Çoğumuz, gerek dünyada gerekse Türkiye'de ki gelişmeleri kendi penceresinden bakarak değerlendiriyor. Bu pencere de genelde 360 derecelik bakış açısı yerine, en fazla pencere çerçevesinin izin verdiği ölçüde gözümüzün önüne serilen 180 derecelik bakış açısıyla sınırlı kalıyor.

İlk bakışda gördüklerimiz, okuduklarımız ne ise, ona yoğunlaşarak olayları açıklamaya çalışıyoruz. Daha doğrusu görebildiğimiz kadarıyla, bilebildiğimiz kadarıyla hayatı açıklamak istiyoruz.

Hep önümüze bakarak yürüdüğümüzden sağımız da, solumuz da, arkamız da ne var ne yok, çoğu zaman bunları ıskalıyoruz. Iskaladığımız yönlerden beklenmedik bir olay, yada olaylar zinciri bizi solladığında ise şaşkın ördek durumuna düşüyoruz.

Bu gerçeği hem bireysel hem de toplumsal düzeyde hepimiz çok kez yaşamıştır. Yaşıyoruz da.

Buna vermek istediğim örnek Türkiye'de yaşanan süreçle ilgili olacak; Kendi aramızda, AKP faşizminin ülkeyi getirdiği noktayı konuşurken, "Bunca rezilliğe rağmen, bunca açık hırsızlığa rağmen, bunca açık faşist uygulamalara ve baskıya rağmen, bunca ağır ekonomik krize ve yoksulluğa rağmen, AKP çetesi nasıl oluyor da hala geniş bir kitle desteği bulabiliyor ?" diye birbirimize soruyoruz. Verdiğimiz cevapların çoğunda eski öğrendiğimiz kitabî bilgilere bir başvuru var ama bu da kısmen doğru şeyleri içerse de yetersiz kalıyor.

Ekim 1917 Sovyet Devrimi üzerine yazılıp çizilenlerle, ya da 1970'ler de Mahirler'in,  Denizler'in kendi dönemlerine denk düşen doğruları ile günümüzü açıklamaya kalkışmamız, aslında mirasdan yemek gibi bir şey oluyor.

Önceden kitlelere ulaşmak ve siyasi gerçekleri açıklamak için bildiri, afiş, korsan gösteriler veya silahlı propaganda gibi şeylerin gerekçesi vardı, şimdi yok. Şimdi bilgi herkesin cebinde. Üstelik dünya çapında bilgi ve haber ağı herkese ulaşmış durumda. Herhangi bir olaya dikkat çekmek için propaganda amaçlı afişlemeye çıkmanın pek bir cazibesi yok artık. Çünkü internet, duvarlardaki afişden daha hızlı, daha yaygın.

Bilgi çağında ve bilgi trafiğinin saniyede ceplerde olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu teknolojik harika, bizim 40 yıl önce kitlelere ulaştımak istediğimiz devrimci-sosyalist düşüncelerimizi kelle koltukta olmadan ulaştırabiliyor, yani mahalleden dünyaya açılan bir kapı ama dünyaya açılan bu kapıdan milyonlara ulaşmak daha kolay olmasına rağmen, 40 yıl öncesinin afişli, pankartlı yüzbinleri bulan devrimci kitle yok ortalıkta.
Neden yok ?

Neden olacak, yüzbinleri harekete geçirme becerisi olan devrimci örgütlerden eser kalmadı da ondan.

Bu neden böyle oldu? Çünkü var olan "Sol" örgütlerin kafası genelde 1917'de Rusya'da, 1949'da Çin'de, 1959'da Küba'da, 1975'de Vietnam'daki devrimlerde kaldı, ayakları ise 2020'de.

Bu böyle olunca geriye bakarak yürüyenin bir duvara veya bir direğe toslaması kaçınılmaz olacaktı. Nitekim olanda bu zaten. Kendi halkından çok, kendi tarihinden çok, kendi kültüründen çok, kendi dışındaki ülke devrimlerini ve tarihlerini, kültürlerini vede sanatlarını bilen bir sol'un kendi halkını anlaması ve onunla köklü bağlar kurması mümkün değil.

İtalya'da, İspanya'da, Fransa'da, Yunanistan'da Komünist partiler hala güçlü ve kitlesel. Türkiye'de ise marjinal.

Neden? Çünkü adı geçen ülkelerde komünistler, işçilerin ve yoksulların tabela partisi olmadılar. Ulaştıkları her alanda insanların hem sosyal ve ekonomik sorunlarına el attılar, hem onların siyasi mücadelesini verdiler. İnsanları daha iyi, daha insanca yaşatmanın taleplerine paralel olarak, kendi olanakları ile okullar, aşevleri, meslek kursları, sağlık kurumları gibi oluşumlar yarattılar ve hiçbir yerde sosyalizme gönül vermiş insanları ucuz ölümlere gönderen bir çizgi izlemediler. 

İşsizlerine, yoksullarına sahip çıkan, kendi içinde tartışan, demokrasi uygulayan bir parti oldular. Bu da onlarla halk arasında kalıcı ve köklü bağlar kurulmasını sağladı.

Ölümlerden beslenen ve "Yaşasın önderimiz !"  diyen müritlerden oluşan, halka, yoksullara, işsizlere sahip çıkacak örgütlenme yerine, hâlâ yoksul halkdan bağış toplayan, gençlerini dağa çıkaran, sokak çocuklarını ve işsizleri, yoksulları kendi kaderi ile başbaşa bırakan bir sol halkla bütünleşemez.

AKP'nin dağıttığı bir torba kömürü, bir paket makarnayı alan insanları aşağılamak yerine, bu insanların yanında neden bir torba kömür, neden bir paket makarna olamadığına kafa yoran bir sol'a ihtiyaç var.

Türkiye'de bunun tek örneğini veren eski Ovacık Belediye Başkanı M. Fatih Maçoğlu'dur.