Yetkin yazısında, "Erdoğan 2016 darbe girişimiyle sonuçlanan sürecin 2013 Gezi değil, 2007 Ergenekon ile başladığını görmek istemiyor. Yanlış yere bakıyordu: ordu içindeki Kemalistlerden kuşkulanırken, tertip güvendiği Fethullahçılardan gelmişti." sözlerine yer verdi.

İşte o yazı:

Son haftalarda muhalif seslerin bastırılması, sosyal medya hamleleri, kadınlara yönelik saldırılar ve gayrimüslimlere yönelik saldırılar paralel bir şekilde artışta. Bu artış, Türkiye’nin demokratik hak ve özgürlükler bakımından örnek aldığı Batı’daki değer kaybı, yeni deyimle “Batısızlık” ile paralel gidiyor. 

Benzeri bir süreci Avrupa Birliğinin (AB) Türkiye’nin üyelik umutlarını kırdığı 2005-2007 sürecinde de yaşamıştık.

O zaman da Türkiye’nin Batı’ya yakınlaşmasını istemeyen çevreler devreye girmiş, o zaman da toplumda şiddet tırmanmış, gayrimüslim vatandaşlara yönelik saldırılar artmıştı. O sürecin en acı noktalarından birisi 19 Ocak 2007’de gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi olmuştu. Siyasi kutuplaşma, Cumhuriyet Mitingleri ve 27 Nisan 2007’de Genelkurmay’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle yayınladığı e-muhtıra ile zirveye çıkmıştı. Türkiye, Ergenekon Sürecine böyle girmişti.

Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, 1960’ta Adnan Menderes’in, 1980’de Süleyman Demirel’in düştüğü hataya düşmedi (1) ve hemen erken seçim ilan etti. Erdoğan’ın askerin yönetim kademesi ve yargı karşısında adeta köşeye sıkıştırılmak istendiği bu noktada Fethullah Gülen ve Cemaati sahneye çıktı. Nitekim, Erdoğan’ın seçim kararı ardından 4 Mayıs’ta Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ile Dolmabahçe’deki görüşmesini takiben 2008’de Ergenekon davasının açılmasına giden süreç Haziran’da Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan sahipsiz el bombaları ile başlamıştı. Gerisini biliyoruz. Erdoğan’ın koruma polislerinden soruşturmayı yürüten Zekeriya Öz gibi savcılara dek bütün kilit noktalara Cemaatçiler yerleştirildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan hâlâ 2013 Gezi protestolarını 2016’daki askeri darbe girişimi sürecinin başlangıcı ve provası olarak görmek istiyor. O sürecin, 2007’de, henüz “kandırıldığını anlamadığı” Ergenekon süreciyle başladığını görmek istemiyor. (2)

Birileri sinir uçlarıyla oynuyor

Gelişmeler adeta yeni bir sürecin başladığı kuşkusuna yol açıyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı her gün çıkıp kendisini devirme amaçlı bir darbe ihtimalinden söz ediyor, vatandaşları uyanık olmaya çağırıyorsa, gözardı etmek mümkün değil. Ama böyle bir tehlike, işin propaganda boyutunun ötesinde gerçekten varsa bile, Erdoğan yine yanlış yere bakıyor. Erdoğan 2007-2012 sürecinde (dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan sorgulanmak istenene kadar) darbeyi ordu içindeki Kemalistlerden bekliyordu. Darbe girişimi, Ergenekon sürecinde ordu (ve devlet içinde) Kemalistleri hedef göstererek yükselen Fethullahçılardan geldi. Erdoğan bu defa da darbeci olmakla CHP’yi suçluyor gibi görünüyor.
Şimdilerde ekonomi ciddi sıkışma içinde. Covid-19 nedeniyle dünyada yaşanan belirsizliğin Türkiye’yi nasıl etkileyeceği belli değil ve Batı ile ilişkiler yine bir yol ayrımında. Bunun anlamı, AB ile ilişkilerin yepyeni bir eksene oturarak gelişme ihtimalinin de bulunması. Böyle bir dönemeçte yine gayrimüslim vatandaşlara saldırılar, tehditler artıyor. Daha 9-10 Mayıs tarihlerinde Rum Ortodoks ve Ermeni kiliseleriyle Yahudi Cemaati hükümeti kendilerine karşı tehditler ve muhtemel saldırılara karşı uyarmıştı. Ardından 23 Mayıs’ta İstanbul, Kuzguncuk’taki Ermeni kilisesine saldırı ve 29 Mayıs’ta Hrant Dink Vakfı ve eşi Rakel Dink’e ölüm tehdidi haberi çıktı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 30 Mayıs’ta iki olayın failinin de yakalandığını Twitter hesabından duyurdu; Kuzguncuk faili serbest kalmış olsa da.

Sadece gayrimüslimlere yönelik saldırılar değil söz konusu olan. 20 Mayıs’ta İzmir’de bazı cami minarelerinden korsan olarak “Çav bella” şarkısının çalınmış olması da açık kışkırtma saldırısıdır. O kışkırtmanın failinin bulunduğuna dair bir açıklama henüz yok. Herkesin uyanık duruşu sayesinde provokatörler amacına ulaşamadı. Ama birilerinin halkın dini duygularıyla oynamaya başladığı açık.

Tarih tekerrür mü ediyor?

TBMM’nin 1 Haziran’da açılmasıyla gündeme geleceği bildirilen yasa değişikliklerinin yargı, siyaset ve medyayı ilgilendiren boyutları var. Cumhurbaşkanının yargıç ve savcılardan sonra avukatlar üzerindeki etkisini artırmak amacıyla baroların seçim usullerini değiştirmek istediği bilgisi var. Keza hükümet icraatına eleştirel yaklaşan meslek örgütlerini de zapturapta alma girişimi var. Yeni medya yasasına psikolojik hazırlık aşaması sayılan, yeşil noktalı #millihesaplarburada kampanyası arzulanan başarıyı göstermedi. Ancak Cumhurbaşkanlığında bir “Rehber” hazırlandığını ve yasanın da bu rehbere göre hazırlanacağı anlaşılıyor. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un Hürriyet gazetesinde sosyal medyayı “Gezi’de kötü, 15 Temmuz’da iyi” olarak tanımlaması aslında yaklaşımı özetliyor: işime yaradığı sürece makbuldür. Bu aslında (T24’te Füsun Sarp Nebil’in güzel tanımladığı üzere) ABD Başkanı Trump’ın “Arap Baharı yaratacaksa iyi, beni eleştirecekse kötü” yaklaşımıyla Twitter’a savaş açma yaklaşımına benziyor.
Önümüzdeki dönem Meclis’e getirilmesi düşünülen siyasi partiler ve seçim kanunu değişiklikleri var bir de. Amacın AK Parti-MHP Cumhur İttifakını her koşulda iktidarda tutmak olduğu anlaşılıyor. Seçim kanunu değişiklikleri daha önce başvuran liderlere yâr olmamıştı. Bu defa olacağı mı sanılıyor?

CHP’li Muharrem İnce’nin 29 Mayıs gecesi Global TV’de konuk edildiği programda, hâlâ yayında olduğunu zannederek konuşmasını sürdürürken ekranda Erdoğan’ı görmesiyle yaşadığı şok ve ardından protestosu var bir de. İnce’yi kınayan ise Altun oldu. Haber Global “özgür” tercih kullanmıştı. Türkiye’de basın özgürlüğünün Cumhurbaşkanının konuşmalarını her koşulda baştan sona yayınlamak özgürlüğü sayıldığı günlerden geçiyoruz. Hatırlayacaksınız, Ergenekon sürecinde de “iltifata mahzar” medya organları parlamıştı bir anda. Taraf gazetesi aklıma geliyor ilk anda. Ya da AK Partililerin çıkmak için can attığı Samanyolu televizyonu.
Ve yine aklıma Mehmet Akif’in dizeleri geliyor:

“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Notlar:

(1) Erken seçime gitmeme konusunda yazdıklarımı Demirel’e haksızlık olarak niteleyen okurlar kısmen haklıdır. Erken seçim için salt çoğunluk kararı gerekiyordu ve diğer partilerle bir uzlaşma zemini bulunamamıştı. Menderes’in ise erken seçime gitme konusunda, 26 Mayıs gecesi, artık darbeciler düğmeye basmış ve biraz sonra kendisini tutuklayacakken, Eskişehir’de erken seçime gidebileceğini söylediği bilgisi var. 30 Nisan’da Çankaya Köşkündeki bir toplantıda bu konuda CHP ve MP muhalefetiyle yeni bir seçim yasası üzerinde uzlaşabileceği beyanı da biliniyor; ancak Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın muhalefetle uzlaşmayı engellediği de kayıtlarda. Yazının amacı bu olmadığı için bu ve diğer ayrıntılara girmedim, ama Erdoğan’ın 2007 erken seçim kararının neden isabetli olduğunu anlatmak amacıyla örnek vermek istedim.

(2) Yazının bu kısmından benim aslında o dönem (2003’ten başlayarak) devlet içinde darbe yapma hayali kuran ve Ergenekon adı verilen bir gruplaşmayı kasıtlı olarak “atladığım” yolunda eleştiriler geldi. Google’a adımı ve Ergenkon ismini yan yana yazanlar benim yıllar içinde bu konuda yazdıklarımı görebilir. Bir örnek olarak 2009’da yazdığım dört günlük bir dizinin ilk bölümünü şuraya bırakıyorum, isteyenler devamını da internetten okuyabilir. Böyle bir çeteleşme olduğunu gözlüyor, tahmin edebiliyordum. O zaman Jandarma Komutanı olan Orgeneral Şener Eruygur ile 2003 Aralık ayında, makamında darbecilik tartışması yapmış ve bunu da yazmış bir gazeteciyim. “Şener Paşa seni çok sever, görüşmek istiyor” diyerek 2004-2005 yıllarında bir değil, iki defa beni o çevrelerle toplantıya davet eden ve ikinci defa yaptığı daveti “Beni böyle işlere bulaştırma” tepkisiyle, sertçe reddettiğim kişi şu anda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın en güvendiği baş danışmanlarındandır; duyup kayda almak isteyen savcı varsa ifade vermeye de hazırım. 2005 yılında sızan Genelkurmay Akreditasyon listesinde ne “bizden” ne “bize karşı” listesinde yer almayıp “haber buldu mu yazar, dikkatle yaklaşmak gerekir” diye ayrı sütun açılan tek gazeteciyim; bu da benim madalyamdır. Böyle bir çeteleşmenin varlığını bilmek, daha sonra Fethullahçı savcı ve hâkimlerin onu bambaşka bir şekle sokup devlet içinde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ dahil, siyasi bir tasfiyenin aracı yapıp, kendi darbe tertiplerinin mıntıka temizliği olarak görmeme engel değildir.