Esasında son yıllarda güncel yaşamdan, sıradan güncel politik gelişmelerden biraz uzak yaşadığımı itiraf etmem gerekiyor. 10 yıldan fazladır televizyon izlemiyorum, gazetelere çok seyrek bir göz atıyorum. Bu nedenle günlük politikayı izleyenlerle aşık atacak durumda değilim. Bunu söylerken hiç te gocunmuyorum.

Zamanınım büyük bir bölümünü önemli eserleri okumakla geçiriyorum. Genel olarak felsefe tarihini incelemeye çalışırken, uzun bir dönem bir yandan Alman felsefesini, özellikle Hegel felsefesini kavramaya, diğer yandan dünya tarihi alanında bilgi açığımı gidermeye çalışıyorum.

Geçmişte gazete ve dergilerin ortaya çıkması, nasıl ki çok önemli ve ciddi kitapları unutulmuşluğun köşesine ittiyse, bugün de, Facebook, twitter ve youtube gibi dijital medya, insanları ciddi ağır-başlı kitapları okumadan alıkoyuyor.

Yıllardır facebook’a girmemek için direndim, ne var ki, bunlardan yararlanmak gerektiğinin bilincindeyim, bu nedenle de Youtube videolar yayınlamaya karar verdiğimi duyurmuştum. Bu yazı Youtube’daki konuşmamın biraz değiştirilmiş kısmıdır.

Youtube kanalım: https://www.youtube.com/channel/UCjQvVkcqGPeSs1ZSR0tGezQ

Bu arada şu sosyal medya sözcüğünün benim bakış açımdan yanlış olduğunu, dijital medya sözcüğü kullanmanın daha doğru olduğuna dikkat çekmek isterim. Sosyal medya, canlı ilişkilerin olduğu yerde olur. Antik çağda AGORA Meydanı bir sosyal medya alanıydı. Çünkü insanlar bir araya gelerek tartışıyorlardı.

Neyse, geçelim bunu? Gelelim asıl konumuza

Rusya ile Ukrayna savaşı, sonuçları büyük ölçüde bütün insanlığı ilgilendiren bir konu. Bu konuda bir iki şey söyleme gereği duyuyorum. Rusya-Ukrayna savaşı konusunda birçok görüş ileri sürülüyor. Kimilerine göre,  Rusya, NATO’nun kuşatma çabalarına karşı bir tedbir olarak bu savaşı yürütmektedir. Kimilerine göreyse Rusya,  eski topraklarını kazanmak amacıyla Ukrayna'yı ele geçirmeye çalışmaktadır.  

Bazı uzmanlara göre, Rusya, bölgesel bir güç olarak değil, dünya çapında faaliyet yürütebilecek emperyal bir güç olduğunu göstermek için savaşıyor.  

Bazıları da, ABD’nin Rusya’yı zayıflatma, giderek Rusya’yı bölmek için, Putin’i provoke etmek ettiğini ileri sürüyor.

Bu görüşlerde, elbette belirli bir doğruluk payı var, bu reddedilemez. Ama beni ilgilendiren, Avrupa'da var olan Rus düşmanlığının tarihsel kökleridir.

Avrupa’da ve yaşadığım Almanya’da Rusya’ya karşı yürütülen ve beni tiksindiren tek yanlı propaganda var. Fransa'da yaşayan bir arkadaşım ile telefonla görüştüğümde, o da, Fransa'da da  Rusya'ya karşı tek-yanlı bir propagandanın yürütüldüğünü söyledi.

Propaganda ve psikolojik savaş, insanları öylesine etkiler ki, yalanlarla mutlu olmaya ve sevinmeye yatkın olan insan denen yaratık, kendini korumak için, doğruyu savunma yerine, yalanları savunan kervana katılmayı tercih ediyor.

Bu tek-yanlı psikolojik savaşımın yarattığı olumsuz durum karşısında, Avrupa’nın Rusya’ya karşı tarihsel düşmanlığının arka planını açıklayan bir kitabı anımsadım.

Şimdi tüm dünyayı meşgul eden Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle, olup bitenleri daha iyi anlamak için bir düşünürün, Nikolay Danilevsk’nin Avrupa ve Rusya arasındaki ilişkiler konusundaki görüşlerini paylaşmak istiyorum.

Rusya’ya Düşmanlığın Tarihsel Kökleri

ABD ve Avrupa’nın Rusya’ya karşı izlediği politika, son 200 yılda Avrupa’nın Rusya’ya karşı izlediği politikadan ayrı düşünülemez. Halkların bilinçaltını ve kültürel arka planı anlamak için, 1822-1885 yılları arasında yaşayan Rus düşünürü Nikolay Danilevski’in Rusya ve Avrupa arasındaki ilişkileri inceleyen görüşlerine göz atmanın yararlı olacağını düşündüm.

Bu Rus düşünürü Nikolay Danilevski, aşağı yukarı 150 yıl önce, 1869 yılında Rusya ve Avrupa başlıklı bir inceleme kaleme alıyor. Bu inceleme ilkin, Zarai (Şafak) dergisinde, makale dizisi olarak yayımlanıyor. İki yıl sonra 1871 yılında kitap olarak basılıyor. İki baskı yapıyor ve kitap hemen tükeniyor. Üçüncü baskısı 1888 yılında basılır basılmaz o da hemen tükendiği için, 1 yıl sonra 1889’da kitabın dördüncü baskısı yapılıyor.

Bu kitap ilk ortaya çıktığı andan itibaren çok ses getirdiği gibi, çok farklı tepkilerle karşılaşır. Slav severler ve tutucular kitabı överken, Avrupa kültürüne yakın olan ‘Batıcı’ olarak bilinenler kitabı eleştirirler.

Nikolay Danilevski’nin kitabının özelliği, bugün Avrupa-Rusya arasında cereyan eden olaylara değişik bir perspektiften ışık tutmasıdır. Danilevski’nin görüşleri, yazar Sorokin’in kaleme aldığı BİR BUNALIM ÇAĞINDA TOPLUM FELSEFELERİ, başlıklı kitapta kısaca özetleniyor. Mete Tunay tarafından Türkçeye çevrilen bu kitabın incelenmesini, en azından Danileveski’ye ayrılan 30 sayfalık kısmın okunmasını öneririm.

Danilevski’nin bütün görüşlerine katılmıyorum, ama Rusya ile Avrupa arasındaki gerilimin tarihsel, kültürel ve psikolojik nedenlerini anlamak açısından önem taşıdığını düşünüyorum.

Nikolay Danlevski’nin görüşlerini paylaşmanın nedeni, soruna yalnızca, ekonomik ve politik perspektiften yaklaşmanın eksik olduğuna dikkat çekmek isteyişimdir. Elbette emperyalist ülkeler arasındaki gerilim ve çelişkiler, önemli bir rol oynuyor yaşanan savaşımda. Bu reddedilemez, ama gelişmeleri yalnızca ekonomik, siyasal veya güvenlik açısından yorumlamak, tek-boyutlu olmanın ötesine gidemiyor maalesef. Dolayısıyla tarihsel ve kültürel arka planı ve halkların tarihsel bilincini ve toplumlar hafıza ve bilinçaltını da dikkate almak gerektiğin düşünüyorum.

Çünkü Danievski, halkların tarihsel bilincini, HAFIZASINI ve BILINÇALTINI dikkate alarak analiz yapan bir düşünür. Danilevski’nin bütün görüşlerine katılmıyorum, olayları yalnızca kültür tipleri, tarihsel içgüdü açısından ele alan yaklaşımını tek-yanlı buluyorum. Fakat halkların hafızası ve tarihsel hafızası hakkında söyledikleri yabana atılmamalı.

Halkların bilinç-altı, hafızası ve tarih bilinci konusunda somut olarak Türkiye'den örnek vermek mümkündür. Türkiye'de Ruslara, Yunanlılara ve Ermenilere karşı belirli bir düşmanlık, nedenleri ne olursa olsun, halkın bilinçaltına yerleşmiş durumda.

Bana göre, Türkiye'de Ruslara karşı olan düşmanlığının nemli bir nedeni şuna dayanıyor: Osmanlı imparatorluğuna ilk toprak kaybı yaşatan Rusya’dır. Osmanlı, 1698 yılında Karlofça antlaşması ile toprak kaybını kabul eder.

Yunanlılara karşı belirli bir nefretin nedeni ise, kanımca, Yunanlıların 1828 yılında Osmanlıya karşı ilk bağımsızlık hareketini başlatarak, Osmanlı'dan kopup ayrılmasıdır.

Bu nedenle, halkların tarihsel bilincini ve hafızasını göz önüne almadan yapılan analizler eksik kalmaya mahkûmdur.

Niçin Avrupa Rusya’ya hep düşman kalıyor?

Danilevski, RUSYA VE AVRUPA başlıklı kitabında şu soruya cevap arıyor: Ona göre Avrupa, Rusya’yı kendisinin bir parçası saymıyor. Avrupa, Rusya'yı ve Slavları genel olarak kendisine tamamıyla yabancı bir şey görmektedir.

Avrupa, Çin'i ve Hint'i, Afrika'yı ve Amerikaların büyük kısmını kendi imge ve kalıbına göre yoğurup biçimlendirebileceği bir malzeme olarak sömürdü. Ama Avrupa, Rusya’yı Avrupa'nın yararına olarak sömürülebileceği ve kullanılacağı bir ülke olarak göremediği için, bilinçaltında nefret biriktirmektedir.

Avrupa, Rusya'da ve Slavlarda yalnızca yabancı değil aynı zamanda kendisine düşman bir güç [ilke] görmeye devam ediyor. Danilevski’e göre, Rusya’nın Avrupa’nın bazen liberallerine bazen de tutucularına çeşitli yollardan yardım etmiştir. Ama Avrupa, Rusya’dan nefretine son vermeyerek, sürekli nefretinden ısrar etmiştir. Kendisi saldırgan olan Avrupa, Rusya’yı saldırgan emperyalist planları olan bir ülke olarak göstermeye çalışarak, kendi yüzünü gizlemektedir.

Danilevski’ye göre Avrupa’nın Rusya’ya karşı tavrı, özellikle 1853-1856 Rus-Osmanlı kırım savaşında kendini ortaya koymuştur. Osmanlı-Rusya savaşında gerçekten Avrupa’nın tümü Rusya’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer aldı. Marx ve Engels te Osmanlı’yı desteklemişlerdi. Engels’in Slavlara karşı nefretini Marksizm, Milliyetçilik ve Demokratik ulusa adlı kitabımda ele almıştım.

Rusya’dan nefret etmek demokrat olmanın ölçütüdür.

Geçmişte Avrupa demokratları arasında şöyle yaygın bir görüş vardı: Rusya’dan nefret etmek, demokrat olmanın ölçütüdür. Rusya, bir dönem gericiliğin kalesi olduğu için, kapitalist gelişmeye direndiği için Avrupa demokratları, Rusya’dan nefret ediyorlardı. Avrupa’nın sömürgeci politikalarını destekliyorlardı. Avrupa, diğer ülkelere uygarlık götürüyormuş!! Marx ve Engels ilk dönem böyle düşündüler. Sonra görüşlerini değiştirdiler.

Tekrar vurgulama gereği duyuyorum. Danilevski’nin görüşlerine yer vermem, onun görüşlerine bütünüyle katıldığım anlamına gelmiyor. Ancak çok farklı bir perspektif sunduğu için, bilinmeye değer buluyorum.

Bir tarih filozofu olan Danilevski, kendi geliştirmiş olduğu tarih perspektifinden olayı ele alıyor. Ona göre, Avrupa’yı Asya’dan ayıran hiçbir doğal coğrafya sınırı yoktur. Avrupa, bir coğrafya birimi değildir. Coğrafik açıdan bakıldığında, aslında Avrupa, Asya’nın Batı yarımadasıdır. Avrupa, sözcüğü, bir coğrafya birimi değildir.

Bilindiği gibi, dünyada kaç kıta olduğu konusunda üç görüş söz konusu. Dünyada 7, 6 ve 5 kıta vardır diyen görüşler var. 5  Kıta olduğunu ileri sürenler şunu ileri sürüyorlar: 

Tüm kıtalar denizlerle birbirinden ayrılırlar. Oysa Avrupa ve Asya denizle ayrılmadığı için tek bir kıta oluştururlar, dolayısıyla Avrupa ve Asya diye iki farklı kıta yoktur, tek bir kıta vardır. Onun da adı: Avrasya kıtasıdır. Bu yaklaşıma göre, Afrika, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Avusturalya ve Avrasya olmak üzere 5 kıta vardır.

Tarih filozofu Danilevski açısından, Avrupa, bir çeşit kültür-tarih alanıdır. Ona göre Avrupa, esas olarak Roma-Cermen uygarlığının bir parçası, daha doğrusu bu uygarlığın kendisidir. Fakat Roma-Cermen uygarlığı, evrensel bir uygarlık değil, birçok uygarlıklardan sadece biridir.

Danilevski, Roma-Cermen uygarlığının, tarihi üç çağa, Antikçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ olarak ayırmasını eleştirir. Ona göre, Roma İmparatorluğunun yıkılmasından sonraki çağın Ortaçağ adlandırması, tüm dünya için geçerli olamaz. Çünkü Roma İmparatorluğunun yıkılışı, Çin, Hindistan ve Arap kabilelerini hiç ilgilendirmemiştir. Zira onların yaşamlarını büyük ölçüde etkilememiştir. O zaman niçin Çinliler, Hintliler ve Araplar, Roma-Cermen uygarlığının tarih perspektifini kabul etsin ki.

Danilevski, Antikçağ- Ortaçağ-Yeniçağ olarak tarihin bölümlenmesini anlamsız buluyor; çünkü bu bölümleme tüm insanlık için geçerli olan evrensel bir tarih bölümlenmesi değildir. Ve şunu vurguluyor: Her uygarlığın kendine göre tarihsel bölümlenmesi olmuştur. Her uygarlığın kendisinin, ilk, orta ve yeni dönemleri olmuştur. Bu anlamda, Yunan, Roma Hint, Mısır uygarlıklarının ve bütün tarihsel halkların kendi, ilk, orta ve yeniçağ dönemleri vardır.

Bir başka düşünür, Jack Goody, Tarih Hırsız’ı adlı kitabında Avrupalıları başka halkların tarihini çalan, tarih hırsızı olarak eleştirmişti.

Şimdi, Danilevski’nin Avrupa’nın Rusya’ya karşı düşmanlığının nedenleri konusunda söylediklerine bir göz atalım.

Danilevski’ye göre Rusya, Avrupa’yı tehdit etmemiştir. Rusya, esas olarak, Avrupa’dan çok daha fazla barışçıl bir şekilde büyümüş ve genişlemiştir. Evet, okuma yazma bilmeyen bazı Avrupa Germen-Roma halklarının oturduğu yerlere de yayıldı, ama Avrupa, Rusya’yı defalarca işgal etmeye çalışmıştır. Her seferinde de Rusya, Avrupalı işgalcileri kovmuştur. Danilevski, muhtemelen Napolyon’un 1812’de Moskova’yı işgal etme girişiminin püskürtüldüğünü ima ediyor.

Fakat şuna da tekrar dikkat çeker: Avrupa, bahane bulduğunda tekrar Rusya’ya saldıracağına dikkat çekmişti.

Avrupa için çok kez fedakârlıklar yapmış, Rusya karşı tutum ve nefretine dikkat çekerek şu soruyu soruyor?

Bütün Avrupa hükümetlerinin ve kamuoylarının Rusya’ya karşı bu güvensizliği, adaletsizliği ve nefreti nereden ileri geliyor ve ne içindir?

Danilevski açısından, Avrupa’nın Rusya’dan nefret etmesi akıl ile izah edilecek bir olay değil. Avrupa’nın kendisi, Rusya’ya karşı duyduğu nefreti akla yatkın olarak açıklayabilecek durumda da değil. Ona göre Rusya’ya karşı tüm Avrupa’nın nefretinin nedenleri, çok derinlerde yatıyor. Avrupa’nın Rusya’ya karşı olan nefreti nedeni, bilinçsiz TARİH İÇGDÜSÜDÜR.

Ama bu tarihsel içgüdünün dayandığı bazı temeller var. Bu konuda şunlara dikkat çekiyor Danilevski:

  1. Avrupa Uygarlığı, Slav-Rus uygarlığından 500 yıl kadar daha yaşlıdır

  2. Rusya çiçeklenmekte olan bir uygarlıktır.

  3. Avrupa esas olarak çöküş aşmasında olan bir uygarlıktır.

  4. Avrupa, sadece ekonomik-siyasal alanda değil, kültür alanında dünyayı kendi egemenliği altına almak için, savaş dâhil her şeye başvuruyor.

  5. Avrupa’nın gücü azaldıkça, dünya egemenliği için duyduğu hırs ve tutku artmaktadır.

  6. Oysa tek bir uygarlığın dünyaya egemen olmasının çok kötü sonuçları vardır. Böylesi tek başına bir egemenlik, insanlığı bir bakımdan ölümcül bir tehlikeyle karşı karşıya getirir. Ayrıca bir tek bir kültürün, bütün insanlığa dayatılması, yeni bir uygarlığın doğuşunu ve gelişimini engeller.

  7. Avrupa, Rusya üzerinde egemenlik kuramadığı için Rusya’dan nefret etmektedir.

Tabi Danilevski, bu saptamaları yaptığı dönemde ABD, henüz dünya gücü haline gelmemişti. Onun Avrupa için söyledikleri Amerika için de geçerlidir.

Tüm görüşlerine katılmasam da, Almanya tarihini bilen biri olarak bazı saptamalarının doğru olduğunu düşünüyorum.

Ona göre farklı uygarlıklar vardır. Bu uygarlıkların kendine özgü yanları var: Örneğin

  • Yunan Uygarlığı GÜZELLİĞİ gerçekleştirmiştir. Hiçbir uygarlık, yunan uygarlığını bu yanını aşamadı.

  • Roma Uygarlığı, HUKUK VE SİYASAL ÖRGÜTLENMEYİ Gerçekleştiren Bir Uygarlıktır

  • Sami Uygarlığı, DİNLERİ Doğurdu.

  • Avrupa Uygarlığı BİLİMİ Yarattı

  • Çin, uygulamada YARARLI OLANI Gerçekleştiren Bir Uygarlık

  • Hindistan, MİSTİK, ama aynı zamanda, TASARIM ve FANTEZİSİ geniş bir uygarlık

ABD ve Avrupa’nın ikiyüzlülüğü

Rusya’yı kuşatmaya girişen NATO’nun Rusya’yı kışkırttırttığı doğrudur, ancak Ukrayna hükümetinin faşistler tarafından desteklendiği, Hitler faşizminin sembollerini kullandığını Avrupa ve ABD görmezden gelmesi, ikiyüzlülüğü daniskasıdır.

ABD, yalan haberler yayarak Irak’a saldırdığında, Batılı ülkelerin hükümetlerinden ses çıkmamıştı. Oysa Ukrayna-Rusya savaşında, Rus düşmanlığı ve nefreti öyle bir hal aldı ki, acınacak hale gelmiş küçülmüş olan Batı dünyası, kendi nefretini, bu savaştan hiç haberi olmayan, 140 yıl önce bu dünyadan göçüp gitmiş Dostoyevski’ye yansıtıyor. Onunla ilgi filmler sürümden kaldırılıyor, üniversitelerde ders programlarından çıkarılıyor. Zavallı Batı, ne hale geldiğini göremeyecek kadar, körleşmiş durumda.

Savaş, ahlaki, etik ve doğa açısından asla savunulamaz

Son olarak şunu ifade etmek isterim. Savaşta en çok acı çeken sıradan insanlardır, çocuklar, yaşlılar, kadınlardır.

Savaş ve şiddet, tarihsel olarak bazen kaçınılmaz olabilir; ama savaş hiçbir zaman ahlakı ve etik olarak savunulamaz.

Tarihsel deneyimler şunu ortaya koyuyor: Kapitalizm var oldukça, dünyada barış mümkün görünmüyor. Dolayısıyla iki yol var insanlığın önünde: Ya insanlık kapitalist uygarlığın kazanımlarını koruyarak, kapitalizmi aşıp yeni bir uygarlık kuracak, ya da kapitalizm insanlığın varlığını tehdit etmeye devam edecektir.

Karar vermek gerekir. Karar sizin!