Bir gün kendiliğinden ayrıldı.
Arkasında iki kelimelik tek cümle bıraktı:
“Hevesim kaçtı” dedi...
Oysa “hevesi” hiç öyle kaçacak, kaçabilecek bir heves değildi.
Kaçırılmıştı.
Niye kaçırıldığını da, cinayet saatini bekleyen bir ‘Kırmızı Pazartesi’nde olduğu gibi, herkes, hepimiz biliyordu...
Herkes çekindiğinden, o ise zarafetinden söylemedi.
Bundan bir kahramanlık menkıbesi çıkarmadan, Başbakan’a hiçbir saygısızlıkta bulunmadan, sessizce Bozcaada’sına yerleşti.
Geriye bıraktığı iki küçücük kelimeydi, ama basın tarihine geçti.
“Hevesim kaçtı...”

* * *
   
Şimdi aynı uçaktan Hasan Abi de indi.
Başbakan Erdoğan’ın saygı duyduğu, duyduğu saygıyı “Hasan abi” diyerek dile getirdiği bir gazeteci daha, üzerinde “Türkiye Cumhuriyeti” yazılı uçaktan indi.
Yani bir zamanlar, hepsi değilse bile, en azından geçmişi olan bazılarının, samimiyetle “Demokrasinin take off’unu” yaptığına inandıkları uçaktan.
Haklıydılar, yapıyordu da...
Avrupa Birliği, askeri müdahaleler döneminin kapanması, Kürt sorununun çözümü...
Onlar Başbakan’ın “abisi” ve “ablası” olmaktan memnundular, Başbakan da onlara “Abi”, “Abla” demekten.
Öyle bir uçaktı ki, 12 Mart’lardan, 12 Eylül’lerden geçmiş gazetecilerin ruhunu da ‘take off’a davet ediyordu.

* * *
   
Hasan Cemal’i 1980’li yıllardan beri tanıyorum.
Cumhuriyet gazetesinin en parlak döneminin genel yayın yönetmeniydi.
Sedat Ergin’i, Ufuk Güldemir’i, Cengiz Çandar’ı...
Yani Türk basınının 1980’lerde doğan yeni ve modern kuşağını yaratan gazeteciydi.
Türk basınına moderniteyi getiriyordu.
Yıllardır Kürt sorununun çözümü için yazılar yazıyordu...
Ama şu kaderin tecellisine bakın ki...
Çözüm sürecinin en umut verici dönemecine geldiği sırada, köşesinden ayrılmak zorunda kalıyor.
O Hasan Cemal ki, burnundan kıl aldırmayan “Tanrı köşe yazarları” katına hiç çıkmamış...
Yanlış yapmaktan korkmamış, yaptığı yanlışlığı itiraf etmekten ise hiç korkmamış...
Bugün ne yapmış da, böyle bir muameleyi ona reva görmüşler?
Başbakan’a hakaret mi etmiş?
İşte arşiv orada. Hayatı boyunca kimseye hakaret etmemiş.
Başbakan’a iftira mı atmış?
Bugüne kadar sicilinde iftira yok.
Bazıları gibi küçültücü bir lakap mı takmış?
O da yok.
Bazen tek başına kalma pahasına fikrini savunmuş, cemaatini kaybetmiş.
Öyleyse niye...

* * *

Bizim mahallede, orada burada, gittiğimiz yerlerde sessiz bir gürültü yükseliyor.
Başbakan talimat vermiş, gazete de yazılarına son vermiş.
Bu kadar basit mi yani...
Bir başbakan daha üç yıl önce “Abi”, “Abla” diye saygı gösterecek kadar yakın hissettiği iki gazeteciyi niye kovdursun ki...
En yakın danışmanı ve son zamanlardaki sesi Yalçın Akdoğan, daha geçenlerde ne demişti:
“Gazetecilerin işini kaybetmesinin arkasında Başbakan’ı aramayın”.
Ben de buna inanmak istiyorum.
O zaman kim?
Bu dönemin de bir “durumdan vazife çıkaranı mı” var.
Gazetecilerin sesinin kesilmesinin arkasında onu aramayacaksak kimi arayalım...
Başbakan’a, en kritik konularda, en yakın arkadaş grubunu kaybetme pahasına en büyük desteği veren bir Hasan Cemal bile fikrini yazabileceği 100 santimetrekare kâğıt bulamayacaksa, kim, hangi demokrasiden söz edecek ki..

* * *

Farkında mısınız, boşalan her köşe, toplumsal hafızamızda bir karadeliğe dönüşüyor.
Boş köşeler büyüdükçe, medya küçülüyor.
O nedenle Hasan Cemal’in en kısa zamanda tekrar yazmaya başlamasını diliyorum.
Onun da, öteki arkadaşlarımızın da yazabilmesini diliyorum...
Yoksa, sadece onların köşeleri boş kalmayacak, kendi köşelerimiz de bize ve tabii ki gazete sahiplerine, okuyucularına ve Türk demokrasisine zehir olacaktır...