Dünya genelinde kadına şiddet her zaman vardı. Bunu kimse inkâr edemez. Ben bir Türkiyeli olarak bizim memleketteki genel anlayışı ele almak istiyorum. A'dan Z'ye sanattan ekonomiye, iş dünyasından spora, eğlenceden hukuka kısaca herkes kadına uygulanan şiddete karşı. Ya da böyleymiş gibi bir imaj veriyor. Oysa bu işin reklamını en çok yapanların en fazla şiddet uyguladıkları görülüyor.

Günümüzde sadece erkeklerin kadınlara şiddet uyguladıklarını söylemek yanlış olacaktır. Kadın belki erkeğe dayak atmıyor ama uygulanan duygusal şiddet hemen her ailede var olabiliyor. Benim anlamadığım “Dünya Kadına Şiddete Hayır Günü” de olsa durup dururken nereden çıktı bu reklam diyorum. Reklam sözcüğünü bilerek seçtim, zira yapılanlar düpedüz kadına uygulanan şiddetin reklamından başka bir şey değil. Konuya biraz açıklık getireyim:

Gece gündüz haberlerde herhangi bir kadına uygulanan şiddetle yatıp kalkıyor, uyanıp yemek yiyor yatıyoruz. Gün veya gece boyu benzer haberler öyle bir veriliyor ki insanın nutku tutulur. Son yıllarda artan kadın cinayetleri de bize gösteriyor ki bu tarz bir işe yaramıyor. Böylesi yüzeysel sloganlar, kampanyalar yerine daha kalıcı ve köklü politikalara yönelmek en doğrusu olacaktır. Bu türden kampanyalar, ha bire tekrarlanan rutin benzer haberler kadına uygulanan şiddetin kabullenilip kanıksanmasına, sıradan bir olaymış gibi algılanmasına neden oluyor. Toplumun duyarlılığı kaybolup gidiyor, bu ve benzer haberlerle yetişen çocuklar artık benzer olayları garipsemiyor, aksine normal zannedebiliyorlar. O yaşlarda böylesi imajlarla büyüyen küçükler büyüdükçe bunun malum ve tek yol olduğunu zannediyor. Bu anlamda zamanla bu şiddetin bir tek kadına değil toplumun hemen her kesimine, günlük hayatın her yerine yayıldığına şahit oluyor. Bir süre sonra da bunun durdurucusu değil devam ettiricilerinden biri olup çıkıyor.

Bu anlamda okul çağlarında başlamak bir seçenek. Habercilik anlayışı, özellikle kültür ve sanatla ilgilenen insanların meydana getirdikleri eserler, devletin resmi kurum ve kuruluşlarının aydınlatıcı politikaları, gazetelerin sorumlulukları, medya organlarının duyarlılıkları kısaca toplum olarak topyekûn bu uygulamalara karşı çalışmalar yürütmek gerekir.

Ayrıca benim uzun bir süredir gözlemlediğim ve garipseyip yadırgadığım bir başka mevzu konunun bazı aralıklarla olur olmaz zamanda sürekli gündemde tutulması ama buna rağmen çözüme dair hiç bir adımın atılmaya yanaşılmaması. Madem bu toplumsal bir sorun, nesillerden nesillere aktarılıyor, toplumun dokularını bozuyor, insanları kirletiyor olaya devlet el koymak zorundadır. Tabii ki kanunlar bu konuda değiştirilmeli, daha çok savcı ve yargıç kadın olmalı, anaokullarından üniversitelere kadar bu konu özellikle kadına şiddet ama bir bütün olarak şiddet karşıtı eğitim anlayışı yerleşip kök salmalıdır. Mevcut her eğitim kurumu şiddet karşıtı politikaları programlarına koymalı ve bunu hızla hayata geçirmelidirler.

Bir yandan hemen her resmi, yarı resmi, gayri resmi kurum ve kuruluşları, yasalar, devlet görevlileri harekete geçerlerken, diğer yandan toplumun her kesiminden insanları duyarlı hale getirmek, kanaat önderleriyle bu türden konuları ele almak, en önemlisi de uygulamayla birlikte zihinlerde bu davranışı yadırgayıp ayıplatmak, kınamak en doğru tercih olacaktır. Din adamıysa din adamı, spor antrenörüyse spor antrenörü, şarkıcısı, aşçıbaşısı, bahçıvanı, holding sahibi veya yöneticisi, sinema artistiyse sinema artisti, yazı işleri müdürüyse o, kısaca toplumun hemen her kesiminden örnek ve önder pozisyonundaki insanların bu konudaki örnek davranış sergilemeleri, kadına uygulanan şiddetin ne kadar yanlış olduğunu içeren telkinlerde bulunmalarının da önemli faydaları olacaktır kanısındayım.