“Aşk denen şey,

müzikten başka

bir şey değildir.”[1]

Her fırsatta ısrarla ifade ettiğim gibi hayatı, onun lisanı müziği müthiş önemser[2] ve AKP’li Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’la birlikte çalan Erkan Oğur’un, “Müzik unutulmaya yüz tutmuş bir dil gibidir. İnsan giderek ondan uzaklaşmaktadır,”[3] saptamasını ciddiye almam…

Müziğin, hayat gibi -onu bırakıp, boşlamadıkça!- insan(lık)ı hiçbir zaman, asla terk etmez; hatta zindanda, işkence de dahi…

* * * * *

Müzik, hayatın kendisi ve hayat kadar da üretken ve yalın işleve, özelliklere sahip.

Evvelin iptidasında insan(lık) doğayı yansıtıp, yalnızlığını, korkularını aşmak ya da haberleşmek için mırıldandı, çığlık attı; doğa seslerini duyumsayarak; belki de ellerindeki taşlarla ritim tuttu.

Sonrasında ruh hâlini, koşulları yansıtan ezgiler çıktı ortaya; dilden dile dolanarak.

Müziğin insan(lık) yaşamında önemli, sürekli yer tuttuğu antik Yunan’da güneş, okçuluk, akıl ve kehanet tanrısı Apollon’un simge çalgısı lir benzeri, “çitara”dır. Sonradan arp’a veya lire benzeyen Pektis ve Magadis, aşk şarkılarına eşlik çalgısı olarak çitara örneğinden gelişmiştir. Apollon’un müziği, dingin ve huzurlu etkiler doğurur.

Şiirsel biçimler ve müzikteki Klasik Dönem, Apollon törenlerinden kaynaklanmıştır. Öte yandan Dionisos, şarap ve taşkın bir coşkunun tanrısıydı. Esriklik, dans ve yaşamdan zevk almanın simgesidir. Çalgısı aulos, çifte kamışlı, zurna benzeri bir üflemeli çalgıdır. Dionisos törenlerinden tiyatro sanatları türemiş ve Romantik Dönem esinlenmişti.

Eski Roma’da müzik, öncelikle askeri törenlerde kullanılırmış. Romalılar savaşta baskın olmak ve askeri yüreklendirmek için gürültülü çalgılar icat etmişler. Örneğin, trompet ve korno çeşitleri böyle doğmuş. Birçok Roma imparatoru ve diktatörü, müzik koruyucusu ve yorumcu olarak bilinir. Roma müziğine ilişkin en eski belge, Romulus’un Cecina’lıları yenmesinin kutlanmasındaki ilahilere ait bir yazıttır. Roma İmparatorluğu’nun son döneminde ve Hıristiyanlığın ilk döneminde yetişen Aziz Augustine (354-430) ve Severinus Boethius (475-524) gibi önemli felsefeciler müzik kuramına büyük katkılarda bulunmuşlardı.

Romalı Hıristiyan Boethius, ortaçağ başlarının en etkin kuramcılarındandı. Aristo’yu Yunanca’dan Latince’ye çevirmişti. ‘De Institutione Musica’ başlıklı yapıtında da Pythagoras ile Platon’un felsefelerinden yola çıkıp, müzik ve matematiğin ayrılmazlığına, müziğin insan karakterine etkisine ve eğitimdeki yerine değinmişti.[4]

Özetle gelişimi içinde müzik, toplumun (ekonomi-politik) yaşam biçiminin aynasıyken; sadece bir eğlence unsuru değil o toplumun da diliydi, yansımasıydı…

Kolay mı?

Søren Kierkegaard’ın ifadesiyle, “Yaşam tıpkı müzik gibidir; mükemmel bir ayar doğru ile yanlış arasında gidip gelir; güzellik burada yatar”ken; “Beethoven, o harika Dokuzuncu Senfoni’siyle gelecek günlerin marşını yarattı,”[5] diye hatırlatıp ekler Joan Baez, “Mumlarımızı küllerinden aydınlattık. Biz güneşin savaşçılarıyız. Daha iyi bir dünya için… Artık kimse bizim satın alma sistemlerimiz olmayacak ve dünyanın işçileri yeniden şarkısını söyleyecekler”!

* * * * *

Aslı sorulursa sınır tanımayan özgürlüğüyle müzik bir ifade biçimi olarak hayatın kendisidir.

Bu nedenledir ki sinema, tiyatro, heykel, resim gibi önce “görme” -somut- ile değil “duyma” -soyut- ile bizleri etkileyen müzik; “Egemenlere karşı güçlü bir silahtır.”[6]

Tarihte Joseph Haydn gibi patronların hizmetlisi olmuş, aşçı, bahçıvan gibi onlar da lacivert önlük giymeyi kabul edenlerden, Ludwig van Beethoven gibi devrimciler ve onun 3. Senfoni’sini besteleyene dek çeşitli biçimleriyle (ezen/ezilen ekseninde) karşımıza dikilir…

XIX. yüzyılın romantik bestecisi ne denli kendi kabuğuna çekilmeyi, siyasal kavgalardan uzak durmayı yeğ tutmuşsa, XX. yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşı geçiren besteci de kendini politik kavgaların, toplumsal sorunların ortasında bulmuştur.

Çağ başında, önceki post-romantizmin ve izlenimciliğin karmaşık tekniği ve yoğun duyguları yerine daha kolay anlaşılır, geniş kitlenin, eğitimsiz dinleyicinin dünyasını yansıtabilir müzikler bestelemiştir. Örneğin Yararlı Müzik akımı ya da Fransız Altıları’nın neşeli ezgileri bu amaç doğrultusundadır.

Siyasal olayların sanatı etkilediği dönemde müzik önce tiyatroyla birleşir, sahnedeki görsellikle işitsellik yeni ortamlar yaratır. Böylece konunun güncel oluşu, çağı yansıttığı kadar, müzik de güncel malzemeden yararlanır.

1927’de Ernst Krenek (1900-1991) ilk kez toplumsal olayları taşlama niteliğindeki Jonny Spielt Auf adlı operasını besteler: Revü havasında, caz müziğinden esinli, hızlı değişen sahneleriyle, radyo hoparlörü, tren sireni gibi konunun geçtiği çevreyi yansıtan seslerle ilgi toplarken Zeitoper (günün operası) türüne de öncülük eder.

Bu türe yine güncel olayları yansıtan Paul Hindemith’in Daily News operası; Max Brand’ın Makinist Hopkins adlı operası ve Arnold Schönberg’in Von Heute auf Morgen adlı yapıtı katılır. 1930’da Leipzig’de sahnelenen Mahagony ise Kurt Weill ve Bertold Brecht’in unutulmaz ortak çalışmalarıdır: Masalsı bir özgürlük kenti olan Mahagony’de herkes canının istediği gibi yaşamaktadır. İnsanlar özgürlük uğruna dünyanın dört bir yanından bu kente göç etmektedir. Ancak 1933’ten sonraki Nazi baskısı bu oyunu derhâl yasaklar. Üç Kuruşluk Opera, Yedi Ölümcül Günah gibi toplumsal sorunları işleyen müzikli tiyatrolar da Brecht-Weill işbirliğiyle devam eder.

İtalya’nın öncü bestecisi Luigi Nono, kendini komünizme adamış bir sanatçı olarak, kitlelerin coşkulu sesini duyurmak amacıyla korolu bir teknik geliştirir: Siyasal hükümlülerin haklarını savunan Askıdaki Şarkı (1956) toplumun dinamik sesi olur. Luciana Berio’nun 1964’teki görsel oratoryosu Traces ise ırk çatışmasını konu alır, çeşitli müzikleri birleştirerek kapitalizme hücum eder.

1970’li yıllarda “yeni sol” akımını desteklemek üzere müzik bir araç olarak kullanılır…

XX. yüzyıl başında politika ile iç içe yaşamış sanatçılar deyince, hemen akla Prokofiev ve Şostakoviç geliyor. 1917 devrimiyle, Rusya’da politik açıdan gerekli olan, bir bestecinin ulusal kimliği yansıtmasıdır. Bu konuda Prokofiyef ve özellikle Şostakoviç büyük bir savaş vermişlerdir. Prokofiev’in ilk dönem yapıtları 1917 Devrimi’ne hazırlanan ülkenin koşullarını yansıtırcasına kişisellikten uzak, yaldızsız ve dobradır. Bunlar çevreden sert tepkiler alır.

Şostakoviç ise, 1931’de New York Times’a verdiği bir demeçte, kendini bir devrimci-popülist olarak tanımlar ve içinde ideoloji taşımayan müzik düşünemediğini söyler.[7]

* * * * *

Coğrafyamızda da, Pir Sultan’dan Dadaloğlu’na; Mustafa İtri Efendi’den Gomidas’a; Ruhi Su’dan Aşık Mahsuni Şerif’e; Aşık Veysel’den Neşet Ertaş’a; Rahmi Saltuk’dan Sadık Gürbüz’e; Selda Bağcan’dan Kazım Koyuncu’ya; Ciwan Haco’dan Şivan Perwer’e; Melike Demirağ’dan Ahmet Kaya’ya; Grup Yorum’dan Grup Munzur’a vd’lerine dek acıların, sevdaların, başkaldırının tanığı/ tarafı olmuştur ezgiler.

Keder ile neşenin direngen/ unutmayan birleşimi Rembetiko gibi…

“Nasıl” mı?

Yanıt Evrim Ateşler’in satırlarında şöyle: “Smyrneiko mübadeleden önceki süreçte İzmir’de farklı etnik kökenli müzisyenlerden oluşan orkestraların icra ettiği bir İzmir kent müzik modeli. Kelime olarak ‘İzmir’e ait olan’ demek. Mübadeleden sonra insanların değişen hayatları, dolayısıyla psikolojileri, dolayısıyla kalemleri, yaşanan acıları ve kederleri anlatmaya başladı. Bu şarkıları hangi formatta sunacaklardı, tabii ki ruh hâllerinin değiştiği formatta. Acaba Smyrneiko evrilerek mi Rembetiko doğdu? Bu bir reenkarnasyon gibi. Rembetiko bir insan olsaydı ‘sanki eskiden hayatımın bir köşesinde İzmir’de yaşamışım’ diyebilirdi yani…”[8]

* * * * *

Bu kadar da değil; bir de Kürtlerde ön plana çıkan Dengbejlik var. Hani halkın hafızasını, acılarını, mücadelelerini koruyarak bugünlere ulaştıran gerçek…

Kimler yok ki bu tarihte?

Mesela… Serhatlı kadın dengbêjler, yüreklerinden kopan stranlarıyla kadınlara ışık oldu. Bilinen ilk kadın dengbêj Gulê’den, Kafkasya’nın parlayan yıldızı Sûsika Simo’ya, Vanlı Gazin’e kadar onlar geride sayısız eser bıraktı.

Dengbêjlik kültüründe önemli bir yere sahip olan Serhat yöresinde önemli kadın dengbêjler yetişti. Enstrümansız çıplak sesle gırtlaktan coşan seslerin oluşturduğu dengbêjlikte, Serhatlı kadın dengbêjler bu önemli kültürün öncülüğünü de yaptı.

İlk bilinen kadın dengbêj olarak, XVIII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen ve aynı zamanda şair olan Gulê’nin adı anılıyor ve onun divanlarda erkek dengbêjlerle atıştığı söylenir. Gulê’nin yanı sıra aynı dönemde yaşadığı tahmin edilen ve güçlü bir dengbêj olduğu belirtilen Pero isimli bir kadın dengbêjden ve 1900’lerin başında Hakkâri’de yaşadığı söylenen Dengbêj Hemîde’den söz edilir. Bu kadın dengbêjlerin ünleri ve hikâyeleri toplumda kulaktan kulağa yayılmıştır ancak kimse seslerini dinleyemedi. Dengbêj Gulê, Pero ve Hemîde hakkındaki hikâye ve bilgiler genellikle kadın dengbêjler tarafından dile getirilir.

1925’de Ermenistan’ın Elegezê bölgesinde Ahbaranê’ye bağlı Mîrekê köyünde, Êzidî bir ailede gözlerini açar dünyaya Sûsika Simo, Ekim Devrimi ve sosyalizmi müjdeleyen kilamlara imza atanr.

Sûsika Simo’nun Lenin için de bir bestesi vardır. “Devra berê, devra berê, belengaz bû/ Lenin rabû em xilas bûn/ Navê Lenin şirin şa bûn…/ “Eskiden, eskiden hep yoksulduk/ Lenin kalktı biz kurtulduk/ Lenin’in ismiyle mutlu olduk.”[9]

Ardından… Güçlü sesiyle “Şahê Dengbêjan/ Dengbêjlerin Şahı” olarak nam salan Şakiro ile dengbêjliğin Botan bölgesinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Seyîd Fadil Cizîrî’nin ardından “Seyîtxanê Boyaxçî” nam-ı diğer “Bilbilê Amedê/ Diyarbakır’ın Bülbülü” de yalnız ve yoksulluk içinde dünyadan göçtüler.

Hepsi son nefeslerinde sitem dolu sözler bıraktılar arkalarında. Onlar Mezopotamya’nın uzun soluklu söz ustalarıydı. Yazılı olmayan binlerce yıllık tarihin taşıyıcılarıydı. Dünden bugüne hüznü, acıyı, kederi, mutluluğu ve en önemlisi de kahramanlıkları ilmek ilmek ördüler.[10]

Veya Çocukluğundan itibaren okuma yazmayı bilmemesine rağmen dinlediği melodileri hafızasına kazıyan dengbêj Fatma İsa, sevgiyi, hasreti anlattığı stranlarıyla, kilamlarıyla; ölümün ve yoksulluğun içinde bulunan topluma çığlık oldu. O stranlarıyla, kilamlarıyla, sevgiyi, hasreti anlatmaya çalışır. Sürgünlerde can verenleri, aşkına karşılık bulamayan gençleri, ölümün, yoksulluğun, kıtlığın içinde bulunduğu toplumun kaderi hâline gelen durumları konu alan stranlarıyla, sesiyle ezilenleri dillendirdi.[11]

Ya da aşkın şairi Mihemed Şêxo, stranlarıyla yıllar sonra bile her gönülde ayrı bir iz bıraktı. Şêxo’nun eserleri Kürt halkının dört parça Kürdistan’da yaşadığı acıların da sesi olurken; Baas rejiminin hedefi tahtasında yerini aldı.[12]

Ve Ehmedê Bêrt… Onun çocukluk döneminde Bêrtiler 1925/Şeyh Sait isyan firarileri ile dağlarda iç içe yaşadılar. O da, isyanı ve acıları sıcağı sıcağına kahramanlarından dinleyip dengbêjlikte bu isyanın hafızası olur. İsyandaki birçok kahramana stranlar yakar. Şeyh Said’in idamına çok dertlenir, yenilgiyi ihanete bağlar ve şeyhinin peşinden ağıt yakar. “Gitme Şeyhim/ Ferman Ankara’dan çıkmış/ Tevdi etmişler Hızır Paşaya” der.[13]

* * * * *

Müziğin yaşama mündemiç, insanî dinamiklerinden soyutlanması, her dönemde iktidarın “olmazsa olmazı”yken; bunun da aracı baskıdır, yasaklardır…

Mesela… Pandemi günlerinde müzik, eğlence yasağı ideolojik idi. Kültür-sanat ve eğlence, sağlık gerekçesiyle yasaklanırken dini ve siyasi etkinlikler, kalabalıklar devam ediyordu. Bu durum tarihsel olarak, muhafazakâr ideolojinin kültür ve sanat konusundaki tutumunu yansıtıyordu.

Tıpkı Kerkük türkülerinin ünlü yorumcusu Abdurrahman Kızılay’a, “Kerkük türkülerini ancak İstanbul şivesiyle okursa radyonun kapılarının açılacağı,”[14] söylenen tekçilik dayatması veya döneminin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın memleketi Manisa’da Fahriye Güney adlı şarkıcının kendisine, ‘Vardar Ovası’ adlı Rumeli türküsünü söylemek istemesine “Onda rakı falan geçiyor,” uyarısı gibi!

Ya da ‘Zaman’ gazetesinden İskender Pala’nın, Neşet Ertaş’ın türkülerinde de erotizm olduğunu iddiasıyla, “Bir tenhada can cananı bulunca, diye başladığınızda istediğiniz sahneyi üretebilirsiniz,”[15] diyebildiği yasakçılıktaki üzere…

Örnekler çoğaltılabilir; ancak geri plandaki realite hepsini biçimlendirmektedir ve o da şudur: İslâm dünyasında İmam Gazali, Şeyh Mahmut Saltut ve Nablusi’nin müzikle ilgili olumsuz görüşleri yaygındır.

XI. yüzyılda yaşayan Gazali, şu beş durumda İslâm’da müziğin yasak olduğunu söylüyor: 1) Şarkı söyleyen kadınsa ve dinleyen de kadın sesinin şehvetinden tahrik olursa; 2) Müzik, içki ve sefahat ile ilgili çalgılar eşliğinde olursa; 3) Şarkılarda baştan çıkartıcı sözler geçiyorsa; 4) Dinleyicide şehvet ve hırs uyandırıyorsa; 5; Müziğe çok zaman harcanırsa. Yani Gazali’ye göre İslâm’da müzik “bazı şartlarla serbest”tir. Ancak Gazali’nin bu yaklaşımından yola çıkıldığında müziğin yasaklanması için bir gerekçe bulmak hiç de zor değildir. Belki dinî müzik dışında…

Nitekim Gazali’nin müzik yorumu İslâm dünyasında hâlâ etkisini koruyor. Örneğin, ülkemizde bugün, “Müziğin dindeki yeri nedir?” sorusuna Diyanet’in Din İşleri Yüksek Kurulu - Gazalici yaklaşımla- şöyle cevap veriyor: “İslâm’ın ilke ve esaslarına aykırı, günaha sevk eden, haramı teşvik eden müzikleri yapmak ve dinlemek günahtır. Dinimizin temel inanç, amel ve ahlâk ilkelerine aykırı olmayan, haramların işlenmesine sebep olmayan müzik türlerini dinlemekte ise dinen bir sakınca yoktur…”

Bugün yine tamamen Gazalici bir yaklaşımla konuyu değerlendiren Prof. Orhan Çeker, “İslâm inancına uygun düşmeyen müzik haramdır…” diyor. Prof. Çeker, “Farklı değerlendirmeler olmakla birlikte İslâm’da Kadın sesinden müzik dinlemenin caiz olmadığını” da belirtiyor. Görüldüğü gibi XI. yüzyıldaki Gazali yorumu, XXI. yüzyılda bir ilahiyat profesörü tarafından neredeyse aynen tekrarlanmaktadır.[16]

Böylelikle de müziğin itiraz ve isyan eden özgürleştirici dinamiği bastırılmak istenmektedir.

* * * * *

Kolay mı?

Harekete geçiren, hatırlatan müthiş özellikleriyle müzik dayatılanları yerle yeksan ederek, hayata mündemiç yeni(lenen) formlar yaratır.

Yabancılaşmanın yinelenen örüntüsünü aşan işleviyle “Yine/ yeniden,” dedirten müzik, bitimsiz tekrarları aşan bir dinamiğin ritmidir.

Geçmişte “Anadolu Rock Müziği” -dünü geleceğe bağlayarak- böyle doğup;[17] döneminin yol açıcı alternatifi olmuştu.

Savaş istemeyen gençlerin gözdesi Pink Floyd’un hikâyesi de benzerdi. Onlar sadece bir müzik grubu değil, bir yaşam biçimi, felsefeydiler. Sadece müzikte çığır açmakla kalmadılar; baskıya-dayatmalara direnenlerin kalbinde, hayallerinde, isyanlarında, itirazlarında yepyeni kapılar açtılar.

Ancak her şeyin bir zamanı, süresi vardı. “Anadolu Rock Müziği” için de Cahit Berkay’ın ifadesindeki üzere böyle oldu:

“Yeni rockçılar isyankâr ve muhalif tavrı ihmal edince halkın sesini duyurmak rapçilere kaldı. Sokaktaki insanın derdini en iyi rapçiler anlatıyor artık.”[18]

Çünkü müzisyen Metth’in ifadesiyle, “Rap hâlâ politik”ken;[19] yine rapçi Fuat Ergin’in deyişiyle de, “Rap isyandır.”[20]

Fernando Pessoa’nın, “Benim büyülü silahlarım; müzik, ay ışığı ve düşlerdir,”[21] sözünü akıldan çıkarmamalı; yeni bir dünya için ezilenlere gereken, artık/ sadece isyanın müziği, ritmidir.

14 Kasım 2021 18:04:30, İstanbul.

N O T L A R

[*] Newroz, Aralık 2021…

[1] Miguel de Unamuno.

[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Müziğe Dair Notlar”, Çoban Ateşi, Yıl:3, No:82, 5 Mart 2009; Çoban Ateşi, Yıl:3, No:83, 19 Mart 2009; Çoban Ateşi, Yıl:3, No:84, 26 Mart 2009… Esmer Dergisi, No:50, 4 Nisan 2009… ii) Temel Demirer, “Klasik Müziğin Önemi”, Ümüş Eylül Kültür-Sanat Dergisi, No:37, Ekim-Kasım-Aralık 2020… iii) Temel Demirer, “Yer ile Gök Arasındaki Uyum: Klasik Müzik”, Kaldıraç, No:218, Eylül 2019… iv) Temel Demirer, “Çoksesli Müziğin Devrimci Dehası Beethoven”, Ümüş Eylül, Yıl:9, No:34, Ocak-Şubat-Mart 2020… v) Temel Demirer, “Cumhuriyet ile Müzik(imiz)”, Newroz, Mayıs 2019… vi) Temel Demirer, “… ‘Pop Müzik’ Faslı”, Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:10, No:39, Nisan Mayıs Haziran 2021… vii) Temel Demirer, “Politik (Devrimci) Müzik”, Newroz, Temmuz 2019… viii) Temel Demirer, “Blues, Caz, Rock ve Ötesi…”, Newroz, Ağustos 2019… ix) Temel Demirer, “Eski(meyen) Sesler, Tınılar”, Newroz, Haziran 2017… x) Temel Demirer, “Anılar, Sesler, Şarkılar”, Ümüş Eylül Dergisi, Yıl10, No:38, Ocak-Şubat-Mart 2021… xi) Temel Demirer, “Unutul(a)mayan Ölümsüz Sesler”, Patika, No: 85, Nisan - Mayıs - Haziran 2014… xii) Temel Demirer, “Türküler(imiz) ve Biz”, Newroz, Ağustos 2020… xiii) Temel Demirer, “Türkülerin Sevdalısı Ruhi Su”, Patika Dergisi, No:106, Temmuz-Ağustos-Eylül 2019… xiv) Temel Demirer, “Aşıktı, ‘Garip’ti, Halk Dervişi Neşet Ertaş”, İnsancıl, Yıl:29, No:351, Ekim 2019… xv) Temel Demirer, “Gomidas’lı Halk Müziği(miz)”, Sosyalist Mezopotamya, No:8, Eylül 2020… xvi) Temel Demirer, “Ahmet Kaya Vardı, Vardır, Var Olacaktır”, Kaldıraç, No:219, Ekim 2019… xvii) Temel Demirer, “… ‘Beni Tarihle Yargıla’ derdi Ahmet Kaya!”, Sosyalist Demokrasi, No:103, 4 Şubat 2011… xviii) Temel Demirer, “Gençlik(im)den Kalan(lar) Fikret ile Timur”, Güney Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, No: 95, Ocak-Şubat-Mart 2021… xix) Temel Demirer, “Hayat(lar)ımıza Dokunmuş Bir Müzisyen: Attilla Özdemiroğlu”, Ümüş Eylül Dergisi, Yıl:6, No:21, Ekim-Kasım-Aralık 2016… xx) Temel Demirer, “Eleştirel Arabesk Hikâyesi”, Güney Dergisi, No:89, Temmuz Ağustos Eylül 2019… xi) Temel Demirer, “İsyana Dönüş(eme)yen İtiraz veya Müslüm Gürses Hikâyesi (mi?)”, Kaldıraç, No: 212, Mart 2019…

[3] Işıl Çalışkan, “Erkan Oğur: Sanat, Pandemi ve Benzerlerini Tanımaz”, Birgün, 18 Ağustos 2020, s.15.

[4] Evin İlyasoğlu, “Uzayın Derin Müziği”, Cumhuriyet, 3 Mart 2021, s.13.

[5] Georges Politzer, Felsefenin Temel İlkeleri, çev: F. Karagözlü, Sosyal Yay., 5. basım, 1979.

[6] Mat Callahan, “Egemenlere Karşı Güçlü Bir Silah: Müzik”, Birgün Pazar, Yıl:18, No:736, 18 Nisan 2021, s.12-13.

[7] Evin İlyasoğlu, “Müzik ve Politika”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2020, s.13.

[8] Hatice Bülbül, “Keder ile Neşenin Birleşimi: Rembetiko”, Birgün, 3 Şubat 2020, s.15.

[9] Nimet Ölmez, “Serhat’ın Kadın Dengbêjleri”, Yeni Yaşam, 9 Şubat 2021, s.9.

[10] Gökhan Altay, “Şakiro ve Cizîrî Gibi Boyaxçî de Yalnızlığıyla Göçtü Bu Dünyadan”, Yeni Yaşam, 8 Temmuz 2020, s.11.

[11] Safiye Alağaş, “Erivan Radyosu’nda Bir Ses: Fatma İsa”, Yeni Yaşam, 16 Ocak 2021, s.11.

[12] “Mihemed Şêxo: Sesi ve Mücadelesi Miras Kaldı”, Yeni Yaşam, 10 Mart 2021, s.11.

[13] Ayhan Erkmen, “İsyanın Sesi: Dengbêj Ehmedê Bêrti”, Yeni Yaşam, 21 Eylül 2020, s.11.

[14] Ayşe Hür, “Cumhuriyetin Üvey Evladı: Halk Türküleri”, Radikal, 11 Ağustos 2013, s.20-21.

[15] “Neşet Ertaş Senin Diline Gelmez, Orada Dur Pala”, Taraf, 30 Eylül 2012, s.17.

[16] Sinan Meydan, “Susmayan Senfoni ‘Türk Müzik Tarihi’…”, Sözcü, 28 Haziran 2021, s.2.

[17] Özkan Salman, “Sanat ve Anadolu Rock Müziğinin Doğuşu ve Gelişimi”, Güney, No:98, Ekim-Kasım-Aralık 2021, s.54-56.

[18] Öznur Oğraş Çolak, “Hâlâ Genç, Hâlâ Muhalif, Hâlâ Yeni”, Cumhuriyet, 13 Aralık 2020, s.16.

[19] Gizem Ertürk, “Rap Hâlâ Politik”, Birgün, 20 Ağustos 2020, s.15.

[20] Öznur Oğraş Çolak, “Fuat Ergin: Haksızlığa Susarak Yaşanmaz”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2020, s.14.

[21] Fernando Pessoa, Şeytanın Saati, çev: Işık Ergüden, Can Yay., 2008.