12-14 Şubat 2016 tarihleri arasında, Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC)´nin en zengin Eyaleti olan Bavyera'nın Başkenti Münih´de gerçekleşen 52. Münih Güvenlik Konferansı’nda ele alınan önemli konulardan biri de, Avrupa Birliği'ne (AB) ve o arada Almanya´ya akın eden mülteciler ile ilgili olanı idi. Bu konuda AB´nin, özellikle de eski Doğu Bloku ülkeleri olarak adlandırılan Polonya, Macaristen, Slovenya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelere ek olarak bir de Fransa´nın tutumu, AFC Başbakanı (Şansölye)  Merkel açısından büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu.

Merkel, AB´ne akın eden mültecileri Avrupa´ya ayak basmadan durdurmak için elinin altında tuttuğu ve her zaman ateşe uzanırken maşa olarak kullandığı RTE kozunu pazarlarken, yukarıda adı geçen diğer ülkelerin;  RTE´in mültecilerin Avrupa'ya akın etmesini engelleyecek güçte  olmadığını ve tam tersine, özellikle de Suriye kaynaklı mültecilik krizinin bu boyuta gelmesinde RTE´in İslamcı ve dinci politikalarının etkin olduğu konusunda hem fikirdirler. 

Fizik doktorası olan bayan Dr. Angela Dorothea Merkel, 1954'te Hamburg`da doğmuş olmasına rağmen, 6 yaşından beri iki Almanya´nın birleşmesine kadar Doğu Almanya´da yaşamıştır.  Bu özelliği ile de olsa gerek, eski Doğu Bloku ülkelerin Müslüman mülteci kabul etmek istemediklerine dair açıklamalarına ve her AB ülkesinin belli bir sayıda mülteci kabul etme önerisine de sıcak bakmamaları karşısında, hayretini gizleyememektedir. Sayın Merkel´in, RTE´i bir maşa olarak kullanmasına da tepkili olan AB üyelerinin önemli bir bölümü, böylelikle sayın Merkel´in mülteci politikasında kendisini yalnız bırakma yoluna gitmişlerdir. 

Merkel,  Birleşik Almanya’nın ilk kadın Şansölyesi olarak, Türkiye`ye, AB içinde tam üyelik değil, “imtiyazlı ortaklık” öneren Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) adlı iktidar partilerinin ortak Başbakanıdır.  CDU, CSU ve Sayın Dr. Merkel´in başını çektiği ve her geçen gün giderek AB üyesi ülke kamu oyunlarında daha da netleşen tabloya göre, RTE´in Türkiyesi, hiç bir zaman mülteci akınını durduramayacağı gibi, AB`nin de tam üyesi olamayacaktır. Bu gerçeğe rağmen, sayın Merkel´in 8 Şubat 2016 tarihinde “mülteci krizine ilişkin temaslarda bulunmak üzere Türkiye’ye” gelmesinin ardında yatan gerçeği irdelemede sayısız fayda var.

 Konuyu biraz daha açalım:

Sayın Dr. Merkel, mültecilik konusunda izlediği “liberal” tutumundan dolayı, kendi partisi dahil olmak üzere, Avrupa´da ve FAC sınırları içinde bir çok çevre tarafından sert eleştirilere tabi tutulmaktadır. 2015 yılının sonbaharından beri izlediği “liberal mültecilik politikası'ndan ödün vermeyen sayın Dr. Merkel, şu an ateş çemberi içinde debeleniyor dense yeridir. Bu ateş çemberinden çıkmak için büyük çaba harcayan bayan Merkel, kendi kamu oyunu ve seçmenini  rahatlatmak için, elinin altında tuttuğu RTE´ı, yeri ve zamanı geldiğinde, bir maşa olarak kullanmakta tereddüt etmiyor.  FAC, özellikle de Suriye´den kendi topraklarına gelen mülteci akını frenlemek ve sayısal olarak beli bir seviyede tutmak için, RTE’a şimdilik sıkı sıkıya sarılmakta  ve böylelikle altından kalkamayacağı ve faturası çok ağır olan mülteci akınını Türkiye’ye RTE vasıtasıyla fatura etmenin alt yapısını hazırlamaktadır. Dolayısıyla Merkel-RTE arasında başlayan ve giderek daha da sıklıkla gündeme geleceğe benzeyen karşılıklı görüşmelerin perde arkası iyi okumalıdır.

RTE´in Türkiyesi, FAC´nin “mültecilerin sayısal olarak AB´ne akın etmelerinin önüne set çekmek” ve “Türkiye üzerinden AB ülkelerine, özellikle de FAC´ne gelen ve orada mülteci talebi kabul görmeyenlerin Türkiye´ye iadesi” gibi isteklerinin tümünü harfiyen yerine getirmeye hazırdır. Ve RTE bunu yaparken de, Türkiye kamuoyunu yanıltmak ve oyalamak için, her türlü gerçek dışı beyanda bulunmaktan geri kalmayacaktır. RTE’ın bunun için başvurduğu ve başvuracağı gerçek dışı beyanların başında ise; “Türk vatandaşlarının AB´ne vizesiz seyahat edeceği” vaadi ve  “AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik görüşmelerinin hızlandırılması”dır. Sonu belli olmayan sözde “tam üyelik” görüşmeleri, Türkiye´yi hiç bir zaman tam üyeliğe götürmeyecek çıkmaz bir sokaktır. Bu gerçeğe bir de RTE’ın izlediği IŞİD yanlısı tutumu, Suriye gibi komşu ülkelerin mezhepsel motiflerden dolayı iç işlerine karışarak iç savaşı körüklemesi, Kürtlere karşı ırkçı davranışı, Alevileri ötekileştirici, insan hakları ve düşünce özgürlüğü gibi evrensel değerleri ayaklar altına alan tavırlarından başka bir de, parlamenter demokrasi ve laiklik karşıtı totaliter uslüp ve uygulamalarına AB´nin sınır bekçiliği görevi de eklenince, Türkiye’nin AB’ne tam üye olması ve Türk vatandaşlarının AB’ne vizesiz seyahat etmeleri kağıt üzerinde kalmaya devam edecektir.

FAC, RTE´dan “Müslüman ülke” vatandaşlarına, Türkiye´ye yapacakları seyahatlerinde vize uygulama zorunluluğunun getirilmesini istemektedir. Bu istek doğrultusunda olsa gerek, RTE´in Türkiye´si, Suriye vatandaşlarına ocak 2016 yılının ilk haftasından beri vize uygulamasına geçmiştir. Böylelikle RTE´in Türkiyesi, siyasal İslamın zulmünden kaçan Müslümanların Hristiyan Avrupa'ya sığınmasının önüne geçmek adına, AB´ni bekçiliğini üstlenmiş durumdadır.(Ayrıntılı bilgi için bkz: 

http://www.avrupa-postasi.com/akp-sayesinde-avrupa-birligi-ile-ortakliktan-bekcilige-terfi-makale,1210.html)

Türkiye üzerinden AB ülkelerine geldiği tespit edilen mülteciler, 2014 yılında AB-Türkiye arasında yapılan anlaşma çerçevesinde, 2017 yılından itibaren Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalacaklarıdır. Bunun için yapılan ‘’Uluslararası düzensiz göç ile mücadelede anlaşması’’, 25 Haziran 2014’de, TBMM tarafından benimsendi. 16 Aralık 2013 tarihinde imzalanan ‘’Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma” ise, 2 Ağustos 2014 tarihinde Resmi Gazetede yayınlandı ve 2 Ağustos 2017’de yürürlüğe girecektir. Buna göre bu anlaşma çerçevesinde, yasa dışı yollarla Türkiye üzerinden AB üye ülke topraklarına giren mültecilerin Türkiye’ye iadesini öngörülüyor.  Bu gerçeğe rağmen, Türkiye üzerinden FAC’ne gelen mültecilerin sayısı neredeyse bir milyon civarında. Bu bir milyon mülteciden, sadece ve sadece 250 bin civarında olanlara (FAC iş piyasasına uygun olan vasıflı elemanlar, genç ve dinamik eğitimli mülteciler)  ‘sığınmacı statüsü’ verilerek açık iş yerlerine ve meslek edinme programlarına yerleştirilecek,  geri kalan yüz binlerce mülteci Türkiye’ye iade edilecektir.  Bunun karşılığı olarak da, Türkiye’ye sırf mültecilerin ihtiyaçlarını giderme maksadıyla verilen üç milyar avroluk maddi yardım ve yukarğda kısaca sunulan içi boş vaatlerden oluşmaktadır.  Merkel-RTE’ın bu pazarlığı, özü itibari ile bir insanlık pazarlığıdır. Akdeniz'in derin dalgalarına bedenlerini bırakan çocukların, ırzına geçilen kadınların, kurşuna dizilen sivillerin ve kafası IŞİD adlı çetenin kiralık katilleri tarafından kopartılan masumların cesetleri üzerinde yapılan kirli bir pazarlıktır. 

Peki, RTE, AFC’nin maşası olmaktan kendini kurtarabilir mi?  Bu sorunun yanıtı ne yazık ki hayırdır. Nasıl olur bu mu dediniz? Yazmaya devam edeyim:   

Suriye´de başlayan iç savaşın, bu iç savaşa bağlı olarak gelişen IŞİD adlı İslamcı çetenin katliamlarının ve RTE açısından artık bir utku haline gelen  “başkanlık” saplantısı sonucu Temmuz 2015 yılından beri Güneydoğu´da ‘PKK`ya karşı mücadele’ de yaşanan insanlık dramının bilançosu bir bütün olarak ele alındığında, AB´nin “patronu” konumunda olan AFC, er ya da geç, RTE ve ekibinin uluslararası bir mahkemede yargılanmasına vesile olacaktır.  Suriye´nin iç işlerine mezhepsel motiflerle müdahil olarak  IŞİD adlı dinci terör çetesinin palazlanmasında, bu çetenin büyümesinde, silahlanmasında, tüm bölgeyi kan gölüne çevirmesinde ve sırf Alevi, sırf Yezid, sırf  Hristiyan, sırf  Kürt ve sırf  laiklik yanlısı Sünni Müslüman olduğu için yüz binlerce insanın katledilmesinde RTE ve ekibinin payı büyüktür.  Buna ek olarak,  haklı ya da haksızlığına bakılmaksızın, AFC günü geldiğinde ve kendince uygun görülen şartlar oluştuğunda, “Türkiye, Güney Doğu'da Kürtlere karşı katliamlar gerçekleştirdi” gerekçesini ileri sürerek, RTE ve ekibinin uluslararası bir mahkemede yargılanmasına neden olacak tüm belge ve bilgileri kamuoyu ile paylaşacaktır. Yakın bir gelecekte gerçekleşecek olan bu süreci sulandırmak, ertelemek ve hatta elinden gelirse unutturmak isteyen RTE, FAC ve Batı adına, faşist Suudi rejimi ile işbirliğine giderek İran´a ve Suriye´ye karşı İsrail teknolojisi ve silahları ile savaşa girmek da dahil, ne gerekiyorsa onu fazlasıyla yerine getirmede tereddüt etmeyecektirAyrıca,  sayın Dr. Merkel´in uyguladığı mültecilik politikasında  RTE`ı bir maşa olarak kullanması ile bir başarı elde edeceği, Almanya kamuoyuna inandırıcı gelmiyor. Alman Yeşiller Partisi ve Alman Sol Parti adına yapılan açıklamalara göre, sayın Dr. Merkel´in RTE´i bir maşa olarak kullanmasının kendi politik duruşuna desteğe dönüşmesinin bedeli olarak algılanıyor ve buna da Türkiye´de ayaklar altına alınan evrensel değerler örnek olarak gösteriliyor.

 Alman Sol Parti Federal Parlamento Grup Başkanı Sahra Wagenknecht´in, Merkel’in Türkiye ziyaretine ilişkin olarak yaptığı açıklamasında,  RTE ve onun neden olduğu imajı bozuk Türkiye’yi kastederek “bizim değerlerimizle hiç bir ortak yanı olmayan ve sorunun (Süriye iç savaşı ve mülteci akını AF) oluşmasında sorumluluğu olan bir rejim”  demesi, AFC´ne, Suriye kaynaklı yüz binlerce mültecinin akın etmesinde RTE rolünün net olduğu ve bunun hesabının RTE´dan eninde ve sonundan sorulacağının habercisidir, benden demesi.

16 Şubat 2016