Demokrasi kelimesinin ne anlama geldiğini toplumun büyük bir kısmı bilmemesine rağmen yerine göre bu kavramı günlük yaşamında sıkça kullanmaktadır. Kimi zaman bize göre değil diyerek karşı çıkmakta, kimi zamanda bizde demokrasinin âlâsı var diyerek sahiplenmektedir.

Demokrasi kelimesini en çokta siyasi partiler bilerek suistimal etmekte ve kendi siyasi amaçları için kullanmaktadırlar. Türkiye’deki parti programlarına baktığımızda demokrasi kelimesi sayfaları süslemekten başka bir anlam ifade etmemektedir. İktidar ve İktidar medyasının söylemlerinde de en çok rastlanan kavram demokrasidir. Türkiye tarihine baktığımızda demokrasiden en çok bahsedenler demokrasi isteyenlere yaşam hakkı tanımayanlar olmuşlardır. Bu yanlızca Türkiye’de değil hemen hemen dünya’nın birçok ülkesinde geçerli bir kural dönüşmüş ve bu kavramı en çokta Diktatörler kullanmış ve kullanmaktadırlar.

Demokrasi terim olarak Yunancadan gelir ve "halkın yönetimi" anlamına gelir. Daha da açıkçası halkın devlet üzerindeki eğemenliği demektir. Yani halkın devleti yönetmesi ve siyasi iradenin, yürütmenin halkın çoğunluğu tarafınden belirlenerek halkın hizmetinde olmasıdır. Buna rağmen siyasi literaturda en çok içi boşaltılarak kullanılan, her siyasi hareketin bir elbise biçer gibi kendisine uyarlayıp halka giydirmeye çalıştığı bir kavram olmuştur. Devleti yöneten halk olmamıştır, aksine küçük bir grup veya bir şahıs halk adına devleti yönetmiştir. Elbette kısmende olsa demokrasi ile yönetilen ülkeler vardır. Batı Avrupa demokrasileri buna bir örnek olmakla birlikte, bu ülkelerde de halkın tümden devleti yönetiği söylenemez. Ama yinede bu ülkelerde vatandaşlar aynı hak ve yükümlülüklere sahiptirler. Tabii ki bu durum Batı Avrupa ülkelerinde yaşıyan göçmenler için geçerli değil. Göçmenler aynı yükümlülükleri yerine getirmelerine rağmen, uzun yıllardır burada yaşamalarına rağmen halen seçme ve seçilme hakkından mahrum bırakılmaları demokrasinin eksikliğini göstermektedir.

Kısmen de olsa demokrasi ile yönetilen ülkelerde her birey fikrini özgürce söyleme, kendisini ifade etme ve istediği gibi yaşama hakkına sahiptir. Bireylerin hakları çoğunluk tarafınden korunmaktadır. Demokasilerde fikir ve inanç özgürlüğü toplumun bütün sosyal kesimlerinin bir arada tutulmasının temel taşıdır.

Demokrasi ile yönetilen toplumlarda devlet iradesinin, yürütmenin her şeyi yürürlükteki anayasa kurallarına göre yapması zorunludur. Bu seçimler yoluyla iktidara gelerek yürütmeyi üstlenen tüm partiler ve siyasi hareketler için geçerli temel bir kuraldır. Parti ve şahısların iktidarda kalmaları için değiştirilmez.Bundan dolayıda anayasal parlamenter sistemler temsili demokrasi ile yönetilen devletlerin temelini oluşturmaktadır.

En özgür toplumlar halkın katılımı (partizipatif) ile oluşan demokrasilerdir. Halkın yerelde ve genelde siyasi iradenin belirlenmesinde söz sahibi olduğu, ekonomik ve sosyal alanlarda karar verdiği katılımcı demokrasiler meşrudur. Demokrasilerde bir devletin ve siyasi iktidarın meşruluğu halkın ne derecede ve hangi düzeyde siyasi kararlara katılımı ile ölçülmektedir. Katılımcı demokrasilerde toplumun her kesiminin ve sivil toplum örgütlerinin kararlara katılımı ve talepleri dikkate alınarak yasalar çıkarılmaktadır. Bu nedenle katılımcı demokrasilerde sivil toplum örgütleri siyasi irade üzerinde güçlü bir etkinliğe sahiptirler. Yerelde ise siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlar o bölgenin kendisine has özellikleri dikkate alınarak bölge halkının katılımı ile kararlaştırılır (İsviçre örneği). İsviçre örneğinde olduğu gibi toplumun tüm bireylerinin katılımına ve siyasi karar alma süreçlerine katılmalarına büyük değer verilir. Katılımcı demokrasilerde halk merkezi ve yerel yönetimler üzerinde, onların başta eğitim, ekonomi, iş dünyasi, çevre ve iklim konularında aldığı kararların oluşmasında büyük bir siyasi etkiye sahiptir. Almanya gibi temsili demokrasilerde ise katılımcı demokrasi hareketleri giderek güçlenmektedir.

Sonuç olarak; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 27. Dönem 5. Yasama yılı açılışında AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafınden yeniden gündeme getirilen yeni anayasa tartışmaları ve muhalefetin güçlendirilmiş parlamento talepleri halkın ve sivil toplum örgütlerinin katılımı olmadan Türkiye’nin içinde bulunduğu bu derin siyasi krizden çıkması mümkün değildir. Evet nasıl bir demokrasi istiyoruz? Bu soruya sivil toplum örgütleri, demokrasi isteyen siyasal hareketler ve bireylerin karar vermesi acil bir sorumluluk gerektirmektedir.