Abdullah Öcalan henüz Türkiye’ye getirilmemiş ve hapsedilmemişti. O sıralar İtalya’daydı ve milliyetçiler fotokopi liretlerini yakıyordu. Milliyet Gazetesi’ne baktım, ilk sayfanın altında 2 fotoğraf vardı, başlık da “İtalya, sen hiç bunu yaşadın mı?” diye atılmıştı. Birinci fotoğrafta başı örtülü bir kadın, kucağında bir çocuk ve yanında mavi bereli asker eşi vardı. İkinci fotoğrafta yine aynı kadın, ilk fotoğraftaki çocuğun biraz daha büyümüş hali ve yine yanında başka bir mavi bereli asker.

Kadının ilk fotoğraftaki eşi PKK’yle girdiği bir çatışmada ölmüş. İkinci fotoğraftaki mavi bereli, ilk fotoğraftaki mavi berelinin kardeşi ve yengesiyle evlendirilmiş. Kimsenin kadına sorduğu yok, kadın kayınbiraderiyle evlendirilmiş ve bir çocuğu da ondan olmuş. Kardeşler üveyler ama aynı zamanda öz yeğenler. Kadın gerçekten bahtsız olmalı ki, ikinci kayın-koca da PKK’yle girilen bir çatışmada yaşamını yitirmiş. Yani birinci çocuk amcasıyla üvey babasını aynı kişide kaybetmiş.

Milliyet Gazetesi aklınca Öcalan’ı teslim etmeyen İtalya’yı bu konuyla suçlayacak ve okur kazanacak. O dönem Milliyet’in yazı işleri müdürü Eren Güvener’di ve ben kendisini severdim. Çok sıkı-fıkı olmamamıza karşı Eren Ağabey’in bu başlığı attırmayacağından kendimce emindim. Bu güvenle kendisini aradım ve esas çirkinliğin yapılan haberde gizli olduğunu (Pek de gizli sayılmaz ya) söyledim. 

Eren Ağabey çok üzüldü bu haberin ve başlığın sorumlu olduğu gazetede çıkmasına ama 99’lu yıllarda yapacak bişeyi yoktu. Yazı işleri müdürleri bilhassa birinci sayfaya giren haberleri mutlaka bilirler ama seyrek de olsa kazık da yerler. Kendisi gazetede iç hesaplaşmasını sonraya bırakarak bana “Gözümden kaçmış Ahmet” dedi ve benim gibi o dönemde genç bir gazeteciden özür diledi.

Ne zaman basında ensest yada ensestvari ilişkiler söz konusu olsa hep aklıma bu olay gelir ve birdenbire utanırım. Utanırım, çünkü ben 13 yaşında Avrupa’ya okumaya çıktım ve ne zaman Türkiye aleyhine bişeyler olsa, “Acaba birisi bu rezilliği soracak mı” moduna girerim hemen. 

İlk Eurovisyon Şarkı Yarışması’nda da İngiltere’de yatılı okuldaydım ve yatma saatinden sonra olduğu için izin alıp TV’den seyretmiştim. Hâlâ o çok sevdiğim şarkıyı Semiha Yankı’ya giydirilen o kıyafet içerisinde seyrederken oturduğum koltuğun içinde küçüldükçe küçülmüş, arkadaşlarım bir soru sormasın diye kendimce kaybolmuştum.

Diyanet İşleri geçtiğimiz günlerde baldızla evlenmenin zina olmasına karşın dinen yasak olmadığını buyurdu. Sanırım belli bir kesim için baldız yetmemiş olacak ki, işin içine teyzeyle, halayı da eklediler.

Benim Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a bir önerim olacak. Baldız, teyze yada halayla evlenmek için illa da erkeğin eşinin ölmesi gerekmiyor, resmi nikahla evlenirsin, baldız, hala ve teyzeyi de kuma olarak alırsın, olur biter. Eğer dinen baldız, teyze ve halada sorun yoksa, çok eşlilikte de sorun yok zaten.

Ama bu önerimin bir şartı var, Önce Ali Erbaş baldızını, halasını ve teyzesini kuma olarak alıp herkese örnek olacak. Böylece Ali Erbaş’ı da oraya getirenler bu örneği bahane ederek aynısını yaparlar giderayak.

Bu yazım için Abdullah Öcalan’dan, merhum Eren Güvener ailesinden, bütün baldız, teyze ve halalardan özür dilerim. Ama bence artık bu kadar çirkinliğe karşı da bir sokağa çıkın, sesinizi duyurun, kadınların erkekler tarafından kullanılmasına izin vermeyin artık.