Milliyetçi İdeolojinin Kökleri -2-

“Alman entelektüelleri Hıristiyanlık öğretilerinden tamamen kopamadıkları için, hümanist gelenekleri yaratamadılar.” (Otto Bauer).

Bugünkü millet (ulus) tanımının ve milliyetçiliğin Fransız Devrimi sonrası Fransız düşünürleri tarafından ileri sürüldüğüne ilişkin yaygın bir görüş var. Ne var ki; bu görüş tamamıyla hatalıdır. 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra yapılan araştırmalar, soy, ırk, kültür, dil gibi kriterlere dayandırılan millet tanımının ve bu tamına dayanan milliyetçiliğin, esas olarak Alman Romantik düşünürleri (Fichte, Arndt) tarafından yapıldığını ortaya koymuştur.

Fransız Devrimi sonrası ortaya çıkan milliyetçiliğin, eski feodal monarşik düzeni yıktığı, tebaa yerine yurttaşı, kralın yetkileri yerine yurttaş haklarını getirdiği ölçüde tarihsel açıdan belirli bir ilerici fonksiyonu vardı. Ne var ki; millet ve milliyetçilik 19.Yüzyılın başından itibaren özellikle Alman Romantik döneminde gerici bir şekilde tanımlanmaya başlamıştır. Bunun nedenlerini o zamanki Almanya’nın toplumsal koşullarında aramak gerekir.

Alman Romantik düşünürlerinin büyük bir çoğunluğu, dönemi ekonomik ve politik bakımdan geri kalmış Alman burjuvazisinin, felsefi ve politik eğilimlerini yansıtıyordu. Bu eğilim ikili bir biçime bürünmüştü. Bir taraftan Fransız Devrimi’nin kazanımlarına sahip çıkan ilerici düşünürler, diğer taraftan Fransız Devrimi’nin ezilenler üzerinde yarattığı etkiden korkan Alman burjuvazisinin tepkisini dile getiren romantik düşünürler.

İngiliz muhafazakâr düşünür Edmund Burke (1729-1797) Alman Romantikleri üzerinde etkili oluyordu. Fransız Devrimi’ne, insan haklarına karşı çıkan ve köleliği savunan Burke Ortaçağ’ın Romantik yazarlar tarafından canlandırılmasının doğuracağı sonucu öngörmüştü: “Eskiyi canlandırma, özellikle soyluluğu idealleştirme, Almanya ulusunun kendini üstün görmesine yol açacaktı.” Öngörüsü doğrulandı. Gerçekten de Filozof Fichte, Almanların orijinal bir dile ve kültüre, Fransızların, suni, yüzeysel ve ikinci sınıf bir kültüre sahip olduğunu vurgulayarak, Almanların Fransızlar’dan daha üstün olduğunu iddia ederek, Alman toplumuna milliyetçiliği aşılıyordu. Ortaçağ’ı yücelten Alman Romantizmi, rasyonalizmin karşısına irrasyonalizmi, barışın karşısına savaşı, evrenselliğin karşısına milliyetçiliği çıkarmıştı

Bir dönem sonra Alman entelektüelleri, Fransız Devrimi’nin evrenselliğini, hümanizmini terk ederek, milliyetçiliğe geçiş yapmış, insanlığın ortak noktalarını görmezden gelmiş, milliyetçiliğin ve devletin, insandan daha değerli olduğunu ileri sürmüştür.

Alman Romantizminin en belirgin özelliklerinden biri Aydınlanma karşıtlığı, evrensel insanlığın karşısına milliyetçiliğin çıkarılmasıdır. Aydınlanmaya göre insan, evrensel bir varlıktır ve en belirgin özelliği ise akılcı bir varlık olmasıdır. Aydınlanma felsefesi açısından, akıl, her yerde ve herkeste olan evrensel geçerli bir kavramdır. Romantizm, evrensel insan aklının yerine, hümanizmden yoksul ‘milli duygular’ gibi kavramı ortaya atmıştır.

Alman toplumunu kıskaca alan, milleti, devleti ve savaşı kutsayan milliyetçilik ve ırkçılık, sonunda Hitler faşizmine yol açmış, insanlığı büyük bir felakete sürüklemişti.

Bugünkü milliyetçiliğin kökleri Alman Romantik dönemine denk düşmektedir. Diyalektik karşıtlık gereği, milliyetçiliğe karşı en etkili itiraz ve karşı çıkışlar da yine Almanya’daki düşünürlerden gelmiştir. Lessing, Goethe ve Hegel gibi düşünürler, evrensellikten ve hümanizmden vazgeçmeyerek milliyetçiliğe taviz vermemişlerdir

Yazdığı bir mektupta Lessing şöyle söylemiştir: “Vatan sevgisini hiç kavrayamıyorum; vatan sevgisi bana kahramanca zayıflık olarak görünüyor, bu kahramanca zayıflıktan yoksun olmak isterim.” Lessing´e göre; “vatanseverlik, insana dünya vatandaşı olduğunu unutturmaya çalışır”.

Almanya’da feodal monarşiyi yıktığı için Napolyon’a hayran olan Goethe ve Hegel, milliyetçiler tarafından ‘vatan haini’ olarak suçlanmışlardı. Kozmopolit dünya tarihinden yana olan Goethe “Vatanseverlik tarihi çarpıtıyor” diyordu. Hegel ise “İnsan, insan olduğu için değerlidir; Yahudi, Alman, Katolik, Protestan, İtalyan vb. olduğu için değil’ diyor ve “insanın değerli olduğu düşüncesini savunan bilincin sonsuz öneme sahip“ olduğunun altını çiziyordu.

Almanya’da milliyetçilik Aydınlanmanın evrensel ilkelerine, hümanizme karşıt bir akım olarak gelişti, Hitler faşizminde doruğuna ulaştı. Milliyetçiliğe karşı mücadelenin ilk önemli şartı, onun dayandığı ölçütlerin dayanıksızlığını göstermektir. Milliyetçiliğin kriterleri nelerdir? Bunu başka bir yazıda ele alalım.