Arkadaşlar Merhaba!

İçinde etkin olarak var olduğum, Siyasi olarak dersler çıkartılması gereken ve daha önce yayınladığım 1-)Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesinde Faşist İşgalin Kırılış Öyküsü, 2-)Metris ve Diğer cezaevlerinde ki Direniş ve 3-) Kitle İçinde Çalışma başlıklı yazılarımdan sonra, ÖDP Kuruluş Sürecinin arka planını, bugüne kadar bilinmeyen ve anlatılmayan yanlarını aşağıdaki yaşadıklarımdan takip edebilirsiniz. 

ÖDP SÜRECİ VE ARKA PLAN*

1993 yılında, 68’liler Vakfının İstanbul İstiklal Caddesinde bulunan Merkez Yönetiminde bulunduğum süre içerisinde Vakıf binasında demokratik bir siyasi oluşum için salt benim organize ettiğim toplantılar yapmaya başlamıştım. Vakfa üye olmayan arkadaşlarla yürüttüğüm çalışmayı daha da etkin kılmak için ÇAĞRI başlığıyla bir broşür çıkartarak görüşlerimi özetlemiştim.

Bu çalışmalarım Vakıf yönetiminden çoğu arkadaşın dikkatini çekiyordu. Fakat ilgilenen çok azdı. İlgilenen Yönetim Kurulundan arkadaşlara bu projemi anlatıyor ve ikna etmeye çalışıyordum. Bunların arasında sosyalist gelenekten gelmeyen arkadaşlar da vardı(örneğin projeyle sonuna kadar ilgilenen Bozkurt Nuhoğlu gibi). Vakıf Yönetimden Celal Beşiktepe, Erhan Erel ve Bozkurt Nuhoğlu’nun çalışmaya olumlu yaklaşımıyla birlikte Süleyman Aslan dâhil birçok kişi(Örneğin Mehmet Özgen) sürece katkı vermeye ve çalışmayı daha üst noktalara çekmeye başlamıştı bile. Bunların dışında olumlu olarak sürece bakan veya bu yönde düşünceler oluşturan Mihri Belli ve arkadaşları, Eşber Yağmurdereli ve Dev-Yol geleneğinden kişileri sayabilirim. Fakat ilginç olan belli kesimlerin tavrıydı. Arkadaşlar grubu genişletmek adına dönemin tanınmış sosyalist kişileriyle de görüşmeler yapıyorlardı. Bu kişilerin sözleri öz itibariyle şunlardı: “Biz böyle sosyal demokrat bir projeyle ilgilenmiyoruz”. Fakat bu tanınmış sosyalist kişiler ve gruplar daha sonra ÖDP içinde yer kapma yarışında göz yaşartıcı bir yarışın içine gireceklerdi. Bunların bir kısmı ÖDP sürecine dâhil olup bu ‘sosyal demokrat projenin’ sahibi olmak için kavgaya tutuşurken, bir kısmı 3-5 sene sonra kurulan ulusal ve sosyal-demokrat çizgideki Kürt Hareketinin içinde olabilmenin hesabı içine girmişlerdi bile.

Var olan ekiple ANADOLU DEMOKRASİ HAREKETİ (ki bu isim yanılmıyorsam Süleyman Aslan tarafından önerilmişti) grubunu kurmuştuk bile. Bu grubun duyulmasıyla birlikte hareket giderek kitlesel diyebileceğim bir boyut kazanmıştı. Bize katılmak isteyen Dev-Yol grubundan arkadaşlarla görüşlerimizde tam bir anlaşma olmasa da(ki onların içinden iyi niyetli birçok kişinin dışında, kuracağımız siyasi yapının niteliğini demokratik biçimiyle kavramayıp BAŞKA biçimlere sokmaya veya grupçuluğun havuzuna kanal açmaya çalışanlar vardı) onlarla Anadolu Demokrasi Hareketi’nin yerine GELECEĞİ BİRLİKTE KURALIM grubunu oluşturmuştuk. Bu oluşum sonrası Karadeniz’de ki bir mahalli seçimde bu grup adıyla %20 lere dayanan bir oy aldığımızda zamanın ANAP milletvekili bu gruba dikkat edilmesi gerektiğini söylemişti. Ne hazindir ki egemenlerin bizimle özel olarak ilgilenmesine gerek yoktu! İçimizde ki sakat siyaset ve grupcu anlayış, benzer sonucu yaratmak için yeterliydi. Fakat esas felaket bundan sonra başlayacaktı. Bu işi başlatan grup arasında da tam bir görüş birliği olmadığı giderek daha da açıkca ortaya çıkmıştı. Aradaki temel farklılık yani kuruluş mantığımızla çelişen aykırılıklar iki başlık altında toplanıyordu:

a- Siyasi grupların süreç içine çağrılması ve davet edilmesi,

b- Başlattığımız siyasi sürecin demokratik mantığına aykırı olarak örgütlenmeyi proletaryanın partisi içinde bir yapıya taşımaya çalışmak.

Dönemin kısa bir panoramasını vermek gerekirse; herşeyden önce CHP, parlamento dışı kalmış ve tabanında ki ilerici kesimlerde ciddi bir arayış başlamıştı. Ayrıca bu tabanı doğru bir kanala akıtabilecek Marx’ist gruplar ise siyasi koku alma duyularını yitirmiş şekilde kendi aralarında sosyalist dalaşına başlamışlardı.  Boğazda(Balta Limanında) seri Sosyalist Birlik toplantıları düzenleyerek kitlelerden uzak(alışagelmiş olan tarzlarıyla) kendi siyasi yaşamlarını uzatmaya çalışıyorlardı. Bizim dillendirdiğimiz projeyle ilgili görüşen arkadaşlara da burunlarından kıl aldırmayan bir tavırla yukarda açıkladığım gibi: “bizim bu tür sosyal-demokrat projelerle işimiz olmaz!” diyerek boş üstünlük taslıyor ve siyasi orgazm yapmaya çalışıyorlardı. Fakat esas sorun, bizim başlatıcılar arasında tam bir görüş birliğinin olmamasıydı. Bu fikri sunan ve ilk başlatıcı kişi olarak bu sorunun giderilmesi için gerekli adımları örgütlemem gerekirken bu yönde yeterince yoğunlaşmam, ekonomik nedenlerle imkânsız hale gelmişti(Kızının intiharından kendini sorumlu tutan ve zor durumda olan bir arkadaşın büyük bir işinin sorumluluğunu almış ve zamanımı çoğunu burada harcamak zorunda kalıyordum). Grup içerisinde yukardaki iki konuda Eşber Yağmurdereli ve Erhan Erel’in benzer düşüncede yani gruplarla birleşmenin yanlışlığını ve örgütlenmenin demokratik içeriğini savunur olmaları sanırım benim rehavete girmeme neden olmuştu. Halbu ki yapılması gereken, siyasi çalışmamıza temel ilkeler üzerinde anlaşarak yola çıkmaktı.

Biz ise eski DEV-GENÇ tarzıyla yani iyi niyetle yola çıkmayı seçmiştik. Dev-Yol grubundan arkadaşların bize katılma talebine kadar olan süreçte ciddi bir sorun gözükmüyordu. İlk ortak bildiri hazırlama sırasında görevli olduğum için sorunu fark etmiş ve gruba bunu aktarmıştım. Çünkü birlikte ortak metni hazırladığım Dev-Yol grubuyla gelen fakat kendine Kurtuluşcu diyen arkadaş, tanıtım bildirimizde kurulacak organizasyonun sosyalist içerikte olması için cümleler öneriyor ve bunda da ısrar edip duruyordu(aynı kişi şu an HDP içinde etkin bir yerde olup acaba aynı sosyalist çizgiyi orada da savunuyor mu merak etmiyor değilim!). Fakat grubumuzda ki arkadaşlar birlik hayalinin verdiği sevinç atmosferiyle sorunu fazla önemsememiş ve konuya ‘fark etmez’ mantığıyla yaklaşmışlardı. O andan itibaren süreçten soğumuş ve gerekli enerjiyi göstermez olmuştum. Hâlbuki o tarihi anda tüm enerjimi, bilgimi ve başlatıcı prestijimi kullanarak süreci olumlu yönde evriltme imkânımın olduğunu söyleyebilirim. Bu benim açımdan tarihi bir hataydı!

Buradan çıkan ders özetle şudur: 

Aldığın veya başlattığın bir görevin çerçevesini öncelikle çizerek yola çıkmalısın! Ve onu geliştirerek, tüm zamanını ve birikimlerini kullanarak sonuna kadar götürmelisin!   

Hem başlangıçtaki yapılacak işin sınırlarını çizmemekle, hem de bu tarihi fırsatı kullanmayarak kendiliğindenciliğe boyun eğmiştim. Öyle ki gruplar arası geniş diyalog toplantısında istememe rağmen benim grubu temsil etmem için görevlendirmem ikinci bir tarihi fırsat yaratmış olsa da, ben bu toplantıya hem yeterince hazırlanmayarak hem de gönülsüz olmanın moral bozukluğuyla katılmıştım. Sonuçta hemen hemen hiç etkin olmayan bir sunumla toplantıyı geçiştirmiştim. Sonuçta arkadaşlardan değil ama süreçten tümüyle kopmama giden bir yola girmiştim. Kendi aramızdaki siyasi gruplarla birlik olsun mu olmasın mı toplantısında(Bu toplantı GELECEĞİ BİRİKTE KURALIM grubuyla yapılmıştı) alınan karar sonrası gerçekten projenin tümden güme gittiğini görerek süreçten tümüyle olmasa da esas olarak o günden itibaren kopmuştum. Alınan karar: benim, Eşber’in ve isimlerini hatırlamadığım bazı arkadaşların karşı çıkmasına rağmen, 29 kişilik yuvarlak masa toplantısında oy çokluğuyla siyasi gruplarla birleşme yönünde olmuştu. Bu açıdan ne Eşber, (yanlış hatırlamıyorsam Celal ve Süleyman da), ne de ben süreç izlendiğinde de görüleceği gibi herhangi bir yerde görev almadık ve kararın aksine de bir ajitasyona başvurmadık. Diğer arkadaşlar iyi niyetin ve birlikten umutlu olmanın getirdiği heyecanla görevler aldılar ve ben kendi adıma onları desteklemekten geri kalmadım. Fakat süreç aslında Birlik kararı alındığında bitmişti. Bu süreç neden böyle oldu diye soranlara bugünlerde verdiğim popüler cevap şöyle: “sarı öküzü vermeyecektik”. Yani gruplarla birleşme yoluna girmeyecektir.        

Sonucu biliyorsunuz! Organize ettiğimiz hareket sonuçta, gruplar arası mücadeleden sonra bir grubun Partisi haline gelmişti. Gruplarla ilgili söylediklerimiz ve tahminlerimiz bizi şaşırtmamış, aksine daha da ilginç biçimlerle kendini ortaya koymuştu. Bugün birlik için oy kullanan arkadaşlardan benim gördüklerim içerisinde hiç biri kurmaya çalıştığımız siyasi organizasyonun içinde değil. Zaten olmaları da mümkün değil. Dolayısıyla buradan çıkartılacak dersleri açıklamadan önce şu notları düşebilirim:

1- Türkiye’de Marx’ist örgütlerin genellikle dogmatik bir kültürel yapı içinde ve bunların dayandığı temelin de feodal dönem alışkınlarını içinde barındırdığını,

2- Yaratmaya çalıştığımız hareketin demokratik muhtevasını koruyacak, onu istikrarlı ve tutarlı şekilde geliştirecek sınıfsal dayanaktan yoksun bulunduğunu söyleyebilirim.

Buradan çıkarılacak ders de şudur:  

Sosyalistler, demokratik projelerini, çalışmalarını proletarya ve devrimci dinamikler içindeki güçleri üzerinden geliştirmelidirler. Böylesine bir arka plan yoksa çalışma mutlaka küçük-burjuva bir grup tarafından bloke edilecektir.

Yukardaki ÖDP çalışmamız esas olarak ülke dinamikleriyle(İşçi sınıfı-çalışanlar, Aleviler, Kürtler vb.)buluşamamış, bir AYDIN HAREKETİ olarak onun çok yönlü yapısal özelliklerini(kaypak, grupçu, anti sosyal vb.) taşımaktan öteye gidememiştir.

Yukarda geniş şekilde ele aldığım yaşanmışlıktan çıkan siyasi çalışma anlayışı ve derslerin yeterince aydınlatıcı olduğunu umuyorum. Fakat ülkemdeki devrimci mücadele açısından şu özlü sonucu çıkartmam ve tespiti yapmam gerektiğine inanıyorum: 

Türkiye’de, mücadele ve direniş geleneği her zaman en üst noktada gelişmiş ve tutarlı biçimlerde sürdürülmüş fakat kitle içinde çalışma yani Siyasi gelişmişlik en alt düzeydedir. 
Buradan çıkan ve ülkemiz devrim mücadelesini özetleyen sonuç: 

Ülkede ki sosyalist mücadelenin DEVRİMCİ özellikleriyle gelişmiş, fakat SİYASİ özellikleriyle de bir prematüre durumda olduğu gerçeğini bilmemiz gerektiğidir. 

Fakat son olarak anlatacağım Mersin 68’liler Dernek Başkanlığım süresi içerisinde ki faaliyetler, bu fasit dairenin kırıldığını ve kitle çalışmasında da uygun taktikleri bulup çıkartır ve uygularsak başarıyı yakalayabileceğimizi bize göstermiştir. Önümüzdeki yazımda da bu süreci ele alacağım.

*Bu sürece katılan arkadaşların görüşlerini ve daha geniş anlatımı içeren bölümü KORKUNUN EFENDİLERİ adlı Üçüncü Anı kitabımdan takip edebilirsiniz. 

 27 mayıs 2018