Günlük hayatta, farkında olmadan kullanılan, amacını aşan, hatta son derece tehlikeli, birçok ifade ve tanımlama vardır. Bunlardan birisi de başlıkta ki cümledir.

Çok masum bir cümle gibi görünen bu cümleye biraz daha yakından bakmak iyi olur. Bu cümle, “ötekileştirme hallerinin” sokak diliyle ifade edilmesidir. Aslında bu tür ifadelerle “ötekileştirme”, mazur gösterilmekte, meşrulaştırılmak istenmektedir. Bu nedenle de açıktan yapılan saldırılara göre daha tehlikeli bir cümledir. Yoksa bu cümle masum bir insanlık hali olarak kurulmamaktadır.

Asimilasyonun bin bir çeşit yolu vardır. Asimile etmek istediğiniz toplumun değerlerini ortadan kaldırmak, yok etmek, görünmez kılmak, asimilasyonun bir türüdür. İlgili toplumun dilini küçümsemek, kullanılmasını yasaklamak, inancına saygısızlık etmek, asimilasyonun bir diğer yöntemidir. Asimile edilmek istenen toplumsal gurubun bireylerini tek tek etkilemek, onların kendilerine, inançlarına, etnik aidiyetlerine saygılarını azaltmak asimilasyonunun bir başka yöntemidir. İşte bu asimilasyon yöntemlerinden birisi de bu cümleden saklıdır.

Bu cümlede karşısındakinin, yani “ötekileştirilenin”, insanlığını belirleyen, tayin eden, O’nu insanlığa kabul edip etmeme hakkını kendisinde gören bir üst kimlik vardır. O kadar üst kimliklidir ki diğerinin tüm değerlerini belirleme ve bunlara karar verme hakkını kendisine tanımaktadır. O’nun insanlığına dair duyduğu kuşkuyu, saygılı davranma ihtiyacı duymadan, açıkça ifade edebilmektedir. Irkçılığından kaynaklanan sözde “kuşkularına” rağmen, O’nu insanlığa kabul eden bir lütufta bulunarak, O’nu kendisine minnet duymaya zorlamaktadır.

Durumun anlaşılması için bu cümlenin kullanıldığı ortamlara daha yakından bakılmalıdır. Genellikle etnik, dinsel farklılıklar ifade edildiğinde bu cümle kullanılıyor. Yani herhangi bir nedenle birisi “Kürt olduğu” söylediğinde veya “Aleviliğini” açıkladığında, bu cümle ile cevap verilir. Zaten böyle bir cümlenin cevap olarak kullanılması en başında kimliğini veya inancını açıklayanı suçluluk kompleksine iter. Sanki özel olarak bir gerçeğin üstü örtülmek isteniyormuş gibi.

Siz Kürt olduğunuzu söylersiniz karşınızdaki ‘ne fark eder hepimiz insanız’ der. Sanki, Kürt olmak insan olmama ihtimalini de taşıyormuş gibi. Siz Aleviliğinizi açıkladığınızda, karşınızdaki, ‘ne fark eder hepimiz insanız’ der. Sanki Alevilik insan olmanın dışındaymış gibi. Aynı şahıs siz Türk, Alman, Fransız olduğunuzu söylediğinizde böyle bir cümleye gerek görmez. Peki neden Kürt veya Alevi kimliğinin açıklanması, “ne fark eder hepimiz insanız” cümlesiyle karşılanıyor.  Bu cümlenin hikmeti nedir ki böyle cevaplandırılmaktadır? Çünkü bu cümle, Türk devletinin duymak istemediği, tam tersine yok etmek istediği kimliklerin ifade edilmesidir ve asimilasyoncular bundan çok rahatsız olmakta, dolayısıyla tepki göstermektedirler. Bu nedenle söz konusu ‘ne fark eder hepimiz insanız’ ifadesi devreye girmektedir.

Bu cümle, benzeri yüzlerce cümleler gibi asimilasyonu perdelemek amacıyla kullanılan bir cümledir ve o nedenle hiç masum değildir. Bu cümleyle anlatılmak istenen tam olarak şudur; “ben senin Kürt ve Alevi olmandan hiç hoşnut değilim. Ama umuyorum ki insan olursun ve bu “kötü” özelliklerden kurtulursun. Aslında senin insanlığından da şüpheliyim ya, bunu söylemeyi uygun bulmuyorum sadece. Belki yarın farklı koşullar oluşur da bunu istediğim gibi bağıra çağıra yüzüne karşı söyleyebilirim.”

Gerçek böyle olduğu için bu cümleyi asimile edilenler kuramazlar. Mesela bir Kürt, bir Ermeni veya bir Alevi, Türk ve Sünni bir arkadaşına “sen Türksün ama fark etmez, hepimiz insanız” demeyi aklına bile getirmez. Çünkü zaten insanlığın tartışıldığı bir durum söz konusu değildir.

Asimilasyoncu yaklaşımlar bilinçlere, ruhlara o kadar derin nüfuz etmiş ki herkes asimilasyona alet olabilmektedir. ‘Ne fark eder hepimiz insanız’ diyen birisi, farkında olarak veya olmayarak, asimilasyona hizmet etmektedir. Aslında bu cümlenin duyulduğu her yerde ve an’da hemen itiraz edilmeli ve ‘hayır çok fark eder çünkü siz öncelikle insanlığımın kabul veya onay merkezi değilsiniz’ denilmelidir. Çünkü hiç kimse bir başkasının insanlığına karar verme hakkına, yetkisine sahip değildir. Ayrıca insan olmak, etnik veya dini kimliğin alternatifi değildir. Tam tersine sadece insanlar, hem etnik, hem de dinsel kimlik sahibi olmaktadırlar.

Ülkede ve bölgede o denli yoğun bir asimilasyon, baskı, katliam ve şiddet yaşanmaktadır ki, bu türden beyinleri, bilinçleri kirleten kavram, algı ve tortuları temizleme fırsatı olmamaktadır. Bu algıların varlığı ise asimilasyoncu politikalara karşı mücadelenin zaafa uğramasına yol açmaktadır.

Bu alanda sanatın her türünün çok büyük bir işlevi olduğu bilinmektedir. Böyle durumlarda sanat rolünü ve fonksiyonunu yerine getirebildiği oranda bu türden bilinç çarpıklıklarını gidermek daha kolay ve mümkün olabilecektir. O nedenle asimilasyona, zulme ve sömürüye karşı mücadele, sadece toplumsal mücadele araç ve yöntemlerle sürdürülen bir mücadele olarak kalmamalıdır. Aynı zamanda sanatın birçok dalının bu mücadeleye aktif ve etkili olarak katılması gerekmektedir.

Unutmamak gerekir ki algı operasyonlarının toplumsal mücadelenin başarısında veya başarısızlığında büyük bir etkisi ve rolü bulunmaktadır. Egemenlerin yalanlarına ve sahteliklerine karşı halklar, kendi sanatlarıyla panzehir üretmek zorundadırlar. Bu görev, özgürlüğe giden yolun önemli kilometre taşlarındandır. Ezilenler, bilinç bulanıklığı yaratanlara fırsat, imkan ve izin vermemek için kendi sanatlarını sahiplenmeli ve geliştirmelidirler. O zaman kimsenin kimseyi insanlık testine tabi tutması gerekmeyecek veya bunu yapmaya kalkışanlar, hak ettikleri cevapları alacaklardır.