Modern toplumlarda bireyin yalnızlığı yıllardan beri yazılıp çizilen bir şey. Ancak bu yalnızlığın ötekileştirme/ayrımcılık gibi toplumsal sorunlarla ilişkisi üzerine fazla düşünüldüğünü sanmıyorum.

Örneğin savaş koşullarından kaçıp Almanya´ya sığınan bir mülteci bu bireysel yalnızlığı kendi içinde nasıl yaşar? Ya da tek tek yalnız bireylerden oluşan modern toplum, bir mültecinin bireyselleşemeyen yalnızlığını nasıl algılar? Geçtiğimiz günlerde tanık olduğum bir olay bana bunları düşündürdü. Çünkü toplum-birey ilişkisinin çatışması sözkonusuydu ve bu çatışmada hangi tarafın galip geleceği gerçekten belli değildi.

Günlük hayatta her an karşılaştığımız ama üzerine hiç düşünmediğimiz bu sorunu biraz öyküleştirerek paylaşmak istiyorum. Ama aşağıda anlatılanlar kurgu değil, bilakis birebir tanık olduğum bir durum.

Tramvaydayız. Akşam saatinde bir önceki tramvay iptal olduğu için bindiğimiz tramvay kalabalık. Oturmak için yer bulamayıp ayakta yolculuk yapanlar da var. Hemen herkesin elinde bir cep telefonu kimse kimseye bakmadan ve konuşmadan yoluna devam ediyor. Derken ayaktaki bir grup aniden hareketlenerek yer değiştirmeye arkaya ya da öne doğru yürümeye başlıyor. Bir koku... Kötü bir koku. İnsanların yüz ifadesi ekşimiş... Yanımdaki kadın boynundaki atkıyı burnuna doğru götürerek bana gözleriyle öndeki bir yeri işaret ediyor. Sonra kafasını çevririp camdan dışarıya bakmaya başlıyor. Ne olduğunu anlayabilmek için hafif doğrulup bakıyorum. Önde oturduğu yerde kusan biri var. Hoş olmayan bir durum. O sırada ne yapilabilir diye düşünüyorum. Yapacak bir şey yok. Kusan kişiye yardımcı olacak kadar yakın değilim. Yerimi değiştirmemi gerektirecek bir durum yok. Yanımda oturan kadın da benimle konuşacak halde değil. İster istemez elimdeki kitaba dönüyorum. Ama bu olay beni yine de mesgul ettiğinden insanlardaki tepkiyi gözlemeye başlıyorum.

"Toplum psikolojisi. Rahatsızlık verici bir durum karşısında hepimiz ilk önce kendi rahatımızı garantiye alma çabası içindeyiz." diye düşünüyorum.

Kusan adam miğdesinde sindiremediği ne varsa çıkardıktan sonra rahatlar gibi kafasını önündeki demirlere yaslayıp bekliyor. Yanında, önünde ve arkasında oturanlar onu yalnız bırakıp gittikleri için belki de kendini daha iyi hissediyor. Tramvay bir sonraki durağa yaklaştığında onun yanından geçmek zorunda kalanlar ekşimiş yüzlerle alelacele inip gidiyorlar. Yanımdaki kadın, burnunun önündeki atkıyı hafifce indirip sadece benim duyabileceğim bir sesle "daha 20 dakika..." yolculuk yapması gerektiğini söylüyor. Ben hafifce omuzumla olabilir diye bir işaret yapıp "Toplu taşıma aracındayız ve bu tür şeyler mümkün, normal..." diyorum. Tramvaya yeni binip de adamı farkedenler hemen uzaklaşıyorlar ordan. Biri hariç...

Kaşla göz arasında genç bir adam bir süre önce kusmuş olan adama yaklaşıp bir şeyler söylüyor. Gözlerimi kocaman açıp merakla bekliyorum. Merak eden sadece ben değilim. Tramvaydaki diğer yolcular da ilk kez o tarafa tiksinerek değil, merak ederek bakıyorlar. Genç adam birlikte tramvaya bindiği kız arkadaşına yaklaşıp bir paket kağıt mendil alıyor ve içinden bir tane çıkarıp adama uzatıyor. Adam yüzünü gözünü silmeye çalışırken, o ikincisini çıkarıyor. "Neden daha önce kimse bunu düşünmedi?" diye saygıyla olup biteni takip ediyorum. Genç adam sanki yaptığı yapılması gereken en doğal şeymiş gibi sakin, ama farkında olmadan hepimize bir insanlık dersi veriyor. Sonra kız arkadaşının uzattığı bir şişe suyu alıp kapağını açıyor ve yine adama uzatıyor. Hepimiz büyülenmiş gibi genç adamın yaptıklarını izliyoruz. Tramvay nedense artık huzurlu. Beş on dakika önceki hava değişmiş, yerini hoşgörü ve saygıya bırakmış gibi. Artık kimse oradan uzaklaşmıyor.

O sırada adamın durumuyla ilgili yayılan bir söylenti de var. Hasta değilmiş sadece noel pazarında sıcak şarap içtiğinden bu halde kusmak zorunda kalmış. Bu söylenti arkada oturan şapkalı bir adama ulaştığında adam gence bağırıp çağırarak "sarhoşsa tramvayda ne işi var? Bir de yardım ediyorsun ona!" diye kızmaya başlıyor. Genç adam ona yaklaşarak adamın yardıma ihtiyacı olduğunu, zaten durumdan çok utandığını ve "lütfen" sakin olmasını rica ediyor. Şapkalı adamsa çok öfkeli. Bunları dinleyip anlayacak halde değil. Tramvayda yolculuk yapmak için belediyeye para ödediğini, sarhoşların bu şekilde tramvaya binemeyeceğini, insanları rahatsız etmeye hakları olmadığını, yabancıların modern topluma uymalarını, eğer uyum sağlamayacaklarsa geldikleri yere geri dönmeleri gerektiğini söyleyip duruyor. Hatta bir ara ayağa firlayıp -sakin konuştuğu halde- genç adamın burnunun dibine kadar gidiyor, bağırıp çağırmaya devam ediyor.

Belki onun ayağa fırlaması, belki de gittikce sertleşen sözleri beni de harekete geçiriyor. Kendimi birden bire tartışmanın ortasında, öfkeli adama müdahale ederken buluyorum. Ona mültecinin geldiği yere geri dönemeyeceğini ama isterse kendisinin tramvaydan inebileceğini söylüyorum. Adam beni ve genç adamı polis çağırmakla tehdit ediyor. "Tabi..." diyoruz ikimiz de, "eğer bunu yapmak istiyorsanız, buyrun." Derken arkadan şişman bir adam gelip son derece soğukkanlı bir biçimde bütün tramvayla konuşur gibi yüksek sesle öfkeli adama şunları söylüyor: "Aslında şu anda tramvayda rahatsızlık yaratan az önce kusmak zorunda kalan kişi değil, sizsiniz. Eğer bir sorun görüyorsanız, elbette polisi arayabilirsiniz ya da isterseniz bir sonraki durakta inebilirsiniz. Ama burda herkesi rahatsız etmeye hakkınız yok."

Bu sözlerden sonra tramvaydaki herkeste bir rahatlama oluyor. İnsanlaın şişman adamı onaylayarak gülümsediklerini ve kısa cümleler-mimiklerle onu desteklediklerini gözlemliyorum. Hatta tavırlarından sosyal çalışan olduğu anlaşılan bir kadın büyük ihtimalle söylenenleri anlamayan mülteciye yaklaşarak omuzuna dokunuyor ve saygıyla ona "herşey yolunda mı? iyi misiniz?" diye soruyor. Dil bilmeyen mülteci nihayet başını kaldırıp ona çekingen ve mahcup bakarken o ikisinin kendi aralarında başka türlü anlaştıklarını hissediyorum. Kadın gerek bakışları, gerek ses tonu gerekse dokunuşuyla ona " Korkmana gerek yok. Merak etme. Herşey yolunda." diyor, adamsa ne kadar utandığını, istemeden bu durumu yaşadığını, yardım ettiği için ona minnettar olduğunu söylüyor. Bu dilsiz diyalogdaki iletişim tramvaydaki herkesin daha çok yakınlaşmasını sağlıyor sanki. Atmosfer değişiyor. Göz göze gelenler, gülümseyerek, kısa cümlelerle konuşarak kadının davranışını onaylıyorlar. Öfkeli adam da sakinleştiği halde, yine de yapmacık bir öfkeyle yerine geçip oturyor. Anlaşılmayan bir kaç cümle daha söylüyor.

En son inerken mültecinin oturduğu yere yakın kapıya yöneliyor. Elindeki bir paket kağıt mendili ona uzatırken: "Şunu da al," diyor. "belki lazım olur." Mülteci kendisi hakkında kimin ne söylediğinden habersiz, bu jeste kırık bir "dankeschön" le karşılık veriyor. Uzatılan bir paket mendili ineceği durağa kadar sevinerek öylece elinde tutuyor.

16.12.2016

Köln