, esnekleştirme ve neo-liberal küreselleşmenin ağırlaştırdığı sonuçlarla birlikte kapitalist yıkım çok daha acımasız bir gerçekliğe dönüşürken; bu da tarihin gündemine yeni bir paylaşım maddesi ekliyor.

II.1) “YDD” HÂLİ

“Cehennem acı çektiğimiz

yer değil, acı çektiğimizi

kimsenin duymadığı yerdir.”[72]

25-29 Ocak kesitinde sanal ortamda gerçekleştirilen ‘2021 Davos Gündemi’ fotoğrafı, kapitalizm kaotik yıkımını bir kere daha ortaya koyarken; BM Dünya Gıda Programı (WFP) Genel Müdürü David Beasley, “Her gün 700 milyon insanın yatağa aç gittiği ve COVID nedeniyle 270 milyon insanın gerçekten açlığın eşiğinde” olduğundan söz ediyor.

Japon gazeteci Hiroko Kuniya ise, dünyanın bir açlık salgını ve bunun sonucunda gerileme ile karşı karşıya olduğunu ve dünyadaki 2 milyar insanın güvenli veya yeterli gıda kaynaklarına erişemediğini söylüyor.

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) ‘Görünüm Raporu’nda, 2020’de aşırı fakir grubuna eklenen 100 milyon kişinin en kötü senaryo ile 2021 sonunda 150 milyona çıkabileceği belirtiyor.[73]

200’ü aşkın insani yardım örgütü, dünya çapında 34 milyon kişinin açlıktan ölme tehlikesiyle burun buruna olduğunu kaydetti. 58 ülkede 174 milyon kişinin yeterli gıdayı temin edemediği belirtilirken, BM tahminlerine göre bu rakam 2021’de 270 milyona çıkabilecek.[74]

‘Oxfam’ın ‘Eşitsizlik Virüsü (2020)’ başlıklı raporu, pandemi başladığından beri dünyanın en zengin 10 kişisinin servetinin yarım trilyon dolar arttığını ortaya koyuyor. Bu parayla dünyada herkes aşı olabilir ve salgın yüzünden içine düşülen yoksulluk ortadan kaldırılabilir.[75]

Düşünebiliyor musunuz, bir minibüsü dolduracak sayıda zengin asalak, 7.78 milyar insanın kaderine yön verebilecek güçteler. Bu ortamda merkez bankaları devasa kârlar açıklıyorlar. Amerikan Merkez bankasının 2020 net kârı 80 milyar doların üzerinde.

Dünyadaki 2153 milyarder dünya nüfusunun yüzde 60’ını oluşturanların servetinden daha fazlasına sahipler. Zengin ve fakir arasındaki makas tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar açılmış durumda.

Dünyanın en fakir ülkeleri 2020’de 12.4 milyar dolar borç ödediler ve bunun büyük kısmı Dünya Bankası gibi çok uluslu kuruluşlaraydı.[76]

Öte yandansa FAO gıda fiyat endeksi sadece 2021’in ocak ayındaki 30 günde yüzde 4.3 oranında artışa dikkat çekti.[77]

Ayrıca BM derinleşen gıda ve sağlık krizine dikkat çeken raporunda, Kongo’da 19.6 milyon kişinin gıda kriziyle boğuştuğunu aktarırken; Mali, Burkina Faso ve Nijer’de de 4.5 milyon insan gıdaya erişemiyor. Nijerya’da ise yaklaşık 400 bin çocuk açlık riskiyle karşı karşıya.

Yemen’de, yıllardır süren çatışmalar ve salgınla birlikte derinleşen açlık krizi ülkenin en önemli sorunu olmaya devam ediyor. BM raporlarına göre, 50 binden fazla insanın kıtlık şartlarında yaşadığını, bu yıl 16 milyondan fazla insanın aç kalacağını gösteriyor. Yemen’de yaklaşık 30 milyonluk nüfusun yüzde 80’i yardıma muhtaç.[78]

Nihayetinde Max Horkheimer’ın, “Dünyanın bir amaçlar dünyasından tümüyle bir araçlar dünyasına dönüşmesi, üretim yöntemlerinin tarihsel gelişmesinin bir sonucudur,” diye betimlediği söz konusu hâl iki kutup yaratıyor: Zenginlik ve yoksulluk!

II.2) ZENGİNLİK & YOKSULLUK

“Herkesin başına her şey gelebilir.

En iyisi hazırlıklı olmaktır.”[79]

‘Dünyanın Hâli Raporu’na göre, Covid-19 salgınının ilk dokuz ayında dünyanın en zengin 10 kişisi servetlerini 540 milyar dolar daha arttırdı![80]

‘The Forbes’ dergisinin ‘2021 Dolar Milyarderleri Listesi’nde 2.755 kişi yer alıyor. Listeye 2021’de 493 yeni kişi katıldı. Buna göre Covid-19 döneminde milyarderlerin sayısı ve serveti dünya genelinde arttı. Dünyanın en zenginlerinin serveti bir yılda 5.1 trilyon dolar artarak 8 trilyon dolardan 13.1 trilyon dolara yükseldi. Böylece dünya dolar milyarderleri servetleri Covid-19 döneminde dolar bazında yüzde 64 artmış oldu.[81]

2020’de 2 bin 95 olan dolar milyarderi sayısı, 2021’de 2 bin 755’e yükselirken; Amazon’un CEO’su Jeff Bezos, 177 milyar dolarlık servetiyle dördüncü kez ilk sırada yer aldı. 2020’de listede 31’nci sırada yer alan Elon Musk, 2021’de 2’nci sırada kendisine yer buldu.

2021’de milyarderler listesine girenlerin toplam servetleri 2020’deki 8 trilyon dolardan 13.1 trilyon dolara ve Türkiye’deki dolar milyarderi sayısı da 23’ten 27’ye yükseldi.[82]

Örneğin 651 dolar milyarderinin bulunduğu ABD’de, ‘Tax Fairness’ grubunun hesaplamalara göre bu milyarderlerin 18 Mart 2020’de 2.95 trilyon dolar olan toplam servetleri; 7 Aralık 2020 itibarıyla yüzde 36 sıçrayarak 4.01 trilyon dolara ulaşmış.

Pastadan en büyük payı da Tesla’dan Elon Musk, Amazon’dan Jeff Bezos, Facebook’tan Mark Zuckerberg, Microsoft’tan Bill Gates gibi malum isimler almış. Bu dönemde Musk’ın serveti 118.5 milyar dolar, Bezos’un 71.4 milyar dolar, Zuckerberg’in 50.1 milyar dolar artmış. Raporun yayımlandığı dönemde Covid-19 vakaları rekor sayılara ulaşırken, 10.7 milyon Amerikalı işsizlikle boğuşuyordu.

Raporu hazırlayan kuruluş 9 aydaki servet artışının yurttaşlara paylaştırılması hâlinde her kişiye 3.000 dolar, 4 kişilik bir aileye 12.000 dolar düşeceğini hesaplıyor.[83]

Ayrıca Dünya Gıda Programı (WFP), acil ve genişletilmiş bir yardım yapılmaması hâlinde gelecek aylarda 20’den fazla ülkede akut açlığın artacağı uyarısında bulunurken;[84] BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilere göre, dünya gıda fiyatları ocakta altı buçuk yılın zirvesine çıktı. 2021’in Ocak’ında art arda sekizinci defa artış kaydederek hububat, şeker ve bitkisel yağ fiyatlarındaki yükselişin etkisiyle 2014’ün Temmuz’undan beri en yüksek seviyeye çıktı.

BM’nin yayımladığı raporlar, 2019’da 135 milyon kişinin açlıkla boğuştuğu dünyada önümüzdeki dönemde bu sayının 265 milyona yakın olabileceği yönünde sonuçlar veriyor. Uzmanlara göre salgının yaratacağı açlık, 50 yılın en yüksek oranı olabilir.[85]

II.3) VAHŞET VERİLERİ

“Kader, zayıfların ve

boyun eğmişlerin icadıdır.”[86]

Sürdürülemez kapitalist vahşetin mimarı olduğu tabloda BM, “Modern köle sayısı arttı,”[87] açıklaması yaparken; BM Özel Raportörü Urmila Bhoola da, “Modern kölelik insanlığın en önemli sorunlarından biri olmaya devam ediyor. 40 milyondan fazla insan köleleştirilirken bu rakamın dörtte birini çocuklar oluşturuyor,”[88] diyor.

Konuya ilişkin olarak Bhoola, internet üzerinden köle pazarları oluşturulduğunu açıklarken; Kuveyt’teki her 10 haneden 9’unda hizmetçi çalışıyor ve bazıları dünyanın en yoksul yerlerinden Körfez ülkelerine gelip, memleketlerindeki ailelerini geçindirmeye yetecek parayı kazanmayı amaçlıyorlar.

Binlerce kadın, internet üzerinden yasadışı bir şekilde ev hizmetçisi olarak satılıyor.

BBC Arapça Servisi’nin yaptığı gizli araştırma, evlerde çalışan hizmetçi kadınların, Google Play ve Apple’ın App Store’unda yer alan uygulamalarla ve Facebook’un sahibi olduğu Instagram’da algoritma destekli etiketlerle, yasa dışı bir şekilde internet üzerinden alınıp, satılabildiğini ortaya çıkarttı.[89]

Brezilya’da da binlerce insan alınıp satılıyor, insanlık dışı koşullarda çalıştırılıyor, işi bırakmaktan men ediliyor. Psikolojik şiddet, işkence, dayak ve ölüm korkusuyla yaşamını devam ettiriyor. 2003’den beri 1700’den fazla çiftlik, maden, atölye ve inşaat sahası izlendi. Brezilya hükümeti bu üretim sahalarından yüzlerce köle kurtardı. Yani Brezilya modern köleciliğin varlığını kabul eden ilk ülkelerden biri oldu.[90]

Ayrıca ‘Save the Children’in raporuna göre, dünya genelindeki çatışma bölgelerinde yaşayan yaklaşık 72 milyon çocuk cinsel şiddete maruz kalma tehlikesi ile karşı karşıyayken; örgütün “cinsel şiddet” kavramı, tecavüz, cinsel kölelik, seks işçiliğine zorlama, cebren hamile bırakma, zorunlu kısırlaştırma ya da sünnet gibi cinsel organların yaralanması eylemlerini kapsıyor.[91]

Konuyla bağıntılı olarak Avrupa’da 2018-2020 kesitinde devlet koruması altında olan 18 bin 292 sığınmacı çocuk kayboldu. ‘Lost in Europe’un resmi dairelerden aldığı sayılara göre İtalya’da 5 bin 775, Belçika’da 2 bin 642, Yunanistan’da 2 bin 118, İspanya’da 1889, İsviçre’de 944 sığınmacı çocuk “kaybedildi”.[92]

Almanya Federal Kriminal Dairesi’nin açıklamasında da, 607’si 13 yaşın altında olmak üzere reşit olmayan 1579 çocuğun kayıp olduğu bildirildi.[93]

Ve nihayet Tüberküloz, hâlen dünyadaki ilk 10 ölüm sebebinden biri olarak en fazla ölüme sebep olan enfeksiyon hastalığı! 2017’de 1.6 milyon kişi bu sebeple yaşamını yitirdi. Dünya genelinde her yıl 10 milyon yeni hastanın ortaya çıktığı biliniyor![94] Sebebi de açlık!

III. AYRIM: COĞRAFYAMIZ

“Kötülük ne kadar artarsa

güzeli yaratma nedeni de

bir o kadar artacak.

Şüphesiz daha güç olacak,

ama daha da gerekli.”[95]

İçinden geçtiğimiz kesiti Antonio Gramsci’nin, “Çöken sınıfların akşamları yükselmekte olanların sabahıyla ölçülür,” diye tarif ettiği güzergâh olarak tanımlayabiliriz.

İktidarın totaliter konsolidasyon girişimi, otoriter emek rejimiyle tahkim edilen bir saldırganlıkta ve Edmund Burke’nin, “Karşımızdaki gerçek büyük tehlike, işimize o anda öyle geldiği için, özgürlüklerin azar azar yok edilmesidir,” saptamasında ifadesini bulmaktadır.

“15 Temmuz darbe girişimi ardından 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL darbesiyle kalıcı”[96] özellikler kazanan despotizm doludizgin bir eşiğe ilerlemektedir.

“AKP kontrgerillasını inşa eder”ken;[97] “Mafyanın devletleşip, devletin mafyalaştığı”[98] ve “Sarayın ideolojik mühendislik aygıtı olarak Diyanet”in[99] öne çıkar(t)ıldığı tabloda AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın düzenlediği 6. Din Şûrası’nda, “İslâm bize göre değil, biz İslâma göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz” diyerek, hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın laiklikle ilgili 2., 14., ve 24. maddelerini ihlâl etmekte bir beis görmüyor.[100]

AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan, “Yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu da  Erdoğan. İster beğenin, ister beğenmeyin,”[101] diyorken; biri, “Seçimleri kazansanız da iktidar size verilmeyecek” dedi, “rejimin” gerçeğini ortaya koydu. Bir diğeri de “hayatın bütün alanlarına müdahale etmek” istediklerini itiraf etti.[102]

“Artık ‘tek adam rejimi’ ya da ‘totaliter’ gibi sıfatların yetmeyeceği Türk ‘ırkçı- milliyetçiliği’ ile Siyasal İslâm’ın nikâhından doğmuş ‘faşizan’ bir rejimin eşiğindeyiz. Hatta belki de o eşik aşıldı bile.”[103]

Totaliter rejimin inşa süreci başlarken, karşımızda, her adamın arkasındaki bir “tek adam”, tüm başları öne baktırmaya kararlı polis terörü, “dinci hakikât rejimi”ni kabul etmeyenleri sapık, terörist suçlamalarıyla susturmaya kararlı bir ideolojik kontrol saplantısı, bir totaliter rejim var.[104]

Bütün bunlara bakarak “tek adam rejimi”ne faşist bir diktatörlük denebilir mi?

Öncelikle, faşizmin bir devlet biçimi olduğu unutulmadan ve mevcut durumda “tek adam rejimi” faşist bir rejim inşa etmede (yani süreç olarak faşizmde) önemli mesafe almış olmakla birlikte, bu soruya yanıtımız hayırdır! “Tek adam rejimi” henüz bir faşist diktatörlük değildir, fakat faşist temelde bir yeni rejimin inşa sürecinde atılmış karşı devrimci önemli bir adımdır.

Gilles Deleuze “Hiyerarşi, dikey ya da piramit biçiminde örgütlenme... öteki grupları dışlamak, kendini koruma mekanizmalarını sağlamak için tasarlanmıştır,” formülasyonunda ifadesini bulan saray despotizmi; Homeros’un, “Kral, buyruğundaki insanlardan beslenir. Çünkü onun için onlar değersiz bir sürüdür,” tarifindeki üzere işlerken; “Kitleler içinde bulundukları, biçimden yoksun, kaotik ortamı telafi etmek için daima bir ‘lider’ üretirler ve tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi, bu lider mutlaka sonunda kendi şişirilmiş ego algısının kurbanı olur.”[105]

Ayrıca “Uzun süre hüküm sürmekten dolayı hükümdarlar yozlaşır ve tiranlaşır, her şeyi kendi tekellerine alır”ken;[106] “Monarşik yönetimin en büyük sırrı ve tüm çıkarı, insanları aldatmakta ve onları dizginlemesi gereken korkuya din maskesi takmakta yatar,” der Baruch Spinoza.

“Nasıl” mı? İşte birkaç veri…

i) 15 Temmuz 2016 darbe girişimini bahane ederek 2 yıl boyunca OHAL ilan eden ve bundan güç alan hükümet “hür demokrasi düzenini” ve “temel hak ve hürriyetleri” gasp etti.[107]

ii) 1980 Darbesi sonrası kullanılmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, Erdoğan’ın elinde Meclis’i tamamen bypass etme aracına dönüştü. Evren bir kararname yayımlarken Erdoğan 71 kararname yayımladı. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası Kenan Evren’e Cumhurbaşkanlığı teşkilatında düzenleme yapmak üzere tanınan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlama yetkisi, Erdoğan’ın elinde tek başına yürütme organı olmasını sağlayan bir araca dönüştü. TBMM 27. Yasama döneminde 2 bin 110 maddeyi içeren yasa tekliflerini kabul ederken Erdoğan tek başına 2 bin 311 maddelik yasal düzenlemeyi uygulamaya koydu.[108]

iii) Eski Saray Başdanışmanı Tanrıverdi’nin şirketi, suikast tekniği ve gayri nizami harp hizmeti veriyor. SADAT şirketi, verdiği hizmetleri AKP döneminde aldığı özel güvenlik yetkisi ile yürütüyor...

SADAT’ın kurucusu Adnan Tanrıverdi, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığı yaptığı dönemde, İstanbul’un başkent, resmi dilin Arapça olduğu bir İslâm devleti oluşumu önermişti.

Yakın geçmişte, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, SADAT’ın “Tokat ve Konya’da silahlı eğitim kampları kurduğu”nu gündeme getirmiş, şirket bu savlara karşı çıkmıştı.[109]

SADAT’ın üzerindeki şüpheleri dile getiren siyasiler yasal zemini olmayan devlet dışı silahlı oluşuma dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eski başdanışmanı, emekli general Adnan Tanrıverdi’nin kurucusu olduğu SADAT hakkında verilen soru önergelerinin yanıtsız kaldı. Suikast eğitimi veren şirkete ilişkin önergeler yanıtsız, savcılar suskun.[110]

iv) Diyanet İşleri Başkanlığı, 2018’de dernek ve vakıflara, bütçeden ayrılan 30 milyon liralık ödeneğin üç kat üzerine çıkarak 88.6 milyon lira aktardı. Diyanet’in 9 yılda yandaş vakıf ve derneklere aktardığı tutar 1 milyar 82 milyon liraya ulaştı.[111]

Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an Kursu öğreticisi, imam hatip ve müezzin-kayyım olmak üzere toplam 5 bin sözleşmeli personel alınacağını duyurdu.[112]

2020’de yayımlanan yüksek lisans tezlerine göre sadece Bitlis’te 13 medrese faaliyet gösteriyor. Toplam 900 civarı öğrenci eğitim görüyor. Bazıları “Kur’an Kursu” adı altında varlığını sürdürüyor. Mezunlarının bir kısmı Diyanet’te görev yapıyor.[113]

v) AKP’nin paralel kolluğu büyüyor: İçişleri Bakanlığı’nın bütçe görüşmelerinde konuşan Bakan Soylu, çok sayıda tartışmalı yetkiye kavuşan bekçilerin sayısının üç yıl içerisinde 30 bin sınırına dayandığını bildirdi.[114]

vi) Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, 2002 - 2017 yılları arası ülkede yapılan kütüphane sayısının 11 olduğunu açıkladı. 15 yılda yapılan kütüphane sayısı 11 iken, 10 yılda yapılan cami sayısı ise, 8 bin 985 oldu.[115]

vii) Ceza infaz kurumlarının kapasitesi öğrenci yurtlarının kapasitesinden on kat fazla arttı. Cezaevlerindeki yatak sayısı 2018’den 2019’a kadar yüzde 10 artarken aynı dönemde öğrenci yurtlarının kapasitesi yalnızca yüzde 1.24 oranında yükseldi.[116]

III.1) TOPLUM PSİKOLOJİSİ

“Her siyasal mücadele,

askeri bir temele sahiptir.”[117]

Özetle kitleyi, iktidar olmanın “Öderint dum metuant/ Varsın nefret etsinler, yeter ki korksunlar!” psikolojisi ile yöneten despotizm; toplumsal ölçekte “Pis Hurma Sendromu”nu yaygınlaştırıyor!

“O da ne” mi?

Yanıtı Abdülhak Şinasi Hisar’ın ‘Çamlıca’daki Eniştemiz’ başlıklı romanında: “Enişte Bey, Fincancılar Yokuşu’nda bir Arap satıcının hurma sattığını görür, canı çeker. Yaklaşınca bir de bakar ki hurmalar sıcakta eriyip birbirine yapışmış, toz içinde kalmış. Enişte yine de satıcıya hurmaların fiyatını sorar, o da 10 kuruş olduğunu söyler. Bunun üzerine Enişte Bey, ‘Hiç bu pis hurmalar 10 kuruş eder mi?’ der. Bunu duyan satıcı birdenbire parlar, ‘Ne! Demek hurmalar pis, demek ben pis, demek Arap pis, demek Mekke pis, demek Peygamber, demek Peygamber!’ diye bağırır.

Bu sözler karşısında enişte panik içinde yokuş aşağı kaçmaya başlar. Arada da gelen var mı diye arkasına bakmaktadır. Çünkü padişahın hafiyeleri peşine düştüğü takdirde derdini anlatmasının mümkün olmadığını bilmektedir. Ayrıca insanların onu yakalayıp linç etmesi söz konusudur.”[118]

Bu hikâye belki yaşanmıştır, belki de sadece yazarın kafasındaki bir kurgudur. Her ne olursa olsun sonuçta, yaşanabilecek hatta benzerleri günümüz dünyasında yaşanmakta olan bir olay sergilenmiştir kitapta. Satıcı basit bir olayı abartarak, çarpıtarak toplumun hassas noktasına dokunmuş, yaygaracılık, haybatçılık yaparak insanları öfkelendirmeye, saldırganca bir tavır takınarak linç kışkırtıcılığı yapmaya çalışmıştır.

Ne yazık ki insanların, eksik ve yalan bilgilerden yola çıkan bu türden kışkırtmalara kanma ihtimalleri yüksektir. 6-7 Eylül olayları, Mustafa Kemal’in Selanik’teki evinin Yunanlar tarafından bombalandığı yalanı üzerine patlak vermiştir. Günümüzde de gerek sosyal medyada gerekse yazılı ve sözlü basında hurma satıcısının yaygaracı tavrına benzeyen zorbalıklara rastlıyoruz. İşte bu toplumsal reaksiyona “Pis hurma sendromu” adını vermek istedim.

Bu adlandırmada bir teşbih var; teşbihte ise hata aranmamalıdır. Şimdi birisi çıkıp da Çamlıca’daki Eniştemiz romanından aktardığım hikâye ile ilgili olarak “Bu hikâyede kutsalımıza hakaret ediliyor” derse yeni bir pis hurma sendromu sergilemiş olur. Çünkü söz konusu roman yaklaşık seksen yıldır piyasada ve aktardığım hikâyede kutsallar değil, yaygaracı insanlar eleştiriliyor. Velhasıl yaygaracılık, haybatçılık kötü bir şey olmanın yanı sıra komik bir şeydir de…

Günümüzde pis hurma sendromu maalesef, gerçekleri söyleyen bilim insanlarına, aydınlara, vatanseverlere, vatandaşlara baskı yapmak amacıyla kullanılıyor.[119]

Bununla eş zamanlı olarak suç patlaması yaşanıyor. Cezaevlerine giren hükümlülerle ilgili veriler ekonomideki bozulmayı ve toplumdaki çürümeyi gözler önüne seriyor.

Hırsızlık 7 kat, kaçakçılık 9 kat, cinayet 6 kat, cinsel suçlar 10 kat arttı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilere göre, 11 yılda cezaevine girenlerin sayısı 3.8 kat arttı.

TÜİK’in Kasım 2020’de yayınladığı en güncel veri 2019 yılına ait. Buna göre 2019’da ceza infaz kurumlarına 281 bin 605 kişi girdi. Bu sayı 2009’da 74 bin 404 kişiydi.

Suç türü üzerinden veriler irdelendiğinde, hırsızlık, cinsel suçlar, uyuşturucu ve kaçakçılık alanında işlenen suçlarda patlama yaşandığı görülüyor.

2009’da öldürme suçundan içeri girenlerin sayısı 1.514 iken bu sayı 6 kat artarak 9 bin 574’e, yaralamada ise 4.5 kat artarak 34 bin 987’ye çıktı.

Aynı dönemde cinsel suçlar 10 kat artarak 562’den 5 bin 800’e yükselirken, hırsızlıktan hükümlülerin sayısı 7 kat, uyuşturucudan hapis cezası alanların sayısı 11 kat arttı.

11 yılda kaçakçılıktan cezaevine konulanların sayısı 9 kat artışla 935’ten 8 bin 111’e yükselirken, sahtecilik suçu 5 kat, yağma 11 kat, trafik suçları ise 15 kat artış gösterdi.[120]

Söz konusu hâl Hermann Hesse’nin, “Kendileri düşünemeyen veya sorumluluk alamayanlar, yaygara koparan bir lidere ihtiyaç duyarlar,” tarifiyle somutlanırken; itaat ve biatın tabanı genişlerken; siyasal İslâmın totaliter dayatmaları toplumu polarize ediyor.

Yani coğrafyamız artık aynı “realiteyi” paylaşmıyor. Birbirinden çok farklı en az iki “realiteden” söz etmek olanaklıdır: Siyasal İslâmın “hakikât rejimi” ile karşısındaki farklılıklar toplamı!

Bu koşullarda, coğrafyamızda rejimin restore edilmesi mümkün değildir; kaldı ki mevcut tabloda bunu yeterince net biçimde doğrulamaktadır!

Özetin özeti: Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’nun dahi, “Gelişmelerin tamamı Türkiye’nin anayasasının daha önceki maddelerinde yazan, önceden alışkın olduğumuz çok partili hayatın sonuna geldiğimizi gösteriyor,”[121] dediği tabloda Antonio Gramsci’nin, “Doğu’da devlet her şey olduğundan sivil toplum ilkel ve pelteleşmiş hâldedir,”[122] uyarısı kulaklara küpe edilmelidir!

III.2) İNSAN HAK(SIZLIK)LARI

“Nasıl yaşar insan?

Çiğneyerek, ezerek,

Öbür insanları yiyerek!

Yalnız böyle yaşayabilir insan

İyice unutabilmek için insan olduğunu.”[123]

‘Freedom House’un “Demokrasi Kuşatma Altında” başlıklı raporuna göre Türkiye, 10 yılda özgürlükler konusunda en büyük gerilemenin yaşandığı ülkeler arasındayken;[124] ‘AKP İktidarının Hak İhlâlleri Karnesi’ raporuna göre, 2002-2018 kesitinde 47 bin 910 kişinin yaşam hakkı ihlâl edildi. (Bu sayıya sokağa çıkma yasaklarının yaşadığı dönem ile 2013 Gezi eylemlerine ilişkin veriler dahil değil.)[125]

Rapora göre 17 yılda yaşam hakkına yönelik yoğun ihlâller yaşandığı, bu nedenden ötürü 41 bin 694 kişinin yaşamını yitirdiği belirtildi. Ölenlerin 875’inin ise çocuk olduğu açıklandı.[126]

Yine rapora göre, 2019’da toplam bin 474 kişi işkence gördüğüne dair başvuruda bulundu. Cezaevlerinde işkence ve kötü muamele gördüğünü söyleyenlerin sayısı ise bin 160 idi.[127]

Türkiye İnsan Hakları Vakfı, 16 Ağustos 2015’ten 2019’a dek en az 332 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini, yasaklardan en az 1 milyon 809 bin kişinin etkilendiğini açıkladı. En çok yasak ilan edilen kent, 190 yasakla Diyarbakır oldu.[128]

Ayrıca AKP Türkiyesi ‘Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) yayımladığı ‘2019 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 157’nci sırada yer aldı; 2018’de de 180 ülke arasında 157’nci sırada yer almıştı.[129] Endeksin ilk kez yayımlandığı 2002’de 99’uncu sırada yer alan Türkiye, 2016’da 151, 2017’de 155, 2018 ve 2019’da 157, 2020’de ise 154’üncü sıradaydı.[130]

Ve “Hak ihlâllerinin arttığı cezaevleri”![131]

Zindanlarda 16 Kasım 2018 itibarıyla 260 bin 144 kişinin olduğu Adalet Bakanı Abdülhamit Gül tarafından açıklanırken;[132] AKP iktidarı süresince cezaevlerinin ve tutukluların sayısı her geçen gün arttı. 2006 ve 2019 kesitindeki 14 yılda 178 yeni cezaevi açıldı. Sadece 2019’da 14 cezaevi açıldı.

Adalet Bakanlığı’na göre Mart 2019’da Türkiye’de 313 kapalı, 75 açık, 9 kadın kapalı, 8 kadın açık, 7 çocuk kapalı, 5 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 396 ceza infaz kurumu bulunuyordu. Bu kurumların toplam kapasitesi 220 bin 8 kişi. Ancak bu cezaevleri de kapasitesinin pek çok üstünde doluydu. Adalet Bakanı Gül’ün açıklamasına göre, 17 Haziran 2019 itibarıyla Türkiye’de yaklaşık 300 bin tutuklu ve hükümlü vardı.[133]

Bunlarla birlikte benzeri veriler Jean-Jacques Rousseau’nun, “Devlet büyüdükçe, özgürlük de o oranda küçülür,” saptamasını teyit ederken; hakkın, birilerinin bize vereceği bir şey değil, hiç kimsenin bizden almasına izin vermememiz gereken bir şey olduğunu unutmamak gerekiyor!

III.3) EKONOMİ ÇÖKERKEN!

“Yüreği para diye çarpanlar,

şaşılacak derecede kolay kandırılır.

Ciğerleri beş para etmez onların.”[134]

“Zenginliğin yeniden dağıtımında çok büyük bir sorunumuz var. Sömürü şeytani boyutlara vardı...”[135] saptaması bire bir Türkiye’yi anlatırken unutmamakta yarar var:

“Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları köreltir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır. Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.”[136]

Genel hâl(imiz), aşağı yukarı böyle; ama bu kadar değil!

Evet karanlık bir dönemden geçtiğimiz doğru; ancak umutsuzluğa kapılmak için bir neden yok. Kötü yanının tarihi ürettiğini unutmayanlar açısından umutlanmak için pek çok neden var.

Öncelikle totaliter iktidarın çürüme tohumlarını içinde taşıdığını ve baskının da bununla ilintili olarak katmerlendiğini görmekte yarar var.

Yoksulluk, işsizlik arttıkça iktidarın tabanı daralıyor; iktidarın sahip olduğu destek giderek azalıyor.

Lakin elbette rejimin çöküşü, kendiliğinden olmayacak ve kolay kolay da gitmeyecek(ler)!

III.3.1) GENEL HÂL(İMİZ)

“Zaman sayısız geleceğe doğru

hiç durmamacasına çatallanıyor.”[137]

“Şahlanıyoruz”, “Büyüyoruz”, “en büyük 10 ekonomiden biri” derken Türkiye ekonomisi geri dönülmez bir uçuruma doğru hızla yol alıyor. “Ekonomik harakiri yapıldığı”ndan[138] söz edenler haksız sayılmaz!

Ciddi bir ekonomik daralma yaşanan Türkiye’de, küçük bir azınlık dışında herkes yoksullaşıyor. Gelir düzeyi düştükçe de ekonomi ana endişe kaynağını oluşturuyor; toplumsal tedirginlik büyüyor.

İşsizlik artışı, konkordato ve iflas gibi soru(n)lar büyürken; istikrarsızlık krizi körüklüyor. Döviz kurları, enflasyon, borçlanma, döviz hareketleri, işsizlik, yoksulluk, kapanan işyerleri, intiharlar krizin öne çıkan göstergeleri oluyor.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), pandeminin 72 düşük ve orta gelirli ülkenin karşı karşıya olduğu borç sorunlarını kötüleştirdiğini; 2021-2025 dönemine ait 598 milyar dolarlık borç geri ödemelerini tehlikeye attığını açıklarken; Türkiye için de 2021’de geri ödemede alarm sinyalleri çalacağından söz ediliyor.[139]

Erdoğan rezervlerde yaşanan gelişmeleri, pandemi döneminde alınması zorunlu tedbirler olarak açıklasa da gerçek daha farklı. Covid-19’un Türkiye’de görülmeden önceki 9 ayda Merkez’in 41 milyar TL’lik ihtiyat akçesi ve rezervlerinin yüzde 26’sı iç edilmiş, kamu bankalarının döviz açığı 14.5 katına çıkmıştı[140] bile.

Ayrıca “Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)” (enflasyon) Şubat 2021’de yıllık yüzde 15.61 artış gösterdi. Endekste “aylık artış” yüzde 0.91 oldu. Gıdadaki artışın yüzde 2.57 oldu. 2018’den beri enflasyon, geçmiş yıllara kıyasla 2 kat daha yüksek olmuştu.[141]

Milli gelir, 142 milyar dolar kayba uğradı, 891.8 milyar dolardan 717 milyar dolara düşüp; kişi başına gelir aylık dönemde 10 bin 694 dolardan 8 bin 599 dolara inmişti.

Merkez Bankası, borçlar düşüldükten sonra net 36 milyar dolar rezerve sahipken, tek adam rejiminin ardından eksi 59 milyar dolara düşmüştü.

Tek adam rejimi öncesinde gerçek işsiz sayısı 6 milyon 864 bin kişi ve gerçek işsizlik oranı yüzde 20.7’ydi. 2020’de rakam 11 milyon 195 bin kişiye yükselirken oran ise yüzde 31.1’e çıkmıştı.

Haziran 2018’de 970 milyar lira olan devletin iç ve dış borçları, yüzde 91 artışla Ocak 2021’de 1 trilyon 838 milyar liraya tırmanmıştı.

Vatandaşların Haziran 2018’de bankalara olan borcu 526 milyar lira düzeyindeyken, Şubat 2021’de yüzde 61 artışla 838 milyar lirayı bulurken; Türk-İş, Haziran 2018’de dört kişilik ailenin açlık sınırını bin 714 TL olarak hesaplamıştı. Bu rakam, Şubat 2021’de 2 bin 719 liraya yükselmişti.[142]

Dahası da var: 2020’de İstanbul’da 9 bin 587, İzmir’de ise 6 bin 537 esnaf kepenk kapattı. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Sicil Gazetesi verilerine göre 2020’de her gün ortalama en az 273 esnaf iflas etti. 2019’da ise bu sayı 114 bindi.[143]

Ve 20 ilde bin esnaf ile yapılan ankete göre, esnafın yüzde 86’sı kira, fatura, vergi borçlarını ödeyememişti.[144]

Ayrıca halkın gelir düzeyi hızla azalırken; art arda gelen zamlarla bir vatandaş Osmangazi’den geçmek için milli gelir bazında Japonya, Fransa, ABD gibi ülkelerdeki köprülere göre 8 kat fazla öder hâle geldi.[145]

İçinde trafik kurallarına uymama, maske kullanmama gibi nedenlerle kesilen cezaların olduğu idari para cezaları 11 ayda yüzde 46.4 arttı ve 8.2 milyar TL oldu.[146]

III.3.2) YOKSULLUK

“Bazı şeyleri yaşamadan

anlayamazsınız, üzerinde

yorum yapamazsınız.”[147]

TBMM’deki bütçe görüşmelerinde, bir eline “iş” diğer eline “aş” yazarak yaşamına son veren yurttaşa yönelik soruları görmezden gel Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Selçuk, “Türkiye’de yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk, sorun olmaktan kalktı,”[148] dese de; İzmir’in Karabağlar ilçesinde 30 yıllık kahvehane işletmecisi Nuri Çengeloğlu (59) biriken borçları yüzünden bunalıma girip 25 Mart 2021’in akşam saatlerinde sosyal medya hesabından “Ölümümden kimse sorumlu değil artık dayanacak gücüm kalmadı, kamunun dikkatine sevenlerimi üzdüm herkes hakkını helal etsin benim sonum böyleymiş” mesajını paylaşıp intihar etti.[149] İntiharlar tırmanarak artıyor!

Kolay mı?

‘Derin Yoksulluk Ağı’ verilerine göre İstanbul’da her 100 kişiden 14’ü gıdaya hiç erişemezken, yüzde 49’u belirli besin gruplarına erişemiyor![150]

“Türkiye’de her 10 evden ikisinde aileler yoksulluk sınırı altında yaşıyor ve temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor”![151]

BİSAM’ın ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Mart 2021 Dönem Raporu’na göre, açlık sınırı 2 bin 716 TL, yoksulluk sınırı 9 bin 395 TL oldu.  Yani Türkiye’de 18 yılda açlık sınırı 6.5 kat arttı![152]

DİSK Emekli Sen Başkanı Cengiz Yavuz, “Ülkede yaklaşık 14 milyon emekli ve hak sahibi yurttaş bulunuyor. Bu 14 milyon emeklinin 5 milyon 902 bini SSK emeklisi, 2 milyonu dul ve yetim hak sahipleri. Ortalama SSK emeklisi aylık ücreti 2.206 lira. Ne yazık ki, 14 milyon emeklinin yaklaşık 8 milyonu açlık sınırı altında ücret alıyor. Yaklaşık bir milyon emekli 1.418 lira ya da altında; 8 milyon 850 bin emekli asgari ücretin altında ücret alıyor,” dedi![153]

Türk-İş’in araştırmasına göre ise, 2021’in Mart’ında dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 bin 736, yoksulluk sınırı 8 bin 912 lira oldu![154]

Kişi başına 8 bin 599 dolar milli geliriyle Türkiye, 192 ülke arasında 74’üncü sıraya düştü![155]

BM’nin ‘Dünya Mutluluk Raporu’na göre, 149 ülke arasında 2020’de 93. sıradaki Türkiye bir yıl içerisinde 104. sıraya geriledi![156]

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 2020’nin ilk 9 ayında 100 milyon 600 bin TL’lik elektrik, 399 milyon TL’lik de doğalgaz faturasının ödenmediğini ve borcunu ödeyemeyen 120 bin abonenin elektriksiz kaldığını açıkladı![157]

III.3.3) BORÇ(LANMA)

“Özgürlük çok pahalı

bir maldır, paradan

daha değerlidir.”[158]

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’nin 450 milyar dolar olarak hesaplanan brüt dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 62.8 düzeyine çıktı ve Cumhuriyet tarihindeki en yüksek noktaya ulaşıldı.[159]

Kamu ve özel sektörün toplam 435 milyar dolar dış borcu bulunuyor. Söz konusu tutar ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 59’una denk geliyor. Dış borcun 190.3 milyar dolarının 1 yıl içinde döndürülmesi gerekiyor. Bu hâliyle vadesine 1 yıldan az kalan dış borçlar tarihi rekorunu kırdı.[160]

İlhan Kesici, “Cumhuriyet’in kurulduğu 1923’ten 2002’ye oluşan borcun 3 katı son 18 yılda yapıldı. Borca karşılık 602 milyar dolar faiz ödendi. Kim faizci? AKP mi yoksa CHP’mi? Ekonomiyi boğan rakam da bu!” derken; “Dış ticaret açığı 1.1 trilyon dolar… Faize ödenen para 602 milyar dolar… Vatandaşın kişisel borcu 26 kat arttı.”[161]

Ayrıca 2017 sonu itibarıyla yalnızca 103 milyon dolar büyüklüğünde döviz cinsinden iç borç; 2020  sonu itibarıyla 36 milyar 161 milyon dolara çıkmış durumda. Dolayısıyla döviz cinsinden iç borç tutarının söz konusu dönemde tam 351 kat artırıldığı görülüyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dönemi boyunca yürütülen borçlanma, aynı AKP iktidarının ilk yıllarında (2003 - 2006) olduğu gibi, baş döndürücü bir tempoda gerçekleşti. Kamu sektörünün iç borç stoku 2018’de 665 milyar TL’den 2020 sonunda yüzde 75 oranında artırılarak, 1 trilyon 196 milyar TL’ye çıkarıldı; dış borç stoku ise 139 milyar dolardan 166 milyara yükseltildi.[162]

Bunların yanında ekonomideki sıkıntılar ile pandemi, kredi ve kredi kartı borçlusu sayısının 2 milyon 107 bin kişi artarak 34 milyon 4 bin kişiye yükselmesine yol açtı.  Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, 12 Şubat 2021 itibarıyla toplam kredi kartı borç tutarının 147.9 milyar TL, toplam tüketici kredi borcunun ise 679.9 milyar TL olduğunu açıkladı. Borç ortalaması 25 bin lirayı aştı.[163] Yani iki yetişkinden birinin bankalara borcu var.[164]

‘Türkiye Bankalar Birliği’ne göre, 2020 Nisan’ı da 920 bin kişi ilk kez ihtiyaç kredisine başvurdu ve ihtiyaç kredisi kullananların kişi başına borcu 1 yılda 8.8 bin liradan 11.8 bin liraya yükseldi![165]

Ayrıca TBB Risk Merkezi verilere göre, 2021’in Ocak’ında ilk kez kredi kartı kullananların sayısı, 2020’nin Aralık’ına göre yüzde 234 oranında artarak 351 bine yükseldi. Kredili mevduat kullananların sayısındaki artış yüzde 442’yi buldu, sayı 380 bine ulaştı.[166]

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın ekonomideki gelişmeler ve genel görünüme yer verdiği raporunda yer alan “bankacılık sektörü tüketici kredileri ve kredi kartlarının gelişimi” verilerine göre tüketici kredilerinde toplam bakiye 691.8 milyar liraya ulaştı. Bireysel kredi kartlarındaki toplam bakiye tutarı da 154.7 milyar lira oldu. Bankacılık sektörü tüketici kredileri türlerinin gelişimine bakıldığında ise faizlerdeki artışa rağmen konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerine talep sürdü. 26 Mart 2021’de 276.8 milyar lira olan konut kredileri toplam bakiyesi 277 milyar liraya, 13.3 milyar lira olan taşıt kredileri 13.6 milyar liraya, 399.9 milyar lira olan ihtiyaç kredileri de 401.2 milyar liraya çıktı. İhtiyaç kredileri, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den beri ilk kez bu seviyeye ulaştı.[167]

Ve nihayet ‘REM Esnaf Barometresi’nin 2021 Şubat verilerine göre, borcu olan esnaf oranı yüzde 65’e çıktı. Bu oran Aralık 2020’de yüzde 45, Ocak 2021’de yüzde 51’di![168]

III.3.4) İŞSİZLİK

“İnsanlığın büyük bölümü,

sessiz bir çaresizlik içinde yaşar.”[169]

DİSK-AR’ın ‘2021 İşsizlik ve İstihdamın Görünümü’ raporunda geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 28.3 iken, kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 35.6, erkeklerde ise yüzde 24.4 olduğu vurgulandı.[170]

Gerçek işsizlik 7 milyon ve Türkiye işsizlikte OECD üçüncüsü.[171]

İş bulma ümidi olmayanlar yüzde 137 artış ile 1.3 milyon kişi.[172]

Genç işsizlik oranı ise yüzde 25’e vardı.[173]

III.3.5) VE İSRAF İLE TALAN

“Her hükümet hırsızlardan

bir araya gelmiştir.”[174]

Yorumsuz; olduğu gibi aktarıyoruz!

i) AKP iktidarının kamu kaynaklarının uzun yıllara yayılacak şekilde belli şirketlerin kasasına aktarılmasına yol açan pahalı, verimsiz, halktan gizlenen sözleşmelerle hayata geçirdiği kamu özel işbirliği projelerinin büyüklüğü 150 milyar doları aştı. Sayıştay’ın denetim raporlarına yansıyan saptamalar, dümenin şirketlerde olduğu bu sistemde kamunun nasıl zarara uğratıldığını gözler önüne serdi![175]

ii) Kütahya’daki Zafer Havalimanını, 2020 için 1 milyon 279 bin 352 yolcu garantisine karşılık sadece 7 bin 429 yolcu kullanmış. İşletmeciye aradaki fark için devlet kasasından 6 milyon 738 bin avro ödenecek![176]

iii) 2020’de sadece Osmangazi Köprüsü’ne 3.4 milyar TL garanti ödemesi yapıldı.[177] Ödeme tutarı 3 yıl öncesine göre yüzde 161 oranında arttı![178]

iv) Avrasya Tüneli için 2020’de verilen araç garantisinin yarısına bile ulaşılamadı; geçmeyen 12 milyon 697 bin araç için Hazine’den 54 milyon 851 bin dolar daha çıkacak. 2017’de tünelden geçmeyen araçlar için 38 milyon 804 bin dolar ödendi. 2018’de 31 milyon 412 bin dolar daha gitti. 2019’da ise 30 milyon 219 dolar ödendi. 2020 faturası da 54 milyon 851 bin dolar oldu. Böylelikle 4 yılın bilançosu 155 milyon 286 bin dolara yükseldi. Tünel geçiş ücretine de 2021 yılı başında 10 lira zam yapıldı ve 36 liradan 46 liraya çıktı![179]

v) Sağlık Bakanlığı, şehir hastaneleri için 2020’de müteahhitlik şirketlerine 8.7 milyar TL kira ve hizmet bedeli ödedi. Müteahhitlik şirketlerine bir yılda ödenen tutar ile bin yataklı 8 şehir hastanesi yapılabilir![180]

vi) AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresindeki koruma kalkanı yani Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı için 2020’de 263 milyon 627 bin TL harcandı. TBMM korumaları için harcanan tutar ise 100 milyon TL oldu![181]

vii) Cumhurbaşkanlığı’nın kullanımındaki ve nereye harcandığı açıklanmayan “örtülü ödenekten” Mart’ta 371.5 milyon TL harcama yapıldı. Nereye harcandığı açıklanmayan ve bütçe giderleri içerisinde “gizli hizmet giderleri” olarak gösterilen “örtülü ödenekten” 2021’in Mart’ında rekor harcama gerçekleşti. Şubat’ta 89.3 milyon TL olan “örtülü ödenek” harcaması Mart’ta 4 katın üzerindeki artışla 371.5 milyon TL’ye çıktı. 2020’nin Mart’ında söz konusu ödenekten yapılan harcama 222.7 milyon TL’ydi![182]

viii) 2021’in ilk iki ayında bütçe gideri yüzde 8.2 artışla 210 milyar lira, gelir yüzde 0.4 artışla 209 milyar lira ve açık 1 milyar lira oldu. Bütçenin detaylarına göre, örtülü ödenekten Şubat’ta 89.3 milyon, ilk iki ayda 357.1 milyon TL harcama yapıldı. Şubat’ta, kiralanan taşıtlara 23.7 milyon TL, binalara 26.8 milyon TL ödendi. Faaliyetlerin yeniden başlamasıyla temsil ve tanıtma giderleri Şubat’ta 6.2 milyon TL’ye çıktı. Sosyal güvenlik kurumlarına da 4.6 milyar TL cari transfer yapıldı. 2021 için verilen ödeneklerden Cumhurbaşkanlığı’nın 4 milyar lira olan başlangıç ödeneği 4 milyar 267 milyon TL’ye yükseltildi. İlk iki aylık harcaması da 430.4 milyon TL oldu.[183]

ix) Yurttaşa ucuz alışveriş için ‘akşam pazarı’ tavsiyesinde bulunan Diyanet, 10.9 milyar TL’sini harcadığı 2020 bütçesinden yakındı. Vakıf ve derneklere milyonlarca lira aktaran idare, “Yatırım ödeneğimiz artırılsın” talebinde bulundu. 2020 için ayrılan 11.5 milyar TL’lik ödenek ile yatırımcı bankaların da aralarında olduğu çok sayıda kamu kurumunun bütçesini geride bırakan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyet raporu, yüksek harcamaları bir kez daha gözler önüne serdi. Rapora göre idare, dev bütçesinin 8.8 milyar TL’sini personeli için harcadı. 2020 yılında toplam 10.9 milyar TL harcayan Diyanet, isimleri açıklanmayan birçok dernek ve vakfa, “Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler” kaleminden 78.4 milyon TL aktardı. 2020’de 11 milyar TL’ye yakın para harcayan idare, 297 milyon TL’lik mal ve hizmet alımı yaptı![184]

Hâl(imiz) böyle; yoruma gerek var mı? Görüyorsunuz!

IV. AYRIM: “NE”Yİ, “NASIL” YAPMALI?

“No queremos sobrevivir,

queremos vivir.”[185]

Öncelikle; “Bir şeye karar vermek, başlangıçtan başka bir şey değildir.”[186]

Bununla beraber; “Önemli olan şu ya da bu kişinin görüşü değildir; kolektif hâle gelen, toplumsal bir öğe, toplumsal bir güç olan görüşler bütünüdür.”[187]

Ayrıca “Her şey politikadır, felsefe ya da felsefeler bile. Felsefe de hareket hâlindeki tarihtir, yani yaşamın kendisidir.”[188]

Böyle düşünüp/ davranmaya gayret ederken; Thales’in, “Zor olan kendini bilmek. Kolay olan başkalarına öğüt vermek,” uyarısını “es” geçmeden; birilerine bir şeyler “öğretme iddiası”ndan[189] uzak durma gayretiyle aktarıyoruz:

“Tarihten ve siyasetten ayrılınca felsefe metafizikten başka bir şey olmaz. Oysa praxis felsefesinin temsil ettiği çağdaş düşünüşün büyük başarısı, felsefenin somut olarak tarihselleştirilmesi ve tarihle özdeşleştirilmesidir.”[190]

“Praxis felsefesi, bütün bu kültür geçmişinin, Rönesans’ın, Reform’un, Alman felsefesinin ve Fransız Devrimi’nin, Kalvenizm’in, klasik İngiliz ekonomisinin, tüm çağdaş dünya görüşünün temelinde bulunan liberalizmin ve tarihsellik anlayışının açtığı yolda bir aşamadır. Praxis felsefesi halk kültürü ile yüksek kültür arasındaki karşıtlıkta diyalektikleşen bütün bu fikir ve ahlâk reformunun en yüce doruğudur. Bir sentez demektir.”[191]

“Marx, fikir planında, belki yüzyıllarca sürecek, yani devletin ortadan kalkacağı ve ‘sınıfsız’ toplumun kurulacağı zamana kadar gidecek olan bir çağı başlattı.”[192]

“Bir derecelendirme yapmak (hiyerarşi kurmak) üzere Marx’la İliç arasında bir paralellik kurmaya çalışmak budalaca, yararsız bir iştir: İkisi de iki aşamayı ifade ederler; aynı zamanda türdeşten heterojene bilim-eylem evresidir.”[193]

O hâlde Marksizm-Leninizmin dünyayı değiştiren bir eylem bilgisi (devrimci praksis) olduğunu asla unutmadan: “Bu halk cahil, bu halk bilinçsiz, bu halktan bir halt olmaz,” demenin doğru olmadığının altını ısrarla çiziyoruz.

Hayır! Onları, “Üç beş kelimeyle kandırılıyorlar,” diye küçümsemeye kalkışmak umudunu yitirmiş bir aymazlıktır.

1789 Fransa’sında Bastille’i, Versailles Sarayı’nı basanları; 1917’de Kışlık Saray’ın önündeki “Ekmek ve adalet istiyoruz,” haykırışlarını anımsamak yeter de artar bile!

Şimdi mesele “Artık savunma dönemi bitti, hücuma geçme zamanı,”[194] söyleminin de ötesine geçen eylemde!

Devrimcileri boy hedefine dönüştüren şiddet dalgası yükselirken; “Gelecek seçimlerin hangi koşullarda yapılacağı, yapılıp yapılmayacağı dahi belli değildir ama karanlık bir resmin şekillenmekte olduğu kesindir.”[195]

Bu tabloda “Rasyonel (neo-liberal) ekonomi yönetimine uygun, demokratik hakları ve özgürlükleri genişletecek reform beklentileri içinde olanlar, şimdi şok yaşıyor olmalılar. Seçimlere umut bağlayanların da kaderi farklı olmayacak!”[196]

Özetle “Muhafazakâr demokrat inkılâp”çıların,[197] “Yetmez Ama Evet”in kifayetsiz muhterislerinin[198] de görmesi gerektiği üzere, olağanüstü olağanlaştırılırken; totaliter rejim ancak kriz yönetimini sürekli kılarak istikrar kazanabilir. Bu nedenle “yumuşama”, “geri adım”, “seçim”, “yüklerinden kurtulmak” beklentileri ham hayallerdir.

Çünkü, “Rejim yolun sonundadır. Buradan gidecek başka bir yeri olmadığı, ülke siyasetinin de bir “kötü sonsuz” içine girdiği söylenebilir!  Ekonomi (cari açık, negatif rezervler, rekor düzeyde kısa dönemli dış borç, yoksulluk, işsizlik) ve pandemi birlikte kontrolden çıktılar; insanların yaşamlarını altüst etmeye devam ediyorlar. 

AKP rejimi, hem Rusya hem ABD iskemlelerine oturarak iş yapmaya çalışıyordu. Şimdi bu iki iskemle hızla birbirinden uzaklaşıyor, AKP rejiminin bu ülkelerle ilişkileri bozuluyor. Kanal İstanbul projesinin yanında Montrö Anlaşması’nı aniden gündeme getirdikten sonra AKP rejimi, bu iki iskemleye birden oturmaya daha ne kadar devam edebilir?

Peki, rejim bu noktadan nereye gidebilir? Her madde bağımlısı gibi dozu daha da artırmaya çabalamasını, artan dozun maliyeti karşısında daha da hırçınlaşmasını, içeride ve dışarıda daha büyük riskleri göze almasını bekleyebiliriz. ‘Kötü sonsuz’ derken bunu kastediyordum: Değişemeden, baskı ve şiddeti artırmaya, bir çıkış noktası sunamadan krizi derinleştirmeye devam eden bir süreç.”[199]

Evet, “Yeni bir normal(leşme)” beklentisi, karanlıkta ıslık çalmaktır. Soru(n)ları büyütüp, çoğaltarak bastırmaya gayret eden totalitarizm daha yıkıcı krizlerin yolunu açarak, bugünü kurtardığını zannediyor!

İktidarda kalma rejimlerinin öyküsü buyken; “İlk seçimde gidiyorlar” siyasi miyopluğuna hayır; “Açarsızlar”, “Zayıflar” türünden ucuzluklara son!

Amaçları devletin monolitik, toplumun korporatif örgütlenmesini sağlamakken; bu felaket gidişatını ancak emekçiler durdurabilir. Çözüm insanın insana kulluğuna “Hayır” diyen birleşik emek cephesindedir.

“Birlik” deyince; “omnis avis volat ad genus suum/ her kuş kendi cinsiyle uçar,” uyarısı göz ardı edilebilir mi?[200]

“Birlik, insanla madde (doğa-maddi üretim güçleri) arasındaki çelişkilerin diyalektik gelişmesinden doğar”ken;[201] “Her kapitalist ülke temel bir problemle karşı karşıyadır: Genel bir birleşik cephe taktiğinden ulusal hayatın somut problemlerini tarihsel olarak belirlenmiş hâlleriyle halk güçleri zemininde ele alan kendine özgü bir taktiğe geçiş problemi.”[202]

Söz konusu soru(n) ancak karakteristik çizgileri anti-emperyalist,[203] anti-faşist, anti-sömürgeci, anti-cinsiyetçi, ekolojik, politik özgürlüğün kazanılmasını hedefleyen eşitlikçi-özgürlük hattıyla aşılabilir.

Hiç birisisi, diğerine feda edilmesinin mümkün olmadığı ve edilemeyeceği anti-faşist, anti-sömürgeci, anti-cinsiyetçi, ekolojik özellikleri bağrında taşıyan politik özgürlük mücadelesi “demokrasi adına” ya da “günümüzün değişen koşulları”[204] söylenceleriyle emek/ eşitlik talebine sırt dönen soyut genellemelere kurban edilemez, edilmemelidir de!

Bunun için de anti-faşist, anti-sömürgeci, anti-cinsiyetçi, ekolojik özellikleri bağrında taşıyan politik özgürlük mücadelesi emek/ eşitlik talebine asla sırt dönmeden yüzünü başkaldıran insan(lık)ın tarihsel eylemliliğine, devrimci praksise çevirmelidir.[205] Malum insan(lık)ın en eski, en soylu niteliklerindendir başkaldırı.

Albert Camus’nün, “Ölüm korkusunu aşmadıkça insan için özgürlük yoktur,” notunu düştüğü ve Jürgen Habermas’ın da, “Zulüm gören bir halkın vahşi bir rejimden kurtarılması yüce bir eylemdir, siyasi hedeflerin en yücesidir,” diye tarif ettiği özgürlükçü başkaldırı; nedeni ve hatta sonucu ne olursa olsun büyük insan(lık) tarihinin aslî değerdir.

Bilindiği gibi, “Hayır demesini öğrenen biri” diye tanımlar[206] başkaldıran insan(lık)ı Albert Camus. 

Kolay mı? “Hayır” ya da başkaldırı öncelikle katlanılmaz bir haksızlığın yadsınmasına, sonra da bir hak inancına dayanır.

Haklı olduğumuz duygusu uyanmadıkça başkaldırı olmaz. Bundan ötürü başkaldıran insan(lık), her adımında benzersiz bilinç patlamalarının tarihini yazar. Bunun için de, “Bilinç, başkaldırıyla doğar.”

Her türlü “biat güzellemesi”ne karşı çıkışla müsemma başkaldırı için özgürlük vazgeçilmezken; özgürlük, ortadan kaldırılsa dahi başkaldırıyla, düşüncesiyle var olmaya devam eder.

“Olağanüstü karmaşık durumlar olmasaydı, devrimler hiçbir zaman patlak vermezdi,” diyen V. İ. Lenin’in, “Doğru olanı dürtü olmaksızın, hareket olmaksızın, ölüm sükûneti içinde, bir yalın imaj biçiminde hayal etmek olanaksızdır,”[207] vurgusunun altını çizerek dediklerimizi toparlarsak…

“Panta rei, oudei menei/ Her şey akar, hiçbir şey durmaz”ken; Server Tanilli’nin, “Tarih fotoğrafınızı bir kere çeker, dikkat edin gözleriniz kapalı çıkmasın,” uyarısını kulaklara küpe etmek gerek.

Düşünceler dünyayı davranışları etkileyebildiği ölçüde değiştirebilir. Davranış(lar)ımızla birlikte dünyayı değiştirmeyen bilgilerden de devrimci bir sonuç çıkmaz.

Max Frisch’in ifadesindeki üzere, “İnsan ancak kaybetme cesareti gösterdiğinde, her günü son günüymüş gibi yaşadığında gerçekten yaşar”ken; hiçbir başarısızlık, kararlılıkla başa çıkamaz!

Özetin özeti mi?

Kimileri Anton Çehov’un, ‘Altıncı Koğuş’undaki Doktor Andrey Yefimıç gibi, bizleri İvan Dmitriç’in “deliliği”yle mahkûm etmeye kalkışsa da tekrarlayalım:

“Belki doğru sözleri yerinde kullanarak konuşamıyorum, bana gülebilirsiniz ama yeni bir yaşamın ışıkları parlayacak, gerçekler, doğrular kötülüğü yenecek, bir gün bizim sokağa da bayram gelecek.”[208]

21 Nisan 2021 19:25:5, İstanbul.

N O T L A R

[*] Newroz, Şubat 2022…

[1] Ahmet Telli.

[2] Fyodor Dostoyevski, Yeraltından Notlar, çev: Ergin Altay, Can Yay., 2019.

[3] Samed Behrengi, Küçük Kara Balık, çev: Haşim Hüsrevşahi, Can Çocuk Yay., 1999.

[4] George Orwell, 1984, çev: Celâl Üster, Can Yay., 1984, s.235.

[5] Jack London.

[6] Jean Baudrillard.

[7] Fikret Başkaya, “Asıl Terör Devlet Terörüdür”, Kaldıraç, No:185, Aralık 2016, s.120-121.

[8] Murat Çakır, “Terör: Emperyalizmin Meşru Egemenlik Aracı”, Politika, Yıl:2, No:30, 11 Nisan 2016, s.16-17.

[9]  “Diyanet: Dünyanın Paris İçin Ayağa Kalkmasını İbretle İzledik”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2015, s.9.

[10] Nuray Mert, “Fukara Tesellisi: ‘Gerçek İslâm Bu Değil’...”, 8 Ocak 2015... http://www.duyarsiz.org/makale/fukara-tesellisi-gercek-İslâm-bu-degil_m73.htm

[11] Turan Eser, “Görelim Kaç ’Gerçek İslâm’ Varmış!: Baga’nın Siyah Cesetleri ve Paris’in Charlie Hebdo’su”, http://www.birgun.net/news/view/baganin-siyah-cesetleri-ve-parisin-charlie-hebdosu/11932

[12] Ender İmrek, “Je suis Charlie ya da Müslüman Mahallesindeki Yas!”, Evrensel, 10 Ocak 2015... http://www.evrensel.net/yazi/73146/je-suis-charlie-ya-da-musluman-mahallesindeki-yas

[13] Orhan Kemal Cengiz, “Gerçek İslâm Hangisi?”, Bugün, 10 Ocak 2015… http://www.bugun.com.tr/gercek-İslam-hangisi-yazisi-1432147

[14] Murat Sevinç, “Hiçbiri Gerçek Müslüman Değilse, Gerçeği Nerede?”, 9 Ocak 2015… http://alternatifsiyaset.net/2015/01/09/murat-sevinc-hicbiri-gercek-musluman-degilse-gercegi-nerede/

[15] Murat Paker’in, “Bir Fanatik Fantezi Olarak ‘Gerçek İslâm Bu Değil’…”, T24, 12 Ocak 2015... http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/bir-fanatik-fantezi-olarak-gercek-İslâm-bu-degil,11020

[16] Mehveş Evin, “Sorun ne Charlie ile Başlıyor, ne de Bitiyor”, 14 Ocak 2015… http://haber.sol.org.tr/medya/milliyetten-charlie-hebdo-sansuru-mehves-evinin-yazisi-internetten-de-kaldirildi-105236

[17] Oral Çalışlar, “İyi Müslüman, Kötü Müslüman”, Radikal, 12 Ocak 2015… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral_calislar/iyi_musluman_kotu_musluman-1270238

[18] Murat Aksoy, “Müslümanların Temel Açmazı”, Millet, 12 Ocak 2015… http://www.millet.com.tr/muslumanlarin-temel-acmazi-yazisi-1265481

[19] Edmund Burke.

[20] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Ecinniler, çev: Mazlum Beyhan, Türkiye İş Bankası Yay., 2012.

[21] “Türkiye’deki Yolsuzluk Dünyanın Dilinde”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2014, s.4.

[22] “Yolsuzluk, Krizle İkiye Katlandı”, Radikal, 9 Haziran 2010, s.4.

[23] “Yolsuzluğun Dünya Haritası”, Gelecek, No:131, 26 Aralık 2014, s.16-17.

[24] İlker Demir, “Haksız Kazanç Kapitalizmin Mayasıdır”, Taraf, 1 Ocak 2014, s.12.

[25] Halil Cibran.

[26] “Göçmen Trajedisi Her Geçen Yıl Katlanıyor”, Birgün, 18 Aralık 2020, s.4.

[27] Senem Görür, “Suç Örgütleri Giderek Göçmen Çocukları Hedef Alıyor”, 21 Nisan 2021… https://medyascope.tv/2021/04/21/suc-orgutleri-giderek-gocmen-cocuklari-hedef-aliyor-the-guardian-ve-lost-in-europeun-hazirladigi-calismaya-gore-avrupada-2018den-bu-yana-gunde-17-cocuk-gocmen-kayboluyor/

[28] “Meksika’dan ABD’ye Geçmeye Çalışan Çocuk Sayısı 2021’de 9 Kat Arttı”, 20 Nisan 2021… https://www.avrupademokrat.com/meksikadan-abdye-gecmeye-calisan-cocuk-sayisi-2021de-9-kat-artti/

[29] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski.

[30] İsmail Beşikçi, “TC, Kürtlerin Yokluğu Üzerine Kurulmuştur”, Sosyalist Mezopotamya, No:1, Mart 2018, s.7-9.

[31] “Güzel Kürtçemizi Öğrenmek İstiyorum”, Vatan, 26 Ocak 2015, s.15.

[32]  “Hakan Fidan’ın Akrabaları Artık BDP’li”, Cumhuriyet, 12 Mart 2014, s.5.

[33] Aslı Aydıntaşbaş, “Kandil Görüşmelerinin Perde Arkası”, Milliyet, 23 Mayıs 2011, s.17.

[34] “Hükümet Yetkilileri de Görüşmedeydi”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2011, s.4.

[35] “MİT’le Değil, Devletle Görüştük”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2012, s.7.

[36] “Aydar: Olay, PKK-Devlet Görüşmesidir”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2011, s.4.

[37] Ayşe Sayın, “Demirtaş: Devlet KCK İle Görüştü”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2011, s.4.

[38] “İmralı’da Hava Yumuşak”, Radikal, 9 Temmuz 2011, s.14-15.

[39] Deniz Zeyrek, “… ‘Yeni Anayasa’ Vaadiyle İkna Edildi”, Radikal, 9 Temmuz 2011, s.14-15.

[40] TESEV’in Demokratikleşme Programı kapsamında gazeteci Cengiz Çandar’ın hazırladığı “Dağdan İniş-PKK nasıl silah bırakır?” başlıklı rapor 24 Haziran 2011’de düzenlenen toplantıyla kamuoyuyla paylaşıldı.

Rapora göre Türkiye’nin Abdullah Öcalan ile doğrudan ve dolaylı görüşmelerinin 20 yıllık bir tarihi var. Raporda Öcalan’la ilk temasın Şam’da yaşadığı 1992-1993 döneminde, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yakın ilişki içerisinde olduğu Celal Talabani aracılığıyla kuruldu. Talabani, Özal ve dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in bilgisi dahilinde PKK’nın silah bırakması için girişimlerde bulundu.

- Abdullah Öcalan ile ikinci temas Başbakan Necmettin Erbakan tarafından 1996 yılında kuruldu. Erbakan resmi sıfat taşımayan aracılar vasıtasıyla Öcalan’la çatışmaların durdurulması ve çözüm aranması amacıyla sözlü ve yazılı mesajlar gönderdi. Fakat 28 Şubat süreciyle birlikte Başbakanlığı bırakmak zorunda kalınca bu süreç de bitmiş oldu.

- Üçüncü temas ise Erbakan’ın Başbakanlık’tan uzaklaştırılmasında başrolü oynayan askerler aracılığıyla gerçekleştirildi. Genelkurmay’ın üst rütbeli subayları tarafından “dolaylı olarak” yürütülen görüşmeler, 1997’de Bursa Cezaevi’nde yatmakta olan PKK’nın lider kadrolarından Sabri Ok ve Muzaffer Ayata üzerinden yapıldı. Telefonla, Şam’daki Öcalan’la görüşen Ok ve Ayata, Öcalan’ı askerlerin yaklaşımının ciddiyetine ikna etti. Öcalan avukatlarıyla yaptığı görüşmede bu girişimi şöyle anlatıyor:

“Karadayı ve Kıvrıkoğlu, her ikisi de savaşı sınırlandırmak istiyorlardı. Onlar da silahların susmasını, çatışmaların bitmesini, silahlı güçlerin bir yere toplanmasını, ondan sonra çözüme dair her şeyin konuşulabileceğini söylüyorlardı. Bize de haber gönderdiler.”

- Öcalan’la görüşmelerin dördüncü dönemi ise Öcalan yakalandıktan sonra cezaevinde başladı. Burada yüzyüze görüşmeler yapıldı. İlk görüşmeler 1999-2001 yılları arasında askerler tarafından gerçekleştirildi.

- Rapora göre, “beşinci dönem” olarak nitelendirilen 2002-2005 arasındaki dönemde Öcalan’la “daha öncekilerden farklı” askeri kadrolar görüştü.

- 2005 yılından itibaren “Devlet-Öcalan” görüşmeleri, “Asker-Öcalan” görüşmeleri olmaktan çıkmaya başladı. Hükümetin desteğiyle MİT de Öcalan’la görüşmeye başladı. Dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Emre Taner, İmralı Cezaevi’nde Öcalan’la görüştü. Ayrıca, hükümetin talebi üzerine Celal Talabani de devreye girdi.

- Hakan Fidan’ın 2010 yılında MİT Müsteşarı olmasıyla birlikte, Devlet-Öcalan görüşmelerinde “7. Dönem” başladı. Bu dönemde “devlet heyeti” şeklinde yapılan görüşmelere Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Müdürlüğü’nden bürokratlar da katıldı. (“İşte Devlet-Öcalan Görüşmelerinin Tarihi”, Milliyet, 25 Haziran 2011, s.20.)

[41] “KCK’nin Ne Olduğunu Bilmiyorum”, Cumhuriyet, 9 Mart 2012, s.5.

[42] William Shakespeare.

[43] Kanat Atkaya, “Bu mudur Adalet?”, Hürriyet, 11 Temmuz 2017, s.6.

[44] Oğuz Yıldız, “Soma Faciasından Kurtulan Madenci: Müfettiş Gelmeden Önce Hazırlık Yapıyorduk”, Cumhuriyet, 28 Ağustos 2015, s.3.

[45] Taylan Yıldırım, “Baca Skandalı”, Hürriyet, 22 Şubat 2016, s.11.

[46] Emre Döker, “Katliamın Tanıkları Konuşuyor: Köpek Gibi Azarlanıyorduk”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2015, s.15.

[47] Yavuz Özden-Meriç Tafolar, “Yeni Denetimsiz Madenler Açılıyor”, Milliyet, 15 Mayıs 2015, s.22.

[48] “AYM’den Soma Kararı: Yeniden Yargılama Yapılmalı”, Yeni Yaşam, 5 Ağustos 2020, s.4.

[49] Émile Zola, Germinal, çev: Volkan Yalçıntoklu, Can Yay., 2011.

[50] Jack London, Demir Ökçe, çev: Levent Cinemre, İş Bankası Kültür Yay., İş Bankası Kültür Yay., 2013.

[51] Vergilius (Publius Vergilius Maro), Çiftçilik Sanatı-Yunan ve Latin Klasikleri, çev: Çiğdem Dürüşken, Alfa Yay., 2015.

[52] Jean Paul Sartre.

[53] Augustinus.

[54] “Bizler çoğu kez, insan hakları üzerine konuşuyoruz. Ama aynı zamanda insanların hakları üzerine de konuşmalıyız! Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye, neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorunda? Diğerleri 70 yıl yaşasın diye, neden bazı insanlar 35 yıl yaşamak zorunda? Diğerleri müthiş derecede zengin olsun diye, neden bazıları berbat bir şekilde yoksul olmak zorunda? Ben, bir parça ekmeğe bile sahip olamayan dünya çocuklarının adına konuşuyorum!” (Fidel Castro.)

[55] Yalçın Doğan, “Darbe Liderine ‘Hayır’ Dedi”, Hürriyet, 11 Temmuz 2015, s.22.

[56] Napoleon Hill.

[57] Örsan K. Öymen, “Din ve Ahlâk”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2020, s.12.

[58] ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, ilk kez düzenli ibadet edenlerin oranı yüzde 50’nin altına düştü. Ülkedeki kilise üyeliği oranın 1937’de yüzde 70’in üzerinde olduğunu belirten Gallup, bugünlerde bu oranın yüzde 47’lere gerilediğini aktardı. (“ABD’de Düzenli İbadet Edenlerin Oranı İlk Kez Yüzde 50’nin Altına Düştü”, 5 Nisan 2021… https://www.avrupademokrat.com/abdde-duzenli-ibadet-edenlerin-orani-ilk-kez-yuzde-50nin-altina-dustu/)

[59] “Erdoğan’dan Tehdit: 400 Vekili Verin, Bu İş Huzur İçinde Çözülsün”, Evrensel, 2015… https://www.evrensel.net/haber/107046/erdogandan-tehdit-400-vekili-verin-bu-is-huzur-icinde-cozulsun

[60] William James.

[61] Metin Yeğin, “Parlamento Eşeğin Olsun!”, Gündem, 12 Mart 2015, s.13.

[62] Haluk Yurtsever, Tarihten Güncelliğe Sınıf Savaşları ve Devlet, Yordam Kitap, 2006, s.198.

[63] Jean Paul Sartre.

[64] Yadigar Aygün, “Düşleri Miras Kaldı…”, Yeni Yaşam, 20 Temmuz 2020, s.9.

[65] Napoleon Hill.

[66] Begüm Dönmez Ersöz, “Demokrasi Kuşatma Altında”, Cumhuriyet, 4 Mart 2021, s.9.

[67] Örsan K. Öymen, “Halkçılık ve Popülizm”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2018, s.9.

[68] Bernard Shaw, İnsan/Üstüninsan, çev: Halikarnas Balıkçısı, Bilgi Yayınevi, 2017.

[69] “Devlet daima bir tür seyirlik gösteri olmuştur. Ancak dünün tiyatro-devleti bugünün TV-devletinden çok farklıydı.” (Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev: Yavuz Aloğan, Everest Yay., 2006.)

“Belirtmek gerekir ki, etkili ölçüdeki bir basın özgürlüğünü, yurttaş haklarını ve bağımsız yargıyı teminat altına alan şey seçim demokrasisi değildir.” (Eric J. Hobsbawm, Küreselleşme, Demokrasi ve Terörizm, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2008.)

[70] Andery Tarkovski.

[71] Alvin Toffler, Üçüncü Dalga- Bir Fütürist Ekonomi Analizi Klasiği, çev: Selim Yeniçeri, Koridor Yay., 2018.

[72] Hallac-ı Mansur.

[73] Yusuf Gürsucu, “Davos’un Fotoğrafı: Kapitalizm Çaresiz”, Yeni Yaşam, 4 Mart 2021, s.8.

[74] Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2019 raporuna göre, yıllık küresel askeri harcama 1 trilyon 900 milyarı bulmuştu. (“Milyonlarca İnsan Açlıktan Ölme Tehlikesiyle Karşı Karşıya”, 20 Nisan 2021… https://www.avrupademokrat.com/milyonlarca-insan-acliktan-olme-tehlikesiyle-karsi-karsiya/)

[75] www.oxfam.org

[76] Mustafa Kumanova, “Zenginler ve Yoksullar”, 8 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/zenginler-ve-yoksullar-mustafa-kumanova/

[77] “Küresel Gıda Fiyatları Bir Ayda Yüzde 4.3 Arttı: Kıtlık Kapıyı Çaldı”, Birgün, 5 Mart 2021, s.13.

[78] “Yeni Yılda Daha Fazla Açlık Riski”, Birgün, 1 Mart 2021, s.4.

[79] Arundhati Roy.

[80] Tuğçe Tatari, “Eşitsizlik Politik Bir Tercihtir”, 27 Ocak 2021… https://t24.com.tr/yazarlar/tugce-tatari/esitsizlik-politik-bir-tercihtir,29626

[81] “Covid-19 Döneminde Türkiye’de Dolar Milyarderlerinin Serveti 15 Milyar Dolar Arttı!”, 7 Nisan 2021… http://arastirma.disk.org.tr/?p=5496

[82] “Dünyanın En Zenginleri Listesi Açıklandı”, 6 Nisan 2021... https://m.nerinaazad.cc/tr/news/life/people/dunyanin-en-zenginleri-listesi-aciklandi

[83] Hayri Kozanoğlu, “Servet Vergisi Hemen Şimdi: Yüzde 98.5’e Karşı Yüzde 1.5”, Birgün, 15 Aralık 2020, s.13.

[84] “BM Uyardı: 20’den Fazla Ülkede Akut Açlık Artacak”, 24 Mart 2021… https://www.avrupademokrat.com/bm-uyardi-20den-fazla-ulkede-akut-aclik-artacak/

[85] “Yoksullar Salgın ve Gıda Kriziyle Boğuşuyor”, Birgün, 9 Şubat 2021, s.4.

[86] Ignazio Silone.

[87] “BM: ‘Modern Köle’ Sayısı Arttı”, Yeni Yaşam, 11 Eylül 2019, s.9.

[88] “Dünyada 40 Milyon ‘Modern Köle’ Var”, Birgün, 11 Eylül 2019, s.2.

[89] “Körfez Ülkelerinde Binlerce Yabancı Köle Olarak İnternette Satılıyor”, 31 Ekim 2019… http://direnisteyiz27.org/korfez-ulkelerinde-binlerce-yabanci-kole-olarak-internette-satiliyor/

[90] Leonardo Sakomoto, “Modern Köleciliğin İzinde”, Birgün, 3 Şubat 2020, s.5.

[91] “72 Milyon Çocuk Cinsel Şiddet Riski Altında”, 18 Şubat 2021… https://www.avrupademokrat.com/72-milyon-cocuk-cinsel-siddet-riski-altinda/

[92] “Avrupa’da En Az 18 Bin Sığınmacı Çocuk Kayıp”, 18 Nisan 2021… https://www.avrupademokrat.com/avrupada-en-az-18-bin-siginmaci-cocuk-kayip/

[93] “Almanya’da 1579 Sığınmacı Çocuk Kayıp”, 24 Ocak 2021… https://www.avrupademokrat.com/almanyada-1579-siginmaci-cocuk-kayip/

[94] “Verem, Hâlâ Dünyadaki İlk 10 Ölüm Sebebinden Biri”, Birgün, 9 Ocak 2019, s.2.

[95] Andery Tarkovski.

[96] “OHAL Darbesi Kalıcılaştı”, Yeni Yaşam, 19 Temmuz 2020, s.8.

[97] “AKP Kendi Kontrgerillasını İnşa Ediyor”, Kızıl Bayrak, No: 2018/1, 5 Ocak 2018, s.3.

[98] “Mafyanın Devletleşmesi, Devletin Mafyalaşması”, Devrimci Duruş, No:93, Ocak 2021, s.5.

[99] Cihan Gün, “Sarayın İdeolojik Mühendislik Aygıtı Olarak Diyanet”, Atılım, Yıl:5, No:310, 19 Ocak 2018, s.16.

[100] Örsan K. Öymen, “Türkiye İslâm ‘Cumhuriyeti’!”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2019, s.12.

[101] Aydın Engin, “Niye Yeni Bir Devlet Kursunlar ki?”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2017, s.10.

[102] Ergin Yıldızoğlu, “Siyasal İslâmda Arzu ve Korku”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2020, s.12.

[103] Aydın Engin, “İslâmo-Faşizan Bir İktidarın Eşiğinde”, 22 Mart 2021… https://t24.com.tr/yazarlar/aydin-engin/İslâmo-fasizan-bir-iktidarin-esiginde,30318

[104] Ergin Yıldızoğlu, “Totaliter Rejim Burada, Muhalefet Nerede?”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2021, s.11.

[105] Carl Gustav Jung, Keşfedilmemiş Benlik, çev: Canan Ener, Barış İlhan Yayınevi, 2013.

[106] Francis Bacon, Antik Bilgelik, çev: Murat Can Mutlu, 1984 Yayınevi, 2020, s.18.

[107] Sinan Tartanoğlu, “İki Yıllık OHAL’in Bilançosu: Demokrasi Ayaklar Altında”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2018, s.10.

[108] Nurcan Gökdemir, “Erdoğan Evren’i Tam 70’e Katladı”, Birgün, 22 Mart 2021, s.8.

[109] Işık Kansu, “SADAT’tan Gladyo Eğitimi”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2021, s.4.

[110] “İktidarın SADAT Sessizliği”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2021, s.6.

[111] Nurcan Gökdemir, “Diyanet’ten Derneklere Vakıflara Milyarlık Destek”, Birgün, 12 Mart 2019, s.6.

[112] “Diyanet, 5 Bin Personel İçin İlan Açtı”, Birgün, 26 Eylül 2020, s.8.

[113] Sefa Uyar, “Yasadışı Olarak Varlığını Sürdüren Medreselerde Ortaçağ Düzeni”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2021, s.4.

[114] “Bekçi Sayısı 30 Bine Dayandı”, Birgün, 27 Kasım 2020, s.8.

[115] “10 Yılda Yapılan Kütüphane Sayısı Kaç?”, 15 Ekim2017… https://gunlukbakis.com/2017/10/15/10-yilda-yapilan-kutuphane-sayisi-kac/

[116] Mustafa M. Bildircin, “Cezaevlerine 10, Öğrenci Yurtlarına 1 Yatak Eklendi”, Birgün, 27 Mart 2021, s.7.

[117] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri 1. Cilt, çev: Barış Baysal, Kalkedon Yay., 2014.

[118] Abdülhak Şinasi Hisar, Çamlıca’daki Eniştemiz, Yapı Kredi Yay., 2005.

[119] Üstün Dökmen, “Pis Hurma Sendromu”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2021, s.2.

[120] “Suçlar Arttı”, Sözcü, 13 Şubat 2021, s.3.

[121] İpek Özbey, “Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu: İYİ Parti MHP ile Birleşsin İsteniyor”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2020, s.9.

[122] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2011.

[123] Bertolt Brecht.

[124]  “Türkiye Son 10 Yılda Özgürlüklerin En Çok Gerilediği Ülkelerden”, 3 Mart 2021… https://www.avrupademokrat.com/turkiye-son-10-yilda-ozgurluklerin-en-cok-geriledigi-ulkelerden/

[125] “İşte ‘AKP İktidarının Hak İhlâlleri Karnesi’…”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2018, s.5.

[126] Hüseyin Şimşek, “875’i Çocuk 41 Bin Kişi Öldürüldü”, Birgün, 17 Ocak 2020, s.7.

[127] Çağrı Sarı, “Bir Yılda 2 Bin 634 Kişi İşkence Başvurusu Yaptı”, Evrensel, 20 Ocak 2020, s.3.

[128]  “3 Yılda 332 Kez Sokağa Çıkma Yasağı”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2019, s.6.

[129] “157. Sıraya Demir Attık”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2019, s.9.

[130] “Türkiye Basın Özgürlüğünde 153’üncü Sırada”, 20 Nisan 2021… https://www.avrupademokrat.com/turkiye-basin-ozgurlugunde-153uncu-sirada/

[131]  “Cezaevlerinde Hak İhlâlleri Artıyor”, Yeni Yaşam, 13 Ekim 2020, s.5.

[132] “743 Çocuk İşlemediği Suçlardan Dolayı Cezaevinde”, Evrensel, 23 Kasım 2018, s.4.

[133] Gülcan Dereli, “Maltepe Sübyan’da Pozantı Yaşanıyor”, Yeni Yaşam, 18 Eylül 2020, s.9.

[134] Jack London.

[135] José Saramago, Defterler, çev: Nesrin Akyüz, Kırmızı Kedi Yay., s.233.

[136] Thomas More, Ütopya, çev: Vedat Günyol-Mina Urgan-Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Kültür Yay., 2006.

[137] Jorge Luis Borges.

[138] Reyhan Hacığlu, “Ekonomik Harakiri Yapıldı”, Yeni Yaşam, 28 Mart 2021, s.8.

[139] Özlem Ermiş Beyhan, “Türkiye Borçlanmada Şampiyon Olacak!”, Sözcü, 4 Nisan 2021, s.6.

[140] Ozan Gündoğdu, “Krizin Fitili Pandemiden Önce Ateşlenmişti”, Birgün, 25 Şubat 2021, s.13.

[141] Özgen Acar, “Kalkınıyormuşuz!”, Cumhuriyet, 5 Mart 2021, s.12.

[142] Erdem Sevgi1, “Her Alanda Gerileme”, Cumhuriyet, 11 Mart 2021, s.4.

[143] “Günde 273 Esnaf Battı”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2021, s.11.

[144] “Esnafın Yüzde 86’sı Borçlarını Ödeyemedi”, Birgün, 2 Mart 2021, s.13.

[145] Özlem Ermiş Beyhan, “Milli Gelire Göre 8 Kat Fazla Ödüyoruz”, Sözcü, 3 Ocak 2021, s.7.

[146] “Cezalar Rekora Koşuyor”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2020, s.11.

[147] Fyodor Mihalyoviç Dostoyevski, Ölü Bir Evden Hatıralar, çev: Ergin Altay, İletişim Yay., 2017.

[148] Hüseyin Şimşek, “Bakan Selçuk’a Görünmüyor: Yoksulluk Sorunu Yokmuş!”, Birgün, 12 Aralık 2020, s.7.

[149]  “Esnaf Nuri Çengeloğlu, Maddi Sıkıntılardan Ötürü Yaşamına Son Verdi”, Cumhuriyet, 26 Mart 2021, s.12.

[150] Özge Güneş, “Yeterli Beslenmek Haktır”, Birgün, 2 Mart 2021, s.2.

[151] Şehriban Kıraç, “Hande Tibuk: Ekmeğe Muhtaçlar”, Cumhuriyet, 17 Mart 2021, s.11.

[152] “BİSAM: Martta Açlık Sınırı 2 Bin 716 TL, Yoksulluk Sınırı 9 Bin 395 TL Oldu”, 15 Nisan 2021… https://direnisteyiz28.org/bisam-martta-aclik-siniri-2-bin-716-tl-yoksulluk-siniri-9-bin-395-tl-oldu

[153] Olcay Büyüktaş, “Sevindirmeyen Zam!”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2021, s.10.

[154] “Türk-İş: Yeni Açlık Sınırı 2 Bin 736 TL”, Cumhuriyet, 27 Mart 2021, s.11.

[155] Nuray Tarhan, “Yoksullar Ligine Doğru İlerliyoruz”, Sözcü, 3 Mart 2021, s.7.

[156] “BM Dünya Mutluluk Raporu Yayımlandı: Türkiye 104. Sıraya Geriledi”, Birgün, 20 Mart 2021, s.10.

[157] “Milletvekili Ömer Fethi Gürer: Faturasını Ödemeyen Aboneliği İptal Etti”, Karar, 26 Mart 2021, s.5.

[158] Jean Jacques Rousseau.

[159] Havva Gümüşkaya, “Dış Borç Cumhuriyet Tarihinin Rekorunu Kırdı!”, Birgün, 1 Nisan 2021, s.11.

[160] “Dış Borçta Rekor Kırıldı”, Birgün, 18 Mart 2021, s.11.

[161] Aytunç Erkin, “80 Yılda 131 Milyar Borç Yaptık 18 Yılda ise 304 Milyar Dolar!”, Sözcü, 2 Mart 2021, s.14.

[162] Erinç Yeldan, “Bitmeyen Masal: Yapısal Reform”, Cumhuriyet, 17 Mart 2021, s.11.

[163] Deniz Ayhan, “34 Milyon Kişinin Banka Borcu Var”, Sözcü, 7 Mart 2021, s.6.

[164] “İki Yetişkinden Birinin Bankalara Borcu Var”, Birgün, 26 Şubat 2021, s.11.

[165] “İhtiyaç Aynı Ama Kredisi Patladı”, Birgün, 12 Haziran 2020, s.13.

[166] “Yaşamak İçin Borçlanıyoruz”, Birgün, 19 Mart 2021, s.13.

[167] Mustafa Çakır, “İhtiyaç Kredileri Rekor Kırdı”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2021, s.11.

[168] “Zirveye Çıkan Borç Düzeyi Korkuttu”, Cumhuriyet, 28 Mart 2021, s.11.

[169] Henry David Thoreau.

[170] “DİSK-AR: İşsizlik Oranı Yüzde 28.3”, 13 Nisan 2021… https://direnisteyiz28.org/disk-ar-issizlik-orani-yuzde-283

[171] Bülent Falakaoğlu, “… ‘Ekonomi İyiye Gidiyor’ Tezini İşsizlik Doğrulamıyor, İyileşmiyoruz Eriyoruz”, Evrensel, 11 Şubat 2020, s.6.

[172] “İş Umudu Tükendi”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2020, s.9.

[173] Alev Coşkun, “Faiz İnadının Ağır Bedeli”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2020, s.9.

[174] Ignazio Silone.

[175] Nurcan Gökdemir, “Kamuya Zarar Şirketlere Hep Kâr”, Birgün, 7 Mart 2021, s.9.

[176] Ayşen Şahin, “Yatacak Yeri Olmayanlar”, Evrensel, 4 Nisan 2021, s.8.

[177] “Yap-İşlet-Devret modeli ile hayata geçirilen ödeme garantili projeler, Hazine’nin sırtında yük olmaya devam ediyor. Açıklanan rakamlara göre geçmeyen her araca 37.8 dolar garanti verilen Osmangazi Köprüsü için Hazine ilk 2021’in 6 ay için, 1 milyar 750 milyon liralık ödeme yapacak. Bu para vatandaştan toplanan vergilerden ödenecek. Kars’ta yaşayıp köprünün sadece fotoğrafını gören bir kişi bile Osmangazi Köprüsü’nün parasını ödüyor. Bu rakam 83 milyona bölündüğünde yılın ilk 6 ayında yeni doğan bebekler bile köprüye verilen garanti ücretten dolayı 21 TL ödemiş oluyor.” (Uğur Enç, “Osmangazi’ye 6 Ay İçin 1.75 Milyar TL Ödenecek”, Sözcü, 12 Mart 2021, s.7.)

[178] Ozan Gündoğdu, “Halkı Köprü’ye Hapsettiler”, Birgün, 12 Mart 2021, s.13.

[179] Başak Kaya, “Tünel 54.8 Milyon Dolar Daha Yuttu”, Sözcü, 7 Mart 2021, s.7.

[180] Ergün Demir-Güray Kılıç, “Şirketlere Milyar Liralar Ödendi”, Birgün, 22 Mart 2021, s.2.

[181] İsmail Arı, “Koruma Kalkanına Yılda 263 Milyon TL”, Birgün, 2 Mart 2021, s.9.

[182] Mustafa Çakır, “Mart’ta Bir Önceki Aya Göre 4 Kat Harcama Yapıldı”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2021, s.12.

[183] Mustafa Çakır, “Saray’ın Ödeneği Arttı”, Cumhuriyet, 16 Mart 2021, s.9.

[184] Mustafa M. Bildircin, “Yıllık 11 Milyar TL Bile Dayanmıyor”, Birgün, 7 Mart 2021, s.8.

[185] “Hayatta kalmayı değil, yaşamayı istiyoruz.”

[186] Paulo Coelho, Simyacı, çev: Özdemir İnce, Can Yay., 2010.

[187] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2011, s.136.

[188] yage, s.40.

[189] “Size öğretecek hiçbir şeyim olmadığını öğretmek zorundayım; ben dinleyicilerim için buna bir şey daha ekliyorum: Ne istediklerini ve neticede benim sözlerimin kendileri için hangi anlama bürünebileceğini bilmek onlara düşüyor.” (Jacques Ranciere, Cahil Hoca-Zihinsel Özgürleşme Üstüne Beş Ders, çev: Savaş Kılıç, Metis Yay., 2020.)

[190] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2011, s.131.

[191] yage, s.75.

[192] yage, s.62.

[193] yage, s.62.

[194] İlayda Kaya, “Alper Taş: Acilen ‘Sol’a İhtiyaç Var”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2019, s.2.

[195] Ergin Yıldızoğlu, “Safları Sıklaştırma Zamanı”, Cumhuriyet, 28 Ocak 2021, s.11.

[196] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Gidiş Nereye?”, Cumhuriyet, 22 Mart 2021, s.11.

[197] “Muhafazakâr Demokrat İnkilâp 1946-1983 ve Sonunda 3 Kasım”, Birikim Dergisi, No:163-164, Kasım Aralık 2002.

[198] Unutanlar için “Yetmez Ama Evet”çi Ahmet Altan’ın ‘Taraf’ta attığı manşetlerden bazılarını hatırlatayım: “Fatih Camii Bombalanacaktı”… “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı”… “Teşekkürler Zekeriya Öz”! (Aktaran: Zülal Kardelen, “Ahmet Altan ne Demokrasi Kahramanıdır ne de Gazeteci”, 20 Nisan 2021, s.8.)

[199] Ergin Yıldızoğlu, “AKP: Yolun Sonundan Nereye Doğru?”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2021, s.11.

[200] “Küçük ve orta burjuvazi aslında kapitalizmin kendi ekonomik ve politik erkini korumak için kullandığı; çürümüş, aşağılık ve yozlaşmış insanlar güruhudur.” (Antonio Gramsci, Komünist Partiye Doğru, çev: Celal A. Kanat, Belge Yay., 1998, s.32.)

[201] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 2011, s.83.

[202] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri 4. Cilt, çev: Barış Baysal, Kalkedon Yay., 2014.

[203] PKK liderlerinden Murat Karayılan, İsrail’in sağ eğilimli ‘Jerusalem Post’ gazetesinde Hadeel Oueis ve Jonathan Spyer imzasıyla yayımlanan söyleşisinde, PKK’nin ABD’nin “terör örgütleri listesi”nde yer alması ve kendi başına ödül koymasıyla ilgili soruya, ABD’nin kendileri hakkında yanlış bilgilendirildiğini savunarak yanıt verip; Washington’a PKK’yi bu listeden çıkarma çağrısında bulunarak; ABD’yi asla hedef almadıklarını vurguladı.

“Sovyetler Birliği artık yok. Sizinle aynı ideolojiyi paylaşan Suriyeli Kürtler Amerika’nın bu ülkedeki tek müttefiki. Amerika’yı hâlâ sizin arzularınıza karşı savaşan emperyalist bir devlet olarak görüyor musunuz?” sorusu üzerine Karayılan, ABD ile ilişki kurulmasına karşı olmadıklarını, hatta “ABD ile tüm Kürtler arasındaki muazzam ilişkileri tamamen desteklediklerini” söyledi.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, “Sovyetler Birliği demokrasiye sahip olmadığı için yıkıldı, ABD ise demokrasiye sahip olduğu için ayakta” dediğini aktaran Karayılan, “Rojavalı ve Rojhılatlı Kürtleri, ABD ile ilişki kurmaları için teşvik ediyoruz,” dedi.

SSCB’nin dağılmasıyla ilgili olarak da, Sovyet ideolojisini eleştirdiklerini kaydederek, “PKK’yi kurduğumuzda Marksist-Leninizm bir akımdı ve biz de bu fikirlerden etkilendik. Ancak biz Sovyet ideolojisini eleştirdik. Bu yüzden Sovyetler Birliği çöktüğünde olumsuz etkilenmedik, çünkü onlardan her zaman uzak durduk” yorumunu yaptı. (“Sovyetler’e Uzak Durduk, ABD’ye Düşman Olmadık”, Birgün, 28 Kasım 2020, s.9.)

[204] “Demokrasi ile sosyalizm el ele yürürler. Günümüzün koşullarında demokrasi ile sosyalizm birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarını dönüşmüştür. Günümüzdeki eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için getirilen çözümler 19’uncu yüzyıldakinden farklıdır. Örneğin, 19’uncu yüzyıldaki üretimin kamusallaştırılması görüşü, sermayenin sınır tanımadığı günümüzde çözüm olamaz. Demokrasinin, ekonomik altyapıya bağlı bir üstyapı olduğu görüşü de günümüz için geçerli değildir.

Günümüzün değişen koşulları karşısında solun görevi, liberal demokratik ideolojiyi terk etmek değil, tersine liberal demokrasiyi benimseyerek onu katılımcı, çoğulcu bir yapıya dönüştürmek, başka bir deyişle demokrasiyi demokratikleştirmektir.

Bu amaçla solun yapması gereken, baskıya, tahakküme karşı mücadele veren bütün grupları birleştirici bir rol oynamak, bütün bu mücadeleleri bir siyasal proje çevresinde birleştirmek, tahakkümsüz, özgürlük ve eşitliğe dayanan yeni bir toplum inşa etmek olmalı.” (Gamze Akdemir, “Rıza Türmen: Otoriter İktidar Çürüyor!”, Cumhuriyet Kitap, No:1626, 15 Nisan 2021, s.8.)

[205] “Düşünce’ye ve Eylem kapasitesine sahip çok az insan vardır. Düşünce genişler ama eksilir: Eylem canlanır ama daralır.” (Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri 2. Cilt, çev: Barış Baysal, Kalkedon Yay., 2014.)

[206] Albert Camus, Başkaldıran İnsan, çev: Tahsin Yücel, Can Yay., 2009.

[207] V. İ. Lenin, “Hegel’in Mantık Bilimi Kitabı üzerine Taslak”, Toplu Yapıtlar, Cilt:38, s.194-195.

[208] Anton Çehov, Altıncı Koğuş, çev: Yulva Muhurcişi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2017.